Semineri eğitim fakültesi, sınıf öğretmenliği bölümü öğrencisi Yusuf Yaşa sundu. Yaşa meşveret konusunu, “Meşveretin Önemi, İslam’da Meşveret, Meşveretin Usul ve Esasları” başlıkları altında inceledi.
Meşveretin kısa bir tanımı yapıldı. “Meşveretin önemi” bölümünde anlatılanların özeti şöyle: Meşverette sunulan farklı fikirler ve bunların ortak bir akılla değerlendirilmesi sonucu daha isabetli kararlar alınabilir. İstişarenin sünnettir ve Resul-u Ekrem(a.s.m.) istişareye çok ehemmiyet vermiştir. İstişare ile ferdi ve içtimai sıkıntıların pek çoğunu aşılabilir. Ferdî davranışlar çoğu zaman hataya sürükleyebilir niteliktedir.
Meşveret, “Mü’minlerin kendi aralarındaki işleri meşveretledir” ayetinin uygulamasıdır. Meşveretin hakkıyla uygulanabilmesi ve meşveretin sağlıklı bir biçimde işleyebilmesi için hürriyet esastır. Halis bir meşveret ancak kalplerin in’ikasından, ihlâs ve samimiyeti esas alan bir cemaatten ve topluluktan çıkar. İşte meşveret böyle bir heyetin manevi bir ruhu hükmüne geçer.
Müslüman devletlerin parlak dönemleri meşveret ile hareket edilen dönemler olmuştur; Asr-ı Saadet ve selef-i salihin buna en güzel örnektir.
Meşveret şahsi fikirlerini başkalarına kabul ettirme düşünce ve esasıyla değil, doğruyu bulma ve ortak kararı yakalama düşüncesiyle yapılmalıdır. Meşveret yapan pişman olmayacağı gibi işlerini başka nazarlarla incelemeden yapma yoluna gidenler de hayal kırıklığına uğramaya mahkûmdur. Bunun ucu kişinin a’male muvaffak olamamasıyla ye’se düşmesine kadar gidebilir.
Resul-u Ekrem(a.s.m.) “Benim ümmetim dalalet üzerine ittifak etmez.” Buyurmuştur.
Meşveretin olduğu yerde şüpheler azalır ve emniyet duygusu kuvvetlenir. Bir vücudun azaları gibi olmak meşvereti güçlendireceği gibi sağlıklı bir meşveretin olması da bir beden gibi hareket etmeyi, birbirinin gözü, kulağı gibi olmayı ve bir göze bedel yirmi gözle bakmayı sağlar. Risale-ı Nur mesleğinde meşveretle hareketin hayati bir konumu vardır. Zaman cemaat zamanıdır. Şahıslar ne kadar muhteşem de olsalar, yirmi gözle bakan, yirmi kulakla işiten şahs-ı maneviler gibi olamazlar.
İslam’da Meşveret olan ikinci başlığa, müşaverenin hayırlı ve isabetli karar vermede bir anahtar olduğu söylenerek başlandı. İslâm dininde meşveretin yeri anlatılırken; istişare Cenab-ı Hakk’ın emri ve Hazret-i Peygamber’in (sav.) mühim bir sünneti olduğu söylendi. Ayet-i Kerimelerde ve Hadis-i Şerilerde bulunan meşveret ile ilgili noktalar gözler önüne serilirken, meşveretin İslam ümmeti için bir rahmet, doğru yolu tercih edebilmek için ikram edilmiş mühim bir nimet olduğu söylendi.
Resul-u Ekrem’in(a.s.m.) meşverete çok teşvik ettiği ve kendisi bizzat meşveret edilebilecek her konuda istişare yoluna gittiği ve Ebû Hureyre’den(R.A) şu sözler aktarıldı: “Ben Rasûlullah'tan daha çok, ashabıyla istişâre eden kimse görmedim.”
Ardından şunlar söylendi: “Akıl ve zekâ yönüyle insanların en mükemmeli olan Hz. Peygamber (sav.) istişareye bu kadar ehemmiyet verdiği halde, bizim gibi aciz ve noksan kimselerin kendi görüşleriyle yetinip istişare etmemesi büyük bir hatadır.
Evet, Hz. Peygamberin (sav.) sahabeleri ile yaptığı müşaverede kendi görüşünü terk ederek çoğunluğun görüşüne tabi olması onun (sav.) istişareye vermiş olduğu ehemmiyeti ve istişarenin nasıl olması gerektiğini ortaya koymaktadır. Nitekim Uhud savaşından önce Hz. Peygamber (sav.) savaş hakkında ashabıyla müşavere etmiş, kendi reyi Medine’de kalıp müşrikleri karşılamak olduğu halde, ekseriyetin isteği üzerine şehir dışında savaşmıştır.
Nübüvvet gözüyle birçok güzide sahabenin bu savaşta şehit olacağını gördüğü halde meşveretin ruhuna muhalefet etmemek için kendi reyini terk ederek arkadaşlarının reyine tabi olmuştur.
Diğer bir misal; Peygamber Efendimiz. Bedir savaşında, kendilerine en yakın kuyunun başında durdu ve orayı karargâh yapmak istedi. Bu sırada Ashap'tan Hubâb el-Cümuh, Peygamberimize "Yâ Resulullah! Burayı, bir vahiy ile mi seçtin? Yoksa bu bir görüş, bir harp taktiği midir?" diye sordu. Resulullah (sav.); " Bu bir görüş ve harp taktiğidir" buyurması üzere sahabe "O halde Yâ Resulullah! Burası harp için uygun bir yer değil, orduyu buradan kaldırıp düşmana en yakın kuyuya gidelim. Orada bir havuz yapıp içine su dolduralım, geride kalan kuyuları tahrip edelim, düşman istifade edemesin." dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s) "Sen güzel bir fikre işaret ettin" buyurdu ve o sahabenin dediği şekilde hareket etti.
Cenab-ı Hakk’ın emri, Peygamber Efendimizin de mühim bir sünneti olan istişareyi hayatlarına tatbik eden sahâbe-i kiram efendilerimiz ve özellikle de Hulefâ-i râşidîn hazretleri istişâreye büyük önem vermiştir.”
Dendi ve İslam Tarihinden başka örnekler de zikredildi ve İslam idaresinin, hiçbir zaman bir şahsın fikrine ve idaresine münhasır olmadığı dile getirildi. İslâm'daki istişâre sistemi ehil olan kimselerin görüşünü esas alışı açıklandı.
“Meşveretin Usul ve Esasları” olan son başlıkta, meşveretin usul ve esaslarına dair derlenmiş on iki madde sayıldı. Bunlar özet olarak şöyleydi:
1-) Meselelere farklı açılardan bakılmalıdır. Yapıcı olan her düşünce daha sağlıklı karar alınması için bir adımdır. Bunun için bir düşüncenin kabul ettirilmesi değil, farklı düşüncelerin seslendirilmesi esas olmalıdır.
2-) Aranan netice ve gaye, Allah rızası olmalıdır.
3-) İstişare tercih seçeneği olan, hakkında dini kesin hüküm bulunmayan konularda yapılabilir. Dinen kesin hüküm bulunan ve kişilerin bir seçim olanağı bulunmayan durumlarda hakkında meşveret yapılacak bir husus da yoktur.
4-) Amaç Allah rızası olduğundan, istişare için kullanılan araçlar ve ölçüler buna uygun olanlar olacaktır. Keyfi seçimler değil uygun görüşler harmanlanacaktır.
5-) İstişarenin gereği olarak farklı fikirlerin çıkması esastır. Buna aykırı olarak alınmaya çalışılacak her tedbir hatadır.
6-) Farklı fikir sahiplerini çekingenlik veya vicdan rahatsızlığı içine itecek davranışlardan kaçınılmalıdır.
7-) İstişare işe ehil olanlar ile yapılır, aksi durumlar gözünü mühendise göstermek gibidir.
8-) İstişareye katılacak kimselerin hadiste işaret edildiği gibi “emin” vasfına sahip olmalarına dikkat edilmelidir.
9-)istişareye katılan kimsede “emin” olmak mükellefiyetini unutmamalı, hakkın hatırı âlidir hakikatini düstur edinip sadece doğruyu göstermelidir.
10-) Meşverete hazırlanarak ve gerekli dokümanlarla gelinmelidir.
11-) Meşverette sataşma, hakaret ve alayvari konuşmalar yapılamaz. Meşveret tam bir hürriyet ortamı olmalı, fikirler hiçbir tahakküm altında kalmadan söylenmelidir.
12-) Meşveret etmek aynı zamanda Risale-i Nur mesleğinin acz, fakr ve şefkat mesleğini anlamak ve hazmetmektir. İnsan aciz ve fakir olduğunu anlarsa enaniyet ve kibre yönelmez, başkalarının düşüncelerine müracaat eder ve saygı duyar.”
Son olarak şunlar ile bitirildi:
“Ortaya çıkan karar savunucuları, muhalifleri ve karasızları da bağlar. Sonuç her üç anlayış tarafından da benimsenmek ve uygulanmak zorundadır. Çünkü Allahu Teâlâ “kesin karar verdiğinde ise Allah’a dayan”(Ali İmran/159) ayetiyle meşveret sonucuna uymamız gerektiğini emrediyor. Yani karar verilmişse artık hemen tereddütsüz, tevekkülle, emin ve kararlı bir şekilde uygulama safhasına geçilmelidir. Bunun içindir ki, meşveret hakkı bulsa iki sevap var, bulmazsa bir nevi ibadet olan içtihat sevabı olarak bir sevap alır ve hatasından mazurdur. Mesela, Uhud Savaş’ı öncesi meşveretten “meydan savaşı” kararı çıkınca Resulullah (a.s.m) evine gider, zırhını giyer. “Meydan savaşı” diyenlerin bir kısmı gelip görüşlerinden vazgeçtiklerini söylerler. Resulullah “Bir peygambere zırhını giydiğinde artık çıkarmak yakışmaz” deyip bizim de meşveretten çıkan kararlara uymamızı ders veriyor. Ayet ve sünnetten de anlaşılacağı gibi meşveret kararlarına uymak ve uygulamak farzdır. Bununla beraber eğer uygulamayacaksa veya uygulanamayacaksa, durum gerekçeleriyle birlikte meşverete arz edilerek meşveret yeniden değerlendirir. Fakat meşveretten yeni bir karar çıkıncaya kadar, önceden alınmış karara uyulmalıdır.