Etrafı kesif ormanlar ve sarp dağlarla çevrili çıplak bir vâdiye düşmüşüm, hedefe varmak için yürümeye mecburum. Etrafım tehlikelerle dolu; her kayanın arkasında başka bir düşman, her ağacın altında başka bir pusu kurulmuş. Hasımların gözleri üzerime kiletlenmiş. Yolumu kesenlerin haddi hesabı yok... İstedikleri tek şey, yürüyüşümü durdurmak ve kendi saflarına dâhil etmek...
Önceleri bütünüyle dostçe ikaz ettiler, vâdiye girdiğimde. “Gitme!” dediler. “Gidip de ne yapacaksın? Bak bizler ne güzel eğleniyoruz, sen de bize katıl; birlikte eğlenelim.” İkna edemediler...
İkna edemeyince dostãne nasihatleri yerini dozu artan tehditlere bıraktı. “Yürüme... Yürümekte ısrar edersen başına çok kötü şeyler gelir, kim vurduya gidirsen, ortalık düşman dolu!” dediler, düşmanın tâ kendisi olanlar... Ama ben yürümeye mecburdum, yürümeliydim. Resûl ve sevdiklerinin yolu tehlikelerle doluydu, hasım ve düşmanları çoktu... Bu yolda belâlar sağanak sağanak üzerinize gelir, en şiddetli yıldırımlar sizi kollar, çünkü açıkta olan sizsiniz, başkasından farklı olan sizsiniz... Evet henüz yol yakın, ya dönecek, fâni bir hayatın nimetleriyle mükafatlandırılacak ama Allah ve dostlarınızı terkettiğiniz için ebedi Cehennemi boylayacaksınız... Ya da yürüyeceksiniz.
Korkuyla sendeliyorum bir ân... Yaş elli, önümde kalan elli yıl olsa; geçmişteki elli yıl kadar kısa; üstelik gençlik de gittiğinden çok da meşakketli... Kaldı ki elli yılın sonunda da olsa bugün korktuğum ölüm yolumu kesecek ve dâvâyı da kaybetmiş bir sefil olarak karşısına dikeleceğim... “Allah’ım, senin yolunda yürüdüğüm için korkmak istemiyorum, şu hissi benden söküp al, şuursuz bir hayvan kadar ölüm karşısında korkusuz kıl beni!”
Anlık bir sendelemenin ardından yürümeye devam ettiğimi gören düşmanlarım bu yolculuğu durduracak daha zayıf taraflarımı bulmak için hummalı bir faaliyet başlatıyorlar. Bu düşman coğrafya bütün nimet ve imkânlarıyla onların ellerinde ve sırtlan sürüsü gibi kalabalıklar... “Kim bu yalnız adam? Niçin diğerlerine benzemiyor? Kime ve neye güveniyor? Zayıf tarafları ne? Para mı, lüks ve debdebe mi, kadın mı, çoluk çocuğuna duyduğu sevgi ve koruma hissi mi, şefkat mi, şeref ve haysiyet düşkünlüğü mü, rezil olma endişesi mi?”
Beşeriz... Her insanın zayıf tarafları olabiliyor, ellerine ne geçerse bir bir kullanmaya başlıyorlar. Şahsınızı çürütebilirlerse bu yolculuğu durdurmaya muvaffak olabileceklerini düşünüyorlar... Korkularınızı harekete geçirebilirlerse duracağınıza inanıyorlar. Ve biyolojik bir varlık olduğunuzu asla unutmuyorlar... Su içmezseniz, yemek yemezseniz, havayı solumazsanız çökeceğinizi biliyorlar. Eşiniz ve çocuklarınızdan, yakınlarınızdan merhamet görmezseniz bunalacağınızı biliyorlar. Dost suretinde görünerek bir avuç yakınınızı da sizden uzaklaştırırlarsa ve sizin iflah olmaz bir paranoya içinde olduğunuzu, hattâ zavallı bir hasta olduğunuzu yakınlarınıza kabul ettirebilirlerse kahrolacağınızı biliyorlar...
Ama bu arada siz yol almaya devam ediyorsunuz, hedef az ötenizde değil, sizinle birlikte. Aslında siz onu taşıyorsunuz, vazifeniz bu... Darbelerin şiddet ve ağırlığı altında bunalıyorsunuz. Yalnızsınız, yapayalnız... Yok, yalnız değilsiniz!.. Gücendirmediğiniz, küstürmediğiniz, kul olmakta tereddüt yaşamadığınız müddetçe Allah hep sizinle birlikte. İki kişi ettiniz... Ama iki kişi daha var: Sevab ve günah melekleri, ömrünüz müddetince devam edecek bir mükellefiyetleri var ve yirmidört saat amelinizi kaydediyorlar. Evet, mü’minin yalnızlığı dört kişilik bir yalnızlık...
