Bediüzzaman, kurulan yeni devletin kurum ve kuruluşlarının yapılandırