Herhalde çok merakından olacak ki Risalelerin yayınlanmayan kısımlarını temin edip okumaya bir zamanlar çok önem verirdim. Fırıncı abinin Trabzon'a gelişlerinde mutlaka çantasından bazı kısımların fotokopisini almışımdır. Münazarat'ın ilk kısmı ile "inna'a teyna'nın sırrı" bunlardan ikisidir. Merak ettiğim 'Kızıl İ'caz'ı da Badıllı abinin Mesnevi tercümesinin sonunda görünce, epey sevinmiştim. 2000'li yılların sonuna doğru Ümit Şimşek Beyin Mesnevi tercümesi de hemen temin edip okuduklarım arasındadır.
Ümit Şimşek Beyin Mesnevi tercümesinde geçen ve notlarıma aldığım bazı kısımlarını paylaşmak isterim.
"Hikmet de her şeye, o şeyin miktarınca feyiz verir. Nitekim 'karınca kaderince' denmiştir. Denizden alınan su da ancak kabın büyüklüğü kadardır."
Burada geçen 'karınca kaderince' ikilemesi, hem kinayeli anlatıma hem de kaderin hikmet noktasını izaha, verilebilecek en şâhane bir misaldir.
Kitabın 481. sayfasında geçen bölüm:
"Görmüyor musun ki Avrupalı, Muhammed Aleyhisselâm'ı inkâr eder. Fakat sulandırılmış Hristiyanlıkla ve kendilerine has olup millî âdetleri ile imtizaç etmiş medeniyetleri ile tesellî bulur. Onun için, ruhunda bazı güzel ahlâk-ı dünyeviye ve dünya hayatına müteveccih bazı yüksek himmetler bulunabilir. Bu tesellî sayesinde de ruhunun zulümatını ve kalbinin yetimliğini görmeyebilir."
Yine 322. sayfasında geçen bölüm:
"Fasık medeniyet öyle dehşetli bir riyâ meydana çıkarmış bulunuyor ki medenîlerin ondan kurtulması pek zordur. Zira riyâya 'şan ve şeref' ismini vermiş, insanı milletlere karşı mürâi yapmış ya tıpkı şahıslar için gösteriş yapar gibi unsurlar için tasannuu'da bulunmaya sevk etmiştir. Gazeteleri buna ilâncı, tarihi de alkışçı ve tezahüratçı yapmış; gaddar hamiyet-i cahiliye desisesiyle mütemerrid unsuriyet hayatına rağbet vererek ferdin ölümünü unutturmuştur."
Bugün Avrupa'nın ve Hıristiyanlığın aldığı son vaziyeti ve Avrupa medeniyetinin de uyutucu fantaziyelerden sonra "ruhunun zulümatına ve kalbinin yetimliğine" ve 'ölüme' bulduğu çare ancak böyle izah edilebilir.
2002 yılında rahmetli olan Pakistanlı profesör Hamidullah Hoca, epey zaman uzak kaldığı Nurları nihayet okuyunca, "Ben geçen asırlardaki âlimlerin eserlerini okuduğumda, Risaleleri okumamış oluyordum. Ama Risaleleri okuyunca gördüm ki Risaleleri okuyan onları da okumuş oluyor. Çünkü onların özünü, esasını Üstad ya onlardan birer cümle ile ya da değişik izahlarla bize veriyor" tespitinde bulunmuştu.
İşte bu Mesnevi-i Nuriye tercümesinde 10. yüzyılda yaşayan ve fevkâlede hitabından dolayı 'nâtık'ul hikmet' olarak da anılan 'İbni Sem'un'dan da bir alıntı var:
"Zikirden hâli olan her söz boş lâkırdı, tefekkürden hâli her sükût sehiv, ibretten hâli olan her nazar da lehviyat demektir."
Bu cümle ile de 'nâtıku'l hikmet' olan İbni Sem'un özetleniyor ve bununla bize de önemli bir ders veriyor.
Sözü, eskiden Osmanlıcası olan şimdi ise artık neşredilmiş bulunan Münazarat'ta geçen "Yeis, (ümitsizlik) acizden gelir. Yeis, mâni-i herkemaldir. Hamiyet (gayret) ise şiddet-i mevania(zor engellere) karşı şiddetle metanet etmektir. Çabuk ye'se (ümitsizliğe) inkılâp eden (dönen) hamiyet, hamiyet değildir." paragrafına getirmek istiyorum.
