Bugün dünya o kadar hızlı dönüyor ki, her gece bir çağ kapanıyor.
Saniyelerle atlıyoruz paralellerle meridyenlerden. Yeni paradigmaların yükselişi ve düşüşüne müdahale etmeye, onların sosyolojisini oluşturmaya, analizlere sentezlere vakit yok. İdeolojiler dahi tükeniyor sabaha kadar. Arzu, haz ve şiddetin şehvetle tüketildiği bu nihilist dönemde, varoluşu anlamlandıracak evrensel dilin alfabesi siliniyor harf harf.
Belki de artık dünyada 'yeni' diye bir şey de yok. Her şey iç içe. Yeni diye baktıklarımız çoktan eskimiş gitmiş ya da eski sandıklarımız yeni bir versiyonla geri gelmiş. Nereye baksak böyle.
Neo-ittihatçılık, neo-nazizm, neo-kolonyalizm, neo-anne, neo-insan... Bu 'neo-dünya'nın izlek temalarından biri küreselleşme olgusu. Fakat o da günden geceye bambaşka boyutlar kazanıyor. Kimlerin bu sabah aktörleşeceği, akşama dek kimlerin küresel değerler havuzunda boğulacağı belli değil.
Kavramların iflası kadar ve denklemlerin çok bilinmezliği kadar belirsizlik de hâkim bu zamanın ruhuna. Belirsizlik, bu küresel havuzun su seviyesine de etki ediyor. Kimi aktörler sığ sulara balıklama dalabiliyor, kimileri havuzun en derin tarafında boy vermeye kalkıyor, bir türlü zemine değdiremediği ayaklarıyla...
Batı'nın Rönesans ve Reform çağından beri, sanayi devrimiyle başlayan uzun dönemdeki köşe taşlarından biri kuşkusuz imparatorlukların yıkılışını tetikleyen milliyetçilik dalgasıydı. Ulus devletlere giden sürecin de en güçlü tezahürlerinden biri, belki ilkiydi, Fransız devriminde sloganlaşan: 'Özgürlük eşitlik kardeşlik' mottosu.
Bugünün küresel havuzundan baktığımızda, havuzu dolduran en tazyikli suların da bunlar olduğu görülüyordu, daha dün akşama kadar: Hümanizm, insan hakları, Marksizm, laiklik, eşit vatandaşlık, azınlık hakları, anayasal eşitlik, vatandaşlık, vicdan özgürlüğü, bireyselleşme, görecelilik, pozitivizm... Bunların tezahürüyle en kanlı katliamcılarla, en aşağılık zorbalar da sahne almıştı ama.
Doğu Batı ekseninde son yüz elli yılını bir bölünmüşlük algısıyla tamamlayan bizler, hızlı takvim yapraklarına göre, belki sadece birkaç dakikadır, bu bölünmüşlüğe karşı bir direniş dili geliştirmeye başladık. Siyasetin, konjonktürün, stratejik ortaklığın filan çok ötesinde bir motivasyonu var bunun: Muhteşem karmaşalarımızın ruhunu keşfediyoruz yeniden.
Farklılık ve çeşitliliğin bizi ayıran değil, tamamlayan, bütünleyen yüzüne bakıyoruz uzun zaman sonra ilk kez. Toplumsal karşıtlıklarımızı kaşıyarak bizi cumhuriyet boyunca çatıştırmış ceberut resmî söylem, kendi içinden yıkıldıkça, adalet ve hakkaniyetin dilini ne kadar özlemiş olduğumuzu fark ediyoruz.
Kendimize zıddımızla baktığımızda (Doğu-Batı, sağ-sol, Alevi-Sünni, Türk-Kürt, modern-muhafazakâr vs.) bizi çatıştıran dilin tahakkümünü ezbere kabulleniyorduk. İki kutuplu dünya algısı bizi de bölmüştü. Bu, soğuk savaşın diliydi. Bir zamanların küresel havuzu bu iki kutuplu dünyayı barındırırken bizleri de zihinaltımızda bölüp duruyordu.
Gelgelelim: Kendimize çokparçalı baktığımızda, yani bölünemeyecek kadar çeşitli, renkli, kıvrımlı, karmaşık olduğumuzu gördükçe, küresel havuzun dibine çöken tortularda bambaşka evrensel değerler olduğunu hatırladık.
Dipleri dalgalandırdıkça, havuzu kendi rengine boyamaya başlayan bu evrensel değerler, yüzeye çıkmak için bir vakti bekliyordu belki. İronik biçimde, bugünün evrensel sanılan küresel değerlerinin dibe çökmesini...
Evet, artık havuzdaki tortular, çökeltiler, dip akıntılar hareket halinde. 'Hakikatin hareket hali,' yeni bir dalgalanma başlatmış. Doğu'daki batının, Batı'daki doğunun iç içe geçtiği, göreceliliğe dayanan tüm neden sonuç ilişkilerinin muhteşem karmaşalarımızın ruhuyla süpürüldüğü yer burası. Buradayız. Birlikte.
Aynı hikâyenin içinde olduğumuzu hatırladıkça farklı halklar, inançlar, kültürlerin 'kendi olma halleri'ni daha net tanımlamaya da başladık. Artık burada 'medeniyet tasavvuru' gibi sözcükler daha sık uçuşuyor. Peki, ben neresinden bakıyorum bu tasavvura?
Küresel havuzdaki evrensel değerleri en güçlü hissettiğim yerden, Kâbe'den. Müslüman halkların diktatörlerine karşı direnişinin başladığı ama sefalet ve yoksulluğun daha görünür olduğu, zalimle mazlumun iç içe geçtiği bir dönemde, küresel dönüşlerimizin evrensel çekirdeğinden.
Atom parçacıkları gibi fıtri dönüşlerimizin yönsüzlüğünde. Etrafında kibirle yükselen binalara, çevresinde dikilen gökdelen putlarına rağmen Kâbe: Hepsini taşıyor, kaldırıyor, tutuyor. Doğu Batı ve tüm yönlerin buluştuğu bu sinede, geçmişler birleşiyor şimdi'de. Ve diğer zamanlar. Bizi nostaljiye değil, diriliş için bir başka şeye çağırıyor Kâbe. (Devam edeceğim.)
Zaman