Allah’a dönüyorum: “Şahidsin değil mi, benim gördüklerimi sen de görüyorsun, değil mi? ‘Yürü!’ dedin, yürüyorum...” Diğer iki yol arkadaşımın sîmãlarını sıcak bir tebessüm aydınlatıyor. Ve yürüyorum... Bu yolculuğu sadece ölüm durdurur, yürüyeceğim... Bitirebilir miyim? Bilmiyorum. Ama kaldığım yer, başladığım yer asla olmayacak ve benden sonra gelenler başladığım yerden değil, kaldığım yerden devam edecekler. Az bahtiyârlık mı!
Bana düşman olanların tek sebepleri var: M. Kemal’le dost olmayışım... Dostlarıma ilân ediyorum, bu zâtın lehinde baktığıma şahid olduğunuz gün, bilin ki korkutulmuşum, bilin ki sindirilmişim, bilin ki ben ben değilim... Bir de Bediüzzaman ve Risale-i Nurları insanlığın necat reçetesi bilmem ve neşrine çalışmam düşnamlıklarının sebebi... “Adamımıza dokunma, herkes gibi yaz... Bak istediğinde ne güzel insanî ve tefekkürî yazılar yazıyorsun. Devletten sana ne!...” Bu kadar da değil, ırkçılıktan beslenenler de bana düşman: “Ey şuursuz ırkçılar!” deyişimi iki taraf da hazmedemiyor...
Bazen tuzaklarına tuzakla cevap vermeye çalışıyorum. Maksadım onları imha değil; yakınlarıma dost değil, düşman olduklarını göstermek. Neredeyse gün gibi âşikâr tuzağımı bile aleyhimde kullanmaya tevessül edecekler. Etsinler... Yol arkadaşlarım sağlam, beni biliyorlar... El alem mi? Ne ehemmiyeti var! Âmelinizden Allah râzı ise başkasının rızasını aramak budalalıktır. Yıldırımlar büyük ağaçları kollar... İftira ve musibetlerin en şiddetlileri Peygâm’berleri hedef alır. Onlara ãmellerimle benzeyemiyorum, benzeyemedim; acılarımla benzesem ne olur!..
Ve Üstâd’ı hatırlıyorum, beşinci yol arkadaşım, daha doğrusu büyük rehberim. Sesinin bütün haşmetiyle düşmanlarının yüreğine korku salıyor. Arkasında değil, yanında durmak istiyorum; iki kişi olduğumuzu bilsin istiyorum:
“Sizin zalimâne ve vahşiyâne hükmünüz altında bir iki sene zelîlâne geçecek hayatımızı, kudsî bir şehadeti kazanmak için feda etmek, bize âb-ı kevser hükmüne geçer. Fakat Kur’ân-ı Hakîmin feyzine ve işârâtına istinaden, sizi titretmek için, size katî haber veriyorum ki:
“Beni öldürdükten sonra yaşayamayacaksınız. Kahhar bir el ile, cennetiniz ve mahbubunuz olan dünyadan tard edilip ebedî zulümata çabuk atılacaksınız. Arkamdan, pek çabuk sizin nemrutlaşmış reisleriniz gebertilecek, yanıma gönderilecek. Ben de huzur-u İlâhîde yakalarını tutacağım. Adalet-i İlâhiye onları esfel-i sâfilîne atmakla intikamımı alacağım.
“Ey din ve âhiretini dünyaya satan bedbahtlar! Yaşamanızı isterseniz bana ilişmeyiniz. İlişseniz, intikamım muzaaf bir surette sizden alınacağını biliniz, titreyiniz! Ben rahmet-i İlâhîden ümit ederim ki, mevtim, hayatımdan ziyade dine hizmet edecek ve ölümüm başınızda bomba gibi patlayıp başınızı dağıtacak! Cesaretiniz varsa ilişiniz! Yapacağınız varsa, göreceğiniz de var. Ben bütün tehdidâtınıza karşı, bütün kuvvetimle bu âyeti okuyorum:
"Onlar öyle kimselerdir ki, insanlar onlara ’Düşman size karşı büyük bir kuvvet topladı; onlardan korkun’ dedikleri zaman onların imanı ziyadeleşti ve ’Allah bize yeter; O ne güzel vekildir’ dediler." Âl-i İmrân Sûresi, 3:173.
Biliyorum, bu yazı zayıf dostlarımı büsbütün korkutup tedirgin edecek; bu sipersiz çıplak arazide büsbütün yalnız kalacağım. Ama olsun... Bu beş kişilik yürüyüş kıyamete kadar devam edecek. “Zâlimler için yaşasın cehennem!”