Sesli veya içinden, Kur’ân’dan bir sûre, bir sayfa, bir aşir okuduktan sonra mü’minlerin söylemeyi itiyad edindikleri bir sözdür “Sadakallahu’l-azîm.”
Bu sözle, bir bakıma, Kur’ân’a olan imanımızı yeniler; o an okunmuş âyetlerin hepsine iman ettiğimizi, âlemler Rabbinin muhakkak doğruyu söylediğini ifade ve ikrar yoluyla tasdik ederiz.
Allah doğru söyler. O, Kelâm-ı Ezelî’sinde ne söylemişse doğrudur. Ve O’nun Kelam-ı Ezelî’sinde söylediği bir hakikat, insanın hayatının her senesinde ‘bir veya iki’ büyük sınanma yaşadığıdır.
Dönüp hayatımıza baktığımızda, bunu hepimiz görürüz. Hayatın her günü, hatta her saatin içinde bile hüzün ile sevinç arasında salınmalarla geçen ömrümüzde, bu nisbeten küçük hüzün ve sevinçlerin üstünde, bütün bir yıla damgasını vuran bir veya iki büyük hüzün dalgası vardır. Her sene, bizi haftalar ve aylar boyu meşgul eden, hatta etkisi sonraki yıllara, dahası bütün bir ömre dahi yayılan bir veya iki musibet ve sınanma yaşar her insanoğlu. Rabb-ı Rahîm, kulları için böyle dilerken, bunu onlara bir zorluk olarak dilemez ama. Bilakis, böylesi sınanmalar ‘tevbe’ ve ‘tezekkür’ içindir. Yani, yaşanan hüzünler, ya yanlış giden birşeyler olduğunun, hayat arabasının emniyet şeridini de aşıp şarampole yakın yerlerde seyrettiğinin, tekrar yolun ortasına dönmemiz gerektiğinin uyarısı gibidir; yahut, unuttuğumuz Hakikate dair bir hatırlatma...
Sözün kısası, her insan, hayatının her günü ve her saati yaşadığı irili-ufaklı nice sınanmanın yanısıra, hayatının her yılı bir veya iki büyük sınanma yaşar. Mü’min ile kâfiri, mü’min ile münafıkı ayıran, bu sınanmayı nasıl karşıladığı ve ondan nasıl bir sonuç devşirdiğidir. Sınanmadan mü’minin hissesi, tevbe ve tezekkür olur; ve zaten musibet bu sonuç hasıl olsun diye murad olunmuştur. Ama aynı sınanmadan münkirin veya münafıkın hissesi, ne bir geri dönüş, ne bir uyanış ve hatırlayıştır. Bilakis, ya bir isyan ya bu kadar açık bir uyarılmaya rağmen yine yüzü yere dönük bir yürüyüş, yine nisyan, yine nisyan.
Kendi namıma, dönüp hayatıma baktığımda, neredeyse elli yıla yaklaşan hayatımın her senesinde, âlemler Rabbinin Tevbe sûresinde haber verdiği bu hakikatin eserini görüyorum. Bir yıl yok ki, içinde bir büyük sınanma, bir büyük hüzün sebebi olmasın. Ama yine bir yıl yok ki, içinde sadece büyük sınanmalar, sadece büyük hüzünler olsun. Bilakis, İnşirah sûresinde bildirildiği üzere, hep ‘usr’dan sonra ‘yüsr’ gelmektedir hayatımızda; genişleme-daralma-genişleme-daralma-genişleme derken, hep bir zorluktan sonra kolaylık gelmekte, onu bir zorluk ve sınanma dalgası takip etmekte, sonra yine kolaylık gelmektedir. Zorluk, iki kolaylık arasındadır; iki zorluğun, arada bir kolaylık olmadan üst üste gelişi de vâki değildir.
Geri dönüp baktığında ise, eğer isyana ve nisyana değil, tevbeye ve tezekküre vesile kılabilmişse eğer, o zor ve gece gibi karanlık zamanlardan, hayatın tamamına yayılan ve gözün siyahı gibi aydınlık sonuçlar hasıl olabildiğini görüyor insan. Nice nice hakikati, o zorluklar, sınanmalar, musibetler içerisinde farkettiğini. Açılmamış, inkişaf etmemiş nice hakikat çekirdeğinin o musibetlerin tahriki ve tazyikiyle kabuğunu çatlatıp önce boy, sonra da çiçek ve meyve verdiğini...
Meselâ, daha önce defalarca okuduğu halde derûnunda seyr ü sefer edemediği bir sûreyi, bir âyeti, bir kıssayı musibetlerin tazyiki içerisinde keşfettiğini...
Daha önce gözü okuduğu halde zihninin ve gönlünün farkedemediği bir hadisin, bir sünnetin, bir Asr-ı Saadet hatırasının, küçük veya büyük, bir musibetin tazyikiyle sırrını insana ifşa ettiğini...
Esma-i hüsnadan nice nice isimleri, böylesi musibetlerin tahrikiyle, ilmelyakînden öte, aynelyakîn, hatta hakkalyakîn bilip keşfedip iman ettiğimizi...
Böyle bakınca da, ister bir yılını doldursun, ister ayını, ister haftasını, gününü veya saatini, yaşadığı bir hüzne, bir musibete, bir sınanmaya geride bıraktığı ders, ibret ve hikmet cihetiyle bakıyor insan. Ve musibetin bıraktığı hakikat meyveleriyle, musibetin hüznünden sevinç devşiriyor.
Nitekim, bakıyorum da, Kur’ân’dan bir sûre, bir âyet, bir kıssa, bir nükte açılıp inkişaf etmişse hayatımda, hepsinde yaşanmış veya yaşanan sınanmaların hissesi var.
Sözün kısası, musibet bir hakikatin inkişafına vesile ise, ona hüzünden ziyade sabırla mukabele etmeli.
Asıl, bir musibetten bir nasihat hasıl edemeyişimize üzülmeli...