Şifa, bazen hastalıktır.
İsterseniz "bazen" kelimesini de kaldıralım.
O zaman hükmümüz daha kesin ve net olur:
“Şifa, hastalıktır.”
Şimdi de tersinden bir soru ile anlamaya çalışalım:
“Hastalık olmazsa, şifa kapımızı nasıl çalacak?”
Şifa kapımızı çalmadığı zaman, şifanın ne olduğunu nasıl biliriz? Kıyas kriterimiz nedir? Bizzat yaşanmayan ve talep edilmeyen ve ihtiyaç duyulmayan şifa ne kadar anlamlıdır? Ne kadar içselleştirebildiğimiz bir kavramdır/hakikattir?
Şifa, hastalıktır. Çünkü şifa hastalığı gerektirir.
Şimdi cümlenin diğer kalıbı üzerinden yeni sorularla kafamızı iyice karıştıralım.
Acaba şifa olmazsa, hastalığın öğretici lezzeti/mutluluğu olur mu?
Şifanın olması için hastalık gerektiğine göre, hastalık teşrif ettiğinde onu karşılayacak olan şifa aynı zamanda anlam kazanmıyor mu?
Peki diğer açıdan sorgulayalım:
“Hastalık olmazsa, şifa ne anlam ifade eder?”
O halde yeni kalıbımız öncekinin değiş-tokuş oyunundan başka bir şey değildir:
“Hastalık, şifadır.”
Hastalıkla, farklı labirentlerde hayatı keşfediyoruz.
Hastalıkla, şifa avcısı oluyoruz.
Hastalık, bize “hasta” unvanı kazandırıyor. Hasta olmanın farkını tadıyoruz. Hastalıkla her şeyin anlam dünyamızda, değerler sistemimizde ve semboller algımızda yeniden yapılandığını görüyoruz.
Bu kaliteli derinleşmeyi ve inşa modelini doğru kurduğumuzda, hasta insanları anlama ve empati yapma imkanı elde ediyoruz. Hastalık ve hastane konuları etrafında dikkat kesiliyoruz. Toplumun dörtte birine hitap eden ve bir kısmı süreklilik gösteren hasta iklimine aşina oluyoruz ve kabulleniş kapasitemiz artıyor.
İşte; hastalık, şifadır.
Hastalık fikir düzeneklerimizin geçiş aralığını ve eleme çapını yeniden düzenliyor. Filtrelerimizin kavrayış ve idrak düzeyini yükseltiyor.
"Hastalık, şifadır" dediğimizde, elbette hastalığı hasta olarak hakkını verip yaşayan ve “hasta kalitesi”ni dersine çalışarak elde eden insanlardan bahsediyoruz.
Hastanın dersine çalışması gerekir ki, şifa olsun.
Bu dersler;
1- Çaresiz değilsin.
2- Sabır et, şükür et.
3- Hastalığın tahammülün dâhilindedir.
4- Şikâyetçi olma.
Şeklinde ilk döneme ait dört temel ders üzerinden dört deva olarak Hastalar Risalesi’nden öğrenilebilir.
O halde;
Hastalık=Şifa ya da Şifa=Hastalık.
Hangisini tercih edeceğinizi size bırakalım.
Tebessüm diliyle, "o kadar da tercih hakkımız olsun bari" diyelim.
Demek ki; hastalık, bize şifayı öğretiyor. Şifa ise hastalığın gerekliliğini ve öğreticiliğini öğretiyor.
Hasta olmak, bir şeyi yeni öğrenmektir. Bir bilinmezi görmektir. Bir değişime ve vücut sistemindeki dinamizme, teşhis/tedavi sürecindeki iyileştirici mucizevî karaktere şahit olmaktır.
Hasta, daha duyarlıdır diğer insanlara göre.
Hastanın, anlamlandırma refleksleri daha güçlüdür. Doğru bir yaklaşım ve yöntemle duygu dünyasının zekâsı ve seziş farkı çoğalır.
Hasta, dışarıyla az konuşmayı öğrenir. İhmal ettiği iç konuşmalarına ağırlık verir. Kendisiyle doyasıya konuşur. İhmal ettiği bütün iç konuşmalar ve okumalar nöbet tutar adeta. Bu arada zihni, olumsuz düşünce ve telkinlerin sabırsızlaştıran ve şikâyetçi kılan karşıt düşüncelerinin de cirit meydanıdır. Onlar da yoğun bir yükleme yaparlar menfi cepheden.
İşte birey, iç telkin ve sağduyulu yaklaşımla hastalığı bir nimet ve fırsat görme yaklaşımı ile yaşadıklarını anlamlandırırsa, iç eğitimini de tamamlar.
Olumsuz düşüncelere, çaresizliklere, sabırsızlığa, tahammülsüzlüğe ve şikâyetçi tutumlarına ikna edici alternatif çözümler üretir, onlarla iç diyalog içinde ıslah/iyileştirme kapılarını açar.
Hastalık, yalnızlaştırır, yalınlaştırır, elemeyi öğretir, önceliklerini değerli yapar.
Hasta, zengin iç galerisinde dibe çöker adeta. Orada boğulma riski de yaşar. Diğer taraftan derya-deniz ummanda yüzmeyi ve deniz diplerinde saklı kendi hakikat incilerini kendi ruh cevherinde keşfetmeyi de sağlayabilir.
Hasta, sabır yaşar, öğrenmekten eyleme geçer.
Hasta, yediğini daha çok sevmeye ve kıymetini bilmeye alışır.
Hasta, suyu farklı içer, havayı farklı teneffüs eder. Geçmişin özlemleri ve mutlulukları hayal dünyasında yeni bir gösterimle vizyona girer. Tebessümlü hatırlayışlardan sonra kavşakta bir risk bekler.
O özlemle üzülmek, eseflenmek ve kaybedişe ağlamak, ya da o yaşanmış mutluluk öykülerinin kıymetlendiren bu sürecinde bile onunla mutlu olacak zihin ve hayal dünyasını pozitif düşünce ile bezemekle mümkündür. Bundan sonra da o günlerin davetine hazırlanırcasına yine umutla, moralle, tebessümlü bir sabır ve şevkle bulunduğu anı değerli görür.
Hasta, eriyen günahlarıyla ve eriyen hırslarıyla daha bir naiftir. Şükretmeyi de bir nimet olarak öğrenmişse eğer, hasta olmanın kaliteli hissedişini daha çok yaşar.