“Hastalık bazılarına ehemmiyetli bir definedir, gayet kıymettar bir hediye-i ilahiyedir.”
Hastalık, gerçek bir nimet, gerçek bir define, gayet kıymetli bir ilahi hediyedir. İnsanoğluna muhteşem bir ziyafettir.
Hastalık insanı dünya nimetlerinden uzaklaştırıp, gerçek ve asıl nimet olan merhamet sahibine yakınlaştırır. Hastalık, kişinin nefsini terbiye eder. Kendisine, yani özüne ulaştırır. Olgunlaşma yolunda Allah (c.c)’dan gelen ilahi bir basamaktır. Kişi bu yolda kendini tanır ve kulluğunun farkına varır. Bu anlamda hastalık en kıymetli, değerli definelerin yanında kat kat üstün ve mükemmel bir değere sahiptir. Hamd ve şükür için bir anahtardır. Can gibi bize verilen bir nimettir.
Hastalık her ne kadar bir musibet olarak görülse de aslında hayırların başında gelir. İnsanoğlu yaşamın güzelliklerini nasıl yaşıyorsa hastalığı da öyle yaşamalıdır. Halbuki biz hastalığa bir acı, bir felaket gözüyle bakıyoruz. Bize verilen nimete böyle bakarak kendi azabımızı kendimiz yaratıyoruz. Ruhlarımızı temizlemeye vesile olan nimete gerçek bir yol arkadaşı olarak bakmaktan ziyade kendimize düşman görüyoruz. Rabbimiz, kalplerimizi kendisine yaklaştırmak için bize o güzel nimeti bahşeder. Peygamberlerin, sahabelerin yaşamlarına baktığımızda onların hastalıklara nasıl baktığını ve hastalığı bir hamd kapısı olarak gördüklerini açıkça görüyoruz.
Eyyub Peygamberi düşünün; O yakalandığı hastalık karşısında hamd edip nefsini terbiye ederek sabr etmiştir. Eyyub Peygamber’in hastalık karşısındaki sabrı ve hamdı O’na Allah (c.c)’ya daha çok yaklaştırmıştır. Sahabeler, hastalık ve musibetlerden uzak düştüklerinde; ‘Acaba Rabbimize karşı bir kusur mu işledik ya da ne günah işledik de bizi cezalandırıyor?’ diye sorarlarmış.
Tabi ki, inasanoğlunda ne Eyyub’ün sabrını ne sahabelerin olgunluğunu aramak mümkün değil, ancak bize verilen hastalık karşısında da isyan etmemenin onun da bize Allah tarafından verilmiş olduğunu bilmeliyiz. İşte hastalık böyle sırlı bir nimettir, tabi biz bu nimeti yaşamayı bilirsek.