Barla lahikası müzakerelerinde geçen bir mektubun satır aralarına girmeye ne dersiniz? Erisale’ye göre 46. mektup.
“İnşaallah Kur'ân'a büyük hizmet edecek olan Küçük Hafız Zühdü'nün ( mektuba muhatap olduğum Nuran’nın) mektubudur.
Bugün istinsahına muvaffak olduğum i'câz-ı Kur'ân'ın bu biçare talebenize bahşetmiş bulunduğu nihayetsiz füyûzat, mevte mahkûm ruhuma öyle bir tabib-i hâzık ameliyatı yapmış ki, mübtelâ olduğum emrâz-ı kalbiyeyi tedavi ve yeniden hayat bahşetmiş olduğundan, arz-ı minnetdârî eyler ve bu bînazîr mücevherat mahzeninin diğer renkli kapılarının da açılmasını âcizâne istirham eylerim.
Otuz Üçüncü Mektubun otuz üç penceresinden ayrı ayrı lemeân eden nuranî ziyalar kalb-i âcizâneme feyyaz nurlarıyla gül-âblar serpti. Daha birçok Nur Risalelerinin füyuzâtından hisseyâb olmasını bârigâh-ı Ehadiyyetten tazarru ederim efendim. Hafız Zühdü”
Satır arasında geçen “renkli” kelimesinin dünyasına girmek istedim. Bakın neler oluştu? Risale-i Nur’un hakikat denizinden küçük damlaların birleşmesindeki huzur ve saadet.
صِبْغَةَ اللّهِ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ صِبْغَةً وَنَحْنُ لَهُ عَابِدونَBAKARA-138
“Kim Allah’tan daha güzel renk verebilir ki ? İşte biz, (bunun için) yalnzca O’na kulluk ederiz.”
Sıbgatullah, Allah’ın boyasıyla boyalanmanın en harika yeri Kabe-i Muazzam’dır. Tavaftan sonra üst katlardan kabeyi izlemek istedim. Ayetin manasına şahitlik olmak müthişti. Farklı ülkelerden gelen insanların; giysileri, dilleri, renkleri, karakterleri, mizaç ve ahlakları, Allah’ın isim ve sıfatlarının ayrı ayrı yansımaları gösteren insanların birlikte aynı yönde hedef, gayeleri bir olanların ittihadını gösteriyordu. Hemen o dalganın içine girip “yoklukla var olmanın” heyecanını yaşamak bambaşkadır. İnşallah bu ittihadı her an gerçekleştiririz.
Renkli kelimesine girince o kadar çok açılımlar oldu ki, hangisini yazacağıma karar veremedim. Allah’ın isim ve sıfatları mı, güneşin renkleri mi, insanlardaki ahlaklar mı, renklere göre insan profilleri mi, mana’yı harfle bakılınca nuraniyet tezahürleri mi yoksa mana’yı ismiyle baktığımızda görülmeyen karanlık alemlerin tezahürleri mi, zühre-reşha-katre mi, sizde hangi anlamlar açıldı? Hoş geldiniz meclisimize!
Şu Risale,(haşiye.Yirmi Yedinci Mektup ve Zeyilleri) bir meclisi nuranîdir ki Kur'ân'ın şu münevver,mübarek şakirdleri, içinde birbiriyle mânen müzâkere ve müdâvele-i efkâr ediyorlar.
Ve yüksek bir medrese salonudur ki, Kur'ân'ın şakirdleri onda herbiri aldığı dersi arkadaşlarına söylüyor.
Ve Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyanın hazine-i Kudsiyesinin sandukçaları olan Risalelerin satıcı ve dellâllarına muhteşemve müzeyyen bir dükkân ve bir menzildir. Herbiri aldığı kıymettar mücevheratı birbirine ve müşterilerine orada gösteriyor. [1]
İşte Risale-i Nur’dan bir kaç renkli çiçek demetleri:
“vücub-u vücud ve vahdet-i Rabbâniyeyi kâinata ilân ediyorlar. Güneşin ziyasındaki yedi renkle güneşi tanımak gibi, yetmiş renkle, belki Esmâ-i Hüsnâ adedince, Şems-i Ezelînin ziyasından tecellî eden ayrı ayrı nurlu renkler ve çeşit çeşit ziyalı levnler ve başka başka hakikatli tarikatler ve muhtelif doğru meslekler ve mütenevvi haklı meşreplerde bulunan o kudsî dâhilerin ve nuranî âriflerin icmâ ve ittifakla imza ettikleri bir hakikat, ne derece zâhir ve bâhir olduğunu aynelyakîn müşahede etti.” [2]
“Cenâb-ı Hak, şemsin hararetini hayat, ziyasını şuur, ziyadaki renkleri duygu gibi yapmış olsaydı, senin elindeki ayinede temessül eden şemsin timsali seninle konuşacaktı. Çünkü, o, timsalinde oldukça harareti, ziyası, renkleri olurdu. Hararetiyle hayat bulurdu. Ziyasıyla şuurlu olurdu. Renkleriyle de duygulu olurdu. Böyle olduktan sonra, seninle konuşabilirdi. Bu sırra binaendir ki, Resul-i Ekrem (a.s.m.), kendisine okunan bütün salâvat-ı şerifeye bir anda vakıf olur.”[3]
“Halbuki, Zühre kesif bir âyinedir. Onda, ziyadaki yedi renk inhilâl ve inkisar eder. Şemsin aksini gizler. Sen sevdiğin güneşin yüzünü görmekte muvaffak olamazsın. Çünkü, kayıtlı olan renkler, hususiyetler dağıtıyor, perde çekiyor, gösteremiyor”
“Evet, nasıl bir çiçek, güneşin küçücük bir âyinesidir. Şu koca güneş dahi, gök denizinde, Şems-i Ezelînin Nur isminden tecellî eden bir lem'anın katre-misal bir âyinesidir. Ey kalb-i insanî! Sen nasıl bir güneşin âyinesi olduğunu bundan bil. Bu şartı yaptıktan sonra kemâlini bulursun. Fakat güneşi nefsülemirde nasılsa öyle göremezsin; o hakikati çıplak anlamazsın. Belki, senin sıfatlarının renkleri ona bir renk verir; ve kesafetli dürbünün bir suret takar; ve kayıtlı kabiliyetin bir kayıt altına alır. [4]
“İşte, Reşha-misal üçüncü arkadaşınız ki, hem fakirdir, hem renksizdir. Güneşin hararetiyle çabuk tebahhur eder, enâniyetini bırakır, buhara biner, havaya çıkar. İçindeki madde-i kesife, nâr-ı aşk ile ateş alır, ziya ile nura döner. O ziyanın cilvelerinden gelen bir şuaa yapışır, yanaşır.
Ey Reşha-misal! Madem doğrudan doğruya güneşe âyinedarlık ediyorsun. Sen hangi mertebede bulunursan bulun, ayn-ı şemse karşı, aynelyakîn bir tarzda, safi bakılacak bir delik, bir pencere bulursun. Hem o şemsin âsâr-ı acîbesini ona vermekte müşkülât çekmeyeceksin. Ona lâyık haşmetli evsâfını tereddütsüz verebilirsin. Saltanat-ı zâtiyesinin dehşetli âsârını ona vermekte hiçbir şey senin elinden tutup ondan vazgeçiremez. Seni ne berzahların darlığı, ne kabiliyetlerin kaydı, ne âyinelerin küçüklüğü seni şaşırtmaz, hilâf-ı hakikate sevk etmez. Çünkü sen safi, hâlis, doğrudan doğruya ona baktığın için anlamışsın ki, mazharlarda görünen ve âyinelerde müşahede olunan güneş değil, belki bir nevi cilveleridir, bir çeşit renkli akisleridir. Çendan o akisler onun ünvanlarıdır; fakat bütün âsâr-ı haşmetini gösteremiyorlar.[5]
“güneşin nurundaki renkleri gösteren âyinelerin tebeddül edip tazelenmesi ve sinema perdelerinin değişmesi, daha hoş, daha güzel manzaralar teşkil eder.”[6]
“Haşiye-1 Evet, bin üç yüz elli sene saltanat süren ve saltanat devam eden ve ekser zamanda üç yüz elli milyondan ziyade raiyeti bulunan ve her gün bütün raiyeti onunla tecdid-i biat eden ve onun kemâlâtna şehadet eden ve kemâl-i itaatle evamirine inkıyad eden; ve arzn nsf ve nev-i beerin humsu, o zâtn sıbًga ile sıbًgalansa, yani mânevî rengiyle renklense ve o zât onlarn mahbub-u kulûbu ve mürebbî-i ervah olsa, elbette o zât, u kâinatta tasarruf eden Rabbin en büyük abdidir. Hem ekser envâ- kâinat o zâtn birer meyve-i mucizesini tamak suretiyle onun vazifesini ve memuriyetini alkışlasa, elbette o zât, u kâinat Hâlknn en sevgili mahlûkudur. Hem bütün insaniyet, bütün istidadıyla istediًği bekà gibi bir haceti ki, o hacet ise, insan esfel-i sâfilînden âlâ-y illiyyîne çkaryor; elbette o hacet, en büyük bir hacettir ve en büyük bir abd, umumun namna onu Kàdyu'l-Hâcâttan isteyecek. [7]
“Evet, nasıl ki güneş, ziyasıyla umum zemini klandrp vâhidiyete bir misal olduًu gibi, âyine gibi mukàbilindeki her şeffaf şeyde timsali ve aksi ve yedi renkli ziyasıyla ve zâtnın suretiyle bulunup ehadiyete dahi bir misal tekil eder.” [8]
“Nasıl ki baharda dehşetli yaًğmurlu bir fırtına, her taife-i nebâtâtın, tohumların, aًğaçların istidatlarını tahrik eder, inkişaf ettirir; her biri kendine mahsus çiçek açar, fıtrî birer vazife bana geçer. Öyle de, Sahabe ve Tâbiînin bana gelen fitne dahi, çekirdekler hükmündeki muhtelif ayrı ayrı istidatlar tahrik edip kamçıladı. "İslâmiyet tehlikededir, yangn var!" diye her taifeyi korkuttu,İslâmiyetin hıfzına koturdu. Her biri, kendi istidadna gِre, câmia-i İslâmiyetin kesretli ve muhtelif vazifelerinden bir vazifeyi omuzuna aldı, kemâl-i ciddiyetle çalıştı. Bir kısmı hadîslerin muhafazasına, bir ksm şeriatın muhafazasına, bir kısmı hakaik- îmâniyenin muhafazasına, bir ksm Kur'ân'n muhafazasna çalt, ve hâkezâ, herbir taife bir hizmete girdi. Vezâif-i İslâmiyette hummâlı bir surette sa'y ettiler. Muhtelif renklerde çok çiçekler açıldı. Pek geniş olan âlem-i İslâmiyetin aktârına, o fırtına ile tohumlar atıldı, her yeri gülistana çevirdi. Fakat, maatteessüf, o güller ve gülistan içinde, ehl-i bid'a fırkalarının dikenleri dahi çıktı.[9]
“Altıncı Pencere
اِنَّ فِى خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَاخْتِلاَفِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّتِى تَجْرِى فِى الْبَحْرِ بِمَا يَنْفَعُ النَّاسَ وَمَۤا اَنْزَلَ اللهُ مِنَ السَّمَۤاءِ مِنْ مَۤاءٍ فَاَحْيَا بِهِ اْلاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ فِيهَا مِنْ كُلِّ دَۤابَّةٍﮎ وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَۤاءِ وَاْلاَرْضِ لاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ 1
Şu âyet, vücub ve vahdeti gِösterdiği gibi, bir İsm-i Azamı gِösteren gayet büyük bir penceredir. İşte şu âyetin hülâsatü'l-hülâsası şudur ki:
...
İşte, şu yukarıda geçen on iki ayrı ayrı pencerelerden, on iki vecihten bir pencere-i âzam açılyor ki, on iki renkli bir ziya-y hakikatle Cenâb- Hakkn ehadiyetini ve vahdâniyetini ve kemâl-i rububiyetini gِösterir. İşte, ey bedbaht münkir! şu daire-i arz kadar, belki medar- senevîsi kadar geniş olan şu pencereyi neyle kapatabilirsin? Ve güneş gibi parlak olan şu maden-i nuru neyle sِöndürebilirsin? Ve hangi perde-i gaflette saklayabilirsin?[10]
“Âyetü'l-Kürsîde on cümle ile on tabaka-i tevhidi ayrı ayrı renklerde ispat etmekle”[11].
SİZDE HANGİ RENKLER VAR? VE HANGİ RENKLER OLUŞTU?
KAYNAKLAR
[1]. NURSİ, Said (2008), Barla Lahikası,Envar Neşriyat, İstanbul,s.57
[2].http://www.erisale.com/#content.tr.4.165(yedinci şua)
[3].http://www.erisale.com/#content.tr.5.165(mesneviye nuriye)
[4].http://www.erisale.com/#content.tr.1.454(sözler)
[5].http://www.erisale.com/#content.tr.1.455(sözler)
[6].http://www.erisale.com/#content.tr.1.59 7. söz
[7].http://www.erisale.com/#content.tr.1.109 10.sِz
[8]. http://www.erisale.com/#content.tr.4.811 15. ua
[9]. http://www.erisale.com/#content.tr.2.149 19.mektubat
[10].http://www.erisale.com/#content.tr.1.898 33.sِz
[11].http://www.erisale.com/#content.tr.1.566 25. söz