Zira bu kısmı ilk okuduğumda âdeta beni çarpmış ve son iki cümlesi, masamın üstünde dört sene asılı durmuştu. Ne zaman nefesim kesilir, ufkum daralır, sınıra gelirsem; bu cümlelere bakar, dersimi alır, sanki hizmete yeniden başlardım. Yine ne zaman beni sinir basıp bazı damarlarım kabarsa, bu sefer de bu cümlenin yanında yazılmış olan siperini bırakıp kaçanları ikaz eden, 'firar yok' yazısını okur, teselli olurdum. Bundan sonra ehl-i dünyanın kullandığı 'Hizmette sınır yoktur' düsturuna biz de 'siniri' de eklemiş ve 'Hizmette sınır ve sinir yoktur' diye de ilân etmiştik. Saman alevi gibi çabuk sönen hamiyete, hamiyet ismini layık görmeyen Üstad da bunun dersini, hayatıyla veriyordu. Peki, bu şevk ve gayretin sönmemesi için bir çare ve iksir var mıdır, onu arayacağız inşallah.
Küçük bir arızada yerini ümitsizliğe bırakan, zorluklara ve engellere direnemeyen, sahibini bazen yarı yolda bırakıp onu 'kâbe-i kemâlâta' taşıyamayan hamiyete, bu ismi layık görmüyor Bediüzzaman. Hamiyet dediğin sahibini âdeta 'gözükara' yapmalı ki girdiği hizmet yolunda karşılaşacağı haramilere, birer birer gayret sillesi ile mukabele edebilsin. Yoksa bu 'müthiş zamanda, dehşetli düşmanlar ve şiddeti tazyikat' karşısında zayıf, âciz, biçare haliyle, bir ömür boyu mukabele edemeyecek ya işin başında ya yarı yolda ya da tam da işin sonuna gelmişken nefesi kesilecektir.
İşte insan, bu mübareze-i hayat meydanında, insanın nefesini kısan bazen de kesen pek çok gaddar, şedit, müstebit, dinsiz sıfatlarını ayrı ayrı taşıyabilen düşmanlarla iç içe bulunuyor. Değişik ad ve görünümde, sağdan ve soldan bazen de suret-i melek şeklinde sana yaklaşan bu haramilerin, hamiyetin eteğine ellerini uzatamaması gerekiyor. Bunların, senin şevkini, heyecanı tırtıklayıp hamiyetini bitirememesi için; bunlara karşı "ilim çanağında, şevk ateşi ile pişirilip acz ve fakr tokmağı ile dövülen, tecrübe süzgecinden geçirilerek şefkat kabında Eskişehir, Denizli, Afyon medreseleri ve Kastamonu, Barla, Emirdağ ağızlarıyla sana sunulan düsturlarla" mukabele edemezsen, yeise düşmen kaderin olacaktır.
"Eğer teessür ve ızdırap karşısında kalpten bir parça kopsaydı, bir genç dinsiz olmuş haberi karşısında, o kalbin zerreleri adedince paramparça olması gerekirdi." sözünü bir insana söyleten nasıl bir hamiyettir? Bir nefesini bile heder ettirmeden yaşatan hamiyetin tedrisi, insanı nasıl geriyor ve gözü kara yapabiliyor.Benim eserlerimi okumak, beni on defa ziyarete gelmekten faydalıdır, denildiğine göre; bu eserleri okuyanların da aynı hamiyeti taşıması gerekmez mi?
Yıllar önce değerli bir abimiz Trabzon'a gelerek derse katılmıştı. Ertesi gün de birlikte biz bazı dostları ziyaret etmiştik. Akşama kadar süren bu ziyaretlerden sonra, bana "Habib kardeş, bugün yanına uğrayıp sohbet ettiğimiz bu arkadaşlardan birçoğu, dün akşamki derste yoktu, neden acaba" diye sormuştu. Semavat ehlinin bile gıpta ettiği bir dersin kaçırılmaması lazım değil miydi?
İnsanın karşısına çıkarak, onu haftada bir bile derse gitmekten geri çevirecek neler olabilir? Ya da insanı yeise atarak, hamiyetini kısmen bitiren ne gibi bahaneler bulunabilir? Karşımıza çıkan "şiddet-i mevania" karşı "şiddet-i metanetin" yolları nedir? Bunlarla alakalı o değerli misafirimizle uzun süren müzakerelerimiz olmuştu. İşte bu müzakerelerden aldığım notları, muhafaza edebildiğim kadarıyla, bu yazının devamında paylaşacağız inşallah.
Evet dostlar, dehşetli asrın, dehşetli mânileri karşısında; nefis de surda gedik açmak için sürekli beklerken, devamlı uyanık olabiliyor muyuz acaba?
Selam ve dua ile.