Haber ve Tercüme: Alper Soylu
RİSALEHABER-ÖZEL
Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin talebelerinden Said Özdemir ağabey geçtiğimiz aylarda Singapur’u ziyaret etti. Ziyaret sırasından Vizier adlı dergi Said ağabeyle röportaj yaptı:
Vizier ekibi geçtiğimiz ay seksenlik iki zatla görüştü: Biri Said Özdemir –Bediüzzaman Said Nursi’nin (r.a.) hayattaki bir talebesi-, diğeri Singapur eski başbakanının hanımı…
Said Özdemir, bütün hayatını Risale-i Nur’un neşir ve talimine vakfetmiş, günümüzün mühim hocalarındandır. Kendisi Singapur’u ziyaret etti. Lakin maalesef hiçbir medya kuruluşu, bizi ziyaret eden böyle mühim bir zata ehemmiyet vermedi. Biz de bu boşluğu doldurmak istedik…
***
Vizier, Said Özdemir ile görüştü.
“Yürüyen bir Risale-i Nur”
Yazar: Hasbullah Şafi’i
Büyük bir kısmında sadece dinlediğim, nadiren konuştuğum beş saatlik görüşmenin gayet sonlarında ona sordum: “Neden Risale-i Nur bu kadar ehemmiyetli?”
Muhammed Said Özdemir Türkçe olarak verdiği cevabın sonlarında açıkça hatırladığım mealen şu ifadeleri söyledi:
“İmanı kurtarmak için! İmam-ı Ali (r.a.) Rasulullah (s.a.v) den naklen diyor ki: ‘Eğer sen birini imanını kurtarmaya vesile olsan, bu senin için yüz kırmızı deveden daha hayırlıdır.’ Başka bir rivayette: ‘Semavat ve zemindeki her şeye malik olmaktan daha hayırlıdır.
Risale-i Nur size Kur’an’dan bir nur verir. O size tefekkür kuvveti ve fikir açıklığı verir. Ve imanınızın etrafında pusuya yatmış şüpheleri def’ eder. İmanınızı kuvvetlendirir. Eğer onu başkalarına da öğretirseniz siz birinin imanının kurtulmasına ve kuvvetlenmesine vesile olmuş olursunuz. İşte bu, semavat ve zemindeki her şeye malik olmaktan daha hayırlıdır...”
Biz Vizier’de beş ay önce (16. Sayı) Bediüzzaman Said Nursi’nin Kısa bir tarihçesini yayınladığımızda, onun hayattaki talebelerinden biriyle görüşmeyi Allah'ın bize nasip edeceği, hiç hatırımızda yoktu. O, yüzünde tezahür eden nurani bir merhamet ve etkileyici duruşuyla seksen yedi yaşında bir zat… O, biz amilerle 5 saat birlikte oturdu. Bediüzzaman Said Nursi ve Risale-i Nur’la alakalı tecrübeleri ve hatıratı hakkında her şeyi sabırla izah etti. Biz teessüf ediyoruz ki, onun anlattığı harika deneyimlerinin hepsini yayınlamaktan aciziz.
Mülakattan önce işitmiştim ki, Muhammed Said Özdemir, ‘Üstad’ yahut ‘Şeyh’ veya herhangi bir ihtiram ifadesi ile tavsif edilmeyi sevmez. Ve bana denildi ki, eğer ona hürmetkâr bir ifadeyle hitap etmek istiyorsam, yalnız isminden sonra Abi kelimesini ekleyebilirim ki, Türkçe büyük kardeş demektir. Telefonda, bana görüşmeyi ayarlayan kişiye, Onun gerçekten Bediüzzaman Said Nursi’nin doğrudan bir talebesi olup olmadığını sordum. Aldığım cevap: O yedi yılını Üstad’dan ders almaya harcamış. Ve kendini yalnız Kur’an’ın ve Risale-i Nur’un bir müridi addediyor. Bu iki malumat şu acib neticeyi veriyordu ki, görüşeceğim kişi, Âlem-i İslam’ın en mühim şahıslarından biriydi.
Erkeklerin sohbet için biraraya geldiği daireye girdiğimde akşam yemeği yeniyordu. Apartman dairesinin bu küçük salonu tamamen dolmuştu. Herkes yerde oturuyordu. İlk yedi saniye, Said Abi’nin kim olduğunu teşhis edemedim. Risale-i Nur’un mühim bir talebesi addedilen çok yaşlı bir zatı küçük bir misafirhane salonunda ayırt etmek için, yedi saniye oldukça uzun bir süre olmalıydı. Böyle bir zat dahi hiç nazara çarpmıyordu ve oysaki bu misafirhane dairesinde de nazarı dağıtacak kadar bir genişlik yoktu. Mütevazi’ duruşu, sükuneti ve yerde oturması sebebiyle onu güçlükle seçebildim. Hatta bir an, onun henüz gelmemiş olduğunu düşündüm. İşte bu İslamdı! Ben, herkesin yerde oturduğu o odada eşitliği gördüm. Biz onu fark eder etmez o da bize hoşamedi etti ve sofraya dâhil olduk. Hakikatdar bir âlimle birlikte yemek yemek sünnet ve çok sevaplı bir iş…
Mustafa Kemal’e karşı, Şeriatı geri getirmek için yapılan isyancı hareketler hakkında konuştuğunda, ona IŞİD ve benzer cereyanlar hakkında sorduk. O, IŞİD’i kınadı ve Üstad Bediüzzaman’ın anarşi ve ayaklanmaları asla desteklemediğini söyledi. “Bu İslam değildir ve Şeriatı getirmek bir yana, keşmekeşe sebebiyet verir. Bu, Şeriatı getirmenin yolu değildir.
Arap asıllı olduğu için Arapçayı çok iyi konuşuyor. Sekiz yaşındayken ailesi Ankara’ya taşınmış. Türkçe bilmiyormuş ama bir yılda kavramış. Bu nedenle Türkçesi anadili gibi iyidir. İngilizce bilmiyor.
Tercümanımız olmasa da onun sohbetinden istifade etmiş olmalıyız. Nasıl ki, bir adam bir veliyullaha intisab edip ders almak için gitmiş. Lakin bir kelime dahi konuşamadığından derdini büyük bir şeyhe şikâyet eder. Şeyhin cevabı şöyle olur: “Onun sükûtundan istifade edemediysen, hangi sohbetinden istifade edebilirsin ki?” Bu nükte, bir hakikat adamını ziyaret eden birisinin, aklında tutması gereken önemli bir husustur. Göz ve kulaklar, lisandan ziyade bir role sahip. Zaten biz de fazla soru sormadık.
Öğrencilik döneminde bir mühendislik bölümünde bir müddet okuduktan sonra okulu bırakır. İş aramaktadır. Dini konularda kendini yetiştirmek ister. Diyanette bir iş bulur. Orda yapılan görüşmede sorulan suallerden birisine verdiği cevap çok beğenilir ve memur olarak işe alınır. Sual şudur: 'Kur’an-ı Kerim radyodan kahvehanelerden okunuyor. Bu günah olmaz mı?' O da der: 'Kelâm-ı İlâhî kahvede okunursa belki oradakilerin ıslahına vesile olur. Orada okunması Kur’an’a bir nakise olmaz."
Ankara’da çalışırken Mehdi olduğunu iddia eden biriyle tanışır. Said Abi onun gerçekten Mehdi olduğuna inanır ve intisab eder ve iki yıl onun peşinden gider. Daha sonra Said Abi ve pederi bu adamın Bediüzzaman’la görüştürülmesi gerektiğini düşünürler. Bediüzzaman, adamın gerçekten Mehdi olup olmadığını teşhis edecektir.
Said Abi, babası ve Mehdiyet iddia eden adam, Said Nursi ve talebelerinin yorulmaksızın Risale-i Nur neşrine çalıştığı Isparta’ya doğru yola çıkarlar. Said Abi, Üçüncü Said’le tanışmak üzere olduğundan habersizdir. Üçüncü Said; Said Nursi’nin, artık İslam’ı müdafaa adan bir Üstad-ı Kamil olduğu, Müslümanların imanlarını muhafaza için durmaksızın kalemiyle çalıştığı, aleyhine cereyan eden mükerrer mahkemelere yorulmaksızın direndiği üçüncü devresidir. Onun ve talebelerinin kalemleri, gece ve gündüz Allah ve Resulü (s.a.v) için çalışıyordu.
Burada ehemmiyetle belirtmek gerekiyor ki, Risale-i Nur, kalem vasıtasıyla Allah’ın sevk ve ilhamıyla kazanılmış en büyük zaferlerden biridir. O kalem ki, biz hep Rabbimizden onu bekleriz, bir kalem ki, nurlar dökülür. Öyle bir kalem, tedarik edilmez belki semavattan teslim alınır.
Üçünün Isparta’daki eve vardıkları gece, birisi kapıyı açar ve Mehdiyet dava eden şahıs der: “Ben Mehdi’yim ve Rasulullah’tan selam getirdim. Ve Said Nursi’yle görüşmek istiyorum.” Üstad’ın talebesi, onları kibarca reddeder ve Üstad’ın istirahat ettiğini ve gecenin bu saatinde ziyaretçi kabul edemeyeceğini söyler. Kapıyı ikinci çalışta, başka bir talebe cevap verir ve gitmelerini rica eder. Mecburen ayrılırlar ve bir otel bulurlar. Yolculuğu tamamlayıp suallerine cevap bulabileceklerinden bifikir, geceyi otelde geçirirler.
Ertesi sabah, Üstad’ın talebelerinden biri onları ziyaret ederek, Üstadın yalnız ikisini kabul ederek görüşmek istediğini söyler. Çok geçmeden Said Abi ve babası, önceki gece geldikleri evin kapısının önünde kendilerini bulurlar.
Daha hiç tanışılmadan, Bediüzzaman’ın, Said Özdemir Abiye söylediği ilk sözler şudur: “Ben yetmiş sene önce, Allah’tan seni istedim. Şimdi duamı kabul etti ve seni gönderdi.” Said Abi ve babası şaşkınlık içinde oturur ve Bediüzzaman’ın bu duaya dair hikayesini dinlemeye başlarlar. Üstad yetmiş sene önce, Said Özdemir Abi’nin, memleketi Tillo’yu ziyaret eder. Meşhur bir velinin türbesinde Allah’tan, ona lieclillah hizmet edecek bir yardımcı ister. O zamandan beri kimse gelmemiş ve şimdi ilk defa, Said Özdemir Abi, Allah yolunda gitmek için Bediüzzaman’a gelmiştir. Bu mucizevari hikayaden memnuniyetle Üstad’ın, kendi hayatı ve Risale-i Nur hakkında anlattıklarını dinlemeye başlarlar. Onlar, daha sonra onların buraya gelme sebebi olan suali sormayı unuttuklarını fark ederler.
Beraber geldikleri adamı Üstad'a sorunca Üstad, o adamın Mehdi değil belki bir meczup olduğunu söyler. Meczup, Allah aşkıyla cezbeye gelip cezbe ve sürekli ibadet sebebiyle, kendisinde halkın nazarında acayip haller peyda olan kimseye denir. Ehl-i tasavvuf havassı, bunlar hakkında; "Onları reddetmeyiz ama takip de etmeyiz." derler. İşte hakikat cihetinde, bir meczup, Said Özdemir Abi'nin Allah yolu arayışını cevaplamış ve onu Bediüzzaman'a götürmüştü. Onu orda bırakmış ve kendi yoluna dönmüştü. Belki hiç bilmiyordu ki, meczubu Bediüzzaman'a götüren, Said Abi ve babası değildi; bilakis meczup onları bilmeden Bediüzzaman'a götürmüştü. Ve onun makamından yukarıda olan Bediüzzaman, daha onlar önceki gece kapıdayken zaten bunları biliyordu.
Bu mucizevari ilk ziyaretten sonra Said Özdemir Abi, Üstad'ı devamlı ziyaret etmeye başlar ve Risale-i Nur'un kitabet ve teksiri gibi hizmetleri öğrenir. Bu sıralarda Bediüzzaman kendi tarihçesini yayınlamaya niyetlenir.
Talebelerine der ki; "Benim hayatımı anlattığım bir çok mektuplarım var. Onları biraraya getirdim. Sizden mektuplarımla birlikte külli bir çalışma ile hayatımı yazmanızı istiyorum. Yalnız bir şartla: Sadece müşahede ettiğinizi ve doğru olarak işittiğinizi yazacaksınız. Mübalağa yapmayacaksınız.
İlk nüsha hazır olduğunda Üstad, Said Özdemir Abiye gelir ve ona verir. Sonra der ki: "İki seçeneğin var: Ankara'ya gidip bunu tab'edebilirsin ve bunu yaptığında tutuklanacaksın. Yahut tab'etmemeyi seçebilirsin, o zaman tutuklanmayacaksın." Said Özdemir Abi tab'etmeyi seçer.
Hemen Ankara'ya gider ve Tarihçe'yi basar. İki yıl geçer ve başka sebeplerle tutuklansa da Tarihçe halen hükümetin hücumu altında değildir. Said Abi bize anlattı ki, kendisi Bediüzzaman ve Risale-i Nur'a irtibatından dolayı dokuz defa tutuklanmış ve yedisinde Bediüzzaman'la birlikte hapse girmiş. Bediüzzaman diğer dünyaya irtihal ettiğinde, Said Özdemir Abi Urfa'daki cenazeye iştirak edememiş, çünkü hapisteymiş. İşte o bu nedenle, Risale-i Nur ve onun harika müellifini ve nasıl Bediüzzaman ve eserlerine baskı yapıldığını bizzat tecrübe etmiş. Çünkü o da baskı altına alınmış. O, Medrese-i Yusufiye'de (a.s.) tahsil görmüş biri. Medrese-i Yusufiye, Said Nursi'nin (r.a.) hapishane için sıkça kullandığı bir tabir.
Bediüzzaman hiç korku, keder ve endişesi olmadan dar-ı bekaya irtihal eder. Said Abi polisin neden hala onu aramadığını merak etmektedir. Dört yıl daha -toplam altı yıl- geçince, Tarihçenin bütün Türkiye'de intişar ettiği zaman, nihayet polis onu aramaya gelir. Mustafa Kemal'le ilgili beğenmedikleri bir paragraf yüzünden muhakeme edilir. Suçlu bulunur ve bir buçuk yıl hapis yatar. Buna şaşırmamıştır çünkü üstadı onu altı yıl önce bilgilendirmiştir. Aynı Tarihçe, günümüzde birçok dilde basılmış ve bütün dünyada intişar etmiştir. İngilizce versiyonu Şükran Vahide tarafından yayınlanmış. Böyle bir eserden dolayı, ancak Said Özdemir Abi'nin cesurane gayreti ve azmine teşekkür ediyoruz.
O zamandan beri Said Abi, bütün dünyaya Risale-i Nur'u anlatmak için seyahat etmekte, Risale-i Nur'un basılması, tercüme çalışmalarının başlatılması ve tamamlanması gibi hizmetlere devam etmektedir. Ve onun, doğumundan önce Said Nursi'nin Tillo'da yaptığı duayla başlayıp bir meczupla devam eden dağdağalı hayatı, günümüzde, Bediüzzaman Said Nursi ve onun harika hayatı ve mucizane eseri Risale-i Nur'a eşlik ettiği zamanki kadar, fa'alane devam ediyor.
O akşamki sohbete katılan kişilerden işittim ki, Risale-i Nur, günümüzde elliden fazla dile çevrilmiş. Daireden ayrılmadan önce bize, Risale-i Nur'u öğrenmeyi ve öğretmeyi tavsiye etti. O, tamamen Allah, Muhammed (s.a.v) ve Kur'an'a ve bu hayatı Allah ve Resulü için yaşamaya dair bir eser. Allah'a itaate, O'nun ve Resulünün (s.a.v.) sevgisiyle, ahiret yolculuğuna hazır olarak yaşamanın gaye ve manası hakkındaki şüpheleri defediyor.
O kuvvetli...
Biz bu nedenle tüm okuyucularımızın, Risale-i Nur'u ve Bediüzzaman Said Nursi'nin Tarihçesini okumalarını arzu ediyoruz. O, bir müslümanın imanını arttırıyor.
O kuvvetli...