1982’nin son ayında yedek subay okulundaki eğitimi bitirmiş, kuradan çıkan kıtama erişmiştim. Orada da kışla komutanının tensibleriyle görev yapacağım bölüğüm belirlenmişti. Bölük komutanım sakin bir yer olarak seçtiği subay gazinosunda “Sizinle özel görüşmem lazım” deyip beni kenara çekti. Çok heyecanlanmıştım. Dört ay boyunca eğitim alıp geldiğim, silah takım komutanı olarak görev yapacağım bu yerde bölük komutanım daha ilk günde bana ne diyecekti acaba? Meraklı gözlerle kulalarımı dört açıp komutanı dinlemeye başladım.
“Askerlik eğitimini zaten aldınız. Bu konuda bir şey demeyeceğim. Benim sizden özel bir ricam var” diye söze başlayan komutan, benden bir cevap veya yorum beklemeden devam etti: “Bu bölükte uydurukça konuşmak yasak. Lütfen bu kurala uy!”
Bu şok edici söz üzerine ne diyeceğimi şaşırdım.
Askerlikle ilgili tüm heyecanım orda bitti.
Koskoca komutanım isteye isteye bunu mu isteyecekti yani?
Komutanın bilmediği bir şey vardı ki, ben bu konuda şerbetliydim.
Fakültede okurken kaldığım talebe evindeki abimiz, bize “mahalli şive ve uydurukça konuşmak yasak” demişti. Konuşulan her kelime için elli kuruş ceza verilecekti. Bu paralar toplanacak ve eve tatlı alınacaktı.
Uydurukçanın siyasi mahiyetini az çok biliyorduk ama mahalli şive kullanımının yasak oluşunu çok fazla anlayamamıştık. Farklı bir dilden bahsetmiyorum, sadece mahalli şive. Mesela Urfa şivesiyle konuşmak yasaktı. Türkçe kelimeleri Urfa aksanıyla söyleyebilirsiniz (zaten bunu düzeltmek çok zor) ama Türkçe sözlükte olmayan, mahalli terimleri, kelimeleri kullanmak yasaktı. Maksat memleketin dört bir tarafından gelen talebelerin birbirini anlayabilmeleri için ortak dilin konuşulmasını sağlamaktı.
Eve alınan bu tatlılara bir elli kuruşluk katkım olmuştu. Demirel’i, “bir bilen” olduğu dönemde Tuzla’daki evinde ziyaret etmiştik. O gün vedalaşırken sıktığımız elinin, soyadının tersine çok yumuşak olduğunu belirtmek için arkadaşlara “Demirel’in eli taplama ekmeği gibi” demiş ve bu kelime mahalli şive konuşma yasağına girdiği için elli kuruşum tatlı havuzuna düşmüştü.
Koca toplumu bir gecede cahil konumuna düşüren harf devriminin ardından yeni kelimeler uyduruldu ve adeta topluma dayatıldı. Cumhuriyetin başında latin harfleriyle yazılan kitaplar bile “eski, anlaşılmaz, ağdalı” kabul edilmeye başlandı. Risale-i Nur gibi toplumun gönlünde taht kurmuş eserleri bile yeni dile tercüme edelim der gibi sadeleştirelim denmeye başlandı.
Derin devlet çıkışlı bu proje, milli eğitim başta olmak üzere devlet ellerinde olduğundan, medyanın nerdeyse tamamı ellerinde olduğundan, her türlü karşı koymalara rağmen tuttu.
O zamanların siyasetçilerinin sık kullandığı kelimelere karşı tepki gösterip onları dilimize yerleştirmedik belki ama entellektüellik adına bir çok kelimeyi kullanmaya başladık.
Doğrusu bu yazıyı yazarken bilehayli zorlandım. Uydurukça yazısında uydurukça kelime kullanmamaya özen göstermeye çalıştım ama ne kadar başarılı oldum bilemem.
Eğer bu yazıda mahalli şive veya uydurukça kelime bulursanız n’olur talebe evindeki abime haber vermeyin.
Yoksa iflas ederim.