Önceki gün kendi kendime Üstadın Lemalar Risalesinin 17. Lemasının 12. Notasında “Benim sû-i ihtiyarımla ömrüm ve gençliğim zayi olup gitti” diye başlayan duasını esas alarak aynı vaziyeti hayal etmeye çalıştım.
Öldüğümü ve ruhumun vücudumu terk ettiğini düşündüm. Ruhsuz kalan cesedim yıkanıyor ve kefenlendikten sonra tabuta bindirilerek mezara götürüldüğümü farz ettim.
O halette ölmüştüm ama öldüğümün farkında bile değilim. Evet, belki bir kısım yakınlarım öldüğümü haber almış ve benim için ağlıyor olsa da bunların hiçbirinden benim haberim yok.
Cesedimi taşıyıp kabre götürenler itina ile tabuttan çıkarıp beni kabre koydular ve üzerime bir metreden fazla toprak atarak ve küreklerle de iyice sıkıştırıp üzerine birazda su dökerek bırakıp gittiler.
Ben orada yalnız ve kimsesiz, elimi kaldıracak, parmağımı oynatacak gücüm yok. Hatta bunları düşünecek hayalimi bile kaybetmiş bir vaziyetteyim.
Üzerine titrediğim ve sürekli bakım yaptığım bu vücudum dağılmaya başlamış, hücrelerim birer birer koparak toprağa karışıyor, kemiklerim birbirinden ayrılarak mezar içinde dağınık bir vaziyette dururken kendime baktım.
Sıfır güç diyebileceğim bir noktadayım.
Aslında her gün akşam yatağa girip uykuya dalınca aynı vaziyete girsem de bu durum hayli farklı idi, burada rüya bile göremiyorum.
Her neyse böyle bir durumda iken bana kim yardım edebilir diye düşündüm.
Dağılan vücudumun zerrelerini bir daha geri kim toplayabilir? Cesedimi terk eden ruhumu tutup tekrar cesedimin içine kim yerleştirebilir?
Çaresiz bir vaziyette kendimi buldum.
Burada bu vaziyette iken İnayet-i İlahiye imdadıma yetişmese ben ne yaparım?
Evet, Allah’ın İnayet sıfatı olmasa ben ve benim gibiler ne yapar, tekrar bu güzel hayata nasıl döner?
Malum inayet; yardım eden, çaresizlerin derdine çare olan ve olmayı seven anlamına gelmektedir.
Yardımı isteyen ve seven olmak yetmiyor. Belki birçok yakınım, gücü olsa beni tekrar oradan çıkarıp hayata döndürmek isteyecektir. Ama sadece istemek ve arzu etmek yetmiyor. O arzuyu ve isteği yapabilecek güce de sahip olmak gerekiyor.
İşte biz insanların sıfır güce düştüğü o elim vaziyette iken bize yardım edecek yeniden zerrelerimizi bir araya toplayıp hücreler haline dönüştürecek ve bu vücudu yeniden inşa edip ruhu bütün teçhizatıyla tutup getirerek onun içine koyacak ve üzerindeki bir metre kalınlığındaki toprağı kaldırıp yeryüzüne çıkaracak bir güç lazım.
Ayrıca sadece benim vücudumu diriltmesi yetmeyecek, benimle beraber tüm sevdiklerimin vücudunu da diriltecek ve onların yaşayacakları bu dünyayı da tekrar yaratacak ve güneşi bir lamba, ayı bir kandil yapacak güce sahip olması lazım.
Bunları düşünürken birden yine Üstadın aynı duanın sonunda Arapça söylediği ve herkesin ihtiyaç duyacağı o dua aklıma geldi: ”Senden başka ilâh yoktur. Sen birsin. Senin hiçbir şerikin yoktur. Dünyada son, âhirette ve kabirde ilk söz: Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur; yine şehadet ederim ki Muhammed (s.a.v.) Allah’ın Resulüdür.” (Lemalar sh. 134) Bu duayı, yani şehadet kelimesini ölmeden önce söyleyebilecek miydim?
Bütün bunları düşünürken birden tekrar Üstadın o duasına döndüm ve şu mısraları vücudumun bütün zerreleri ile söylemeye başladım.
"El-aman, el-aman! Ya Rahmân! Yâ Hannân! Yâ Mennân! Yâ Deyyân! Beni çirkin günahlarımın arkadaşlıklarından kurtar! Yerimi genişlettir! İlâhî, Senin rahmetin melceimdir ve Rahmeten li’l-Âlemîn olan Habibin, Senin rahmetine yetişmek için vesilemdir. Senden şekvâ değil, belki nefsimi ve halimi Sana şekvâ ediyorum” (Lemalar sh. 134) dedim ve bu duayı defalarca okudum. Kalbime bir sürur ruhuma bir inşirah geldi. Allah’ın bana bahşettiği imanımdan dolayı ona binlerce hamd ettim.