Risale Haber-Haber Merkezi
1907’de Medreset-uz Zehra projesini Padişaha anlatmak ve bunun finanse edilmesini sağlamak üzere geldiği İstanbul’da beklediğini bulamayan Bediüzzaman, 1910 yılında döndüğü Van’ı merkez tutarak, tüm Doğu-Güneydoğu Anadolu illerini dolaşır.
Bölge, Bediüzzaman’ın “Temmuz’un inkilab-ı mesud”u olarak andığı anayasal monarşiye geçişi sağlayan Kanun-i Esasinin yürürlüğe konması, yaygın tanımlamasıyla “inkılab-ı azim” olarak adlandırılan Hürriyet’in ilanının doğurduğu zihni karışıklık ile çalkalanmaktadır.
İmparatorluğun Avrupa vilayetlerinde sevinçle karşılanan bu büyük değişiklik, Anadolu’da, özellikle de Kürtlerin meskun olduğu bölgelerde büyük istifhamlar doğurmuştur. “Kürtlerin babası” olarak anılan Sultan Abdulhamid’in tahttan indirilmesi ve sonrasında gelişen olaylar, hem aşiret liderleri ve şeyhlerin, hem de sade insanların Hürriyet’in ilanı ile kendi aralarına koydukları mesafeyi arttırmıştır.
Meşrutiyetin ve hürriyetin İslam’a uygunluğu, gayrımüslimlere tanınan haklar, Müslüman toplumların sosyo-ekonomik gelişmelerinin nasıl sağlanacağı, milliyet fikrinin İslam ve meşrutiyetle nasıl ilişkilendirileceği ve İttihad-ı İslam’ın temini gibi konular, iki aylık bir süre içinde te’lif edilen ve 155 soru ve cevaptan oluşan Münazarat isimli eserin muhtevasını oluşturur.
Türkçe olarak 1911’de yayınlanan Münazarat, meşruti geleneğe uygun olarak, sade insana katılımcı bir ruh üfleyerek onlarla “birlikte düşünme”yi temsil eder. Soru ve cevaplara dayalı diyalog dilini kullanan eski Yunan düşünürleri, mesela Plato, bunu kendi pozisyonunu her durumda haklı çıkaracak bir örgü içinde yapar. “Cedel” olarak adlandırılan bu yaklaşımın aksine, yine iddia sahibinin (muallil) tezini ortaya koyması ve savunması, buna karşılık dinleyenlerin (sail) de açık, samimi, dürüst ve kendi pozisyonlarını ve tezlerini tahkim etmek yerine yalnızca gerçeği bulma kaygısıyla soru sordukları bu diyalog, bir “birlikte düşünerek” doğruya ulaşma çabasıdır. Bu yüzden Münazarat olarak adlandırılmıştır. Bu anlamda Münazarat, sade insanı siyasi karar verme sürecinin meşru ve ehil bir aktörü olarak değerlendirmenin, dolayısıyla Meşrutiyetin katılımcı ruhunun pratik bir temsilidir.
Bediüzzaman, Urfa’da problemlerini sorduğu bir köylünün “Ağam bilir” cevabı üzerine, “O zaman ben de, senin ağanın cebindeki aklınla konuşuyorum” diyerek, Kürtleri akıllarını kullanmaya davet eder ve bir sözü kim söylerse söylesin akıl süzgecinden geçirmeye davet eder. Kürtler nezdinde İslami Aydınlanmanın öncülüğünü yapar. Böylece, aşiret, tarikat, cemaat, şef, ideoloji, örgüt ya da devlet adına geliştirilen önermelerin bireysel aklın süzgecinden geçirilmesinin önemini vurgular.
Problem alanları da, bunların çözümleri de birlikte düşünülüp tartışılmakta, “sahipsiz bir kavmin” sahipsizliğinin nasıl giderilebileceği somut olarak ortaya konmaktadır. Bediuzzaman’ın Münazarat’ı, demokratik düşünce tarihinin paha biçilmez klasiklerinden biridir. Bu klasik eserde milliyet fikrinin İslam ve meşrutiyet/demokrasi ekseninde tanımlanarak kavranması, bize bugün bir arada barış içinde yaşamak için gerekli “birlikte düşünme” sürecinin ana parametrelerini de ortaya koymaktadır. Yeni Anayasa, böyle bir sürecin ürünü olduğunda umumi kabule mazhar olacaktır.
Münazarat’ın ilk sorusu, İstanbul’da bunca yaşadıklarından sonra kendilerine getirdiği şeyin ne olduğudur. Bediuzzaman’ın cevabı sadedir: “Müjde getirdim.” Münazarat’ın müjdesine, tüm akillerin ihtiyacı bulunmaktadır. O yüzden, yayınlanışının üzerinden yüz yıl geçmiş olsa da, şimdi Münazarat zamanıdır.
İLGİLİ HABER:
Said Nursi'nin Münazarat konferansına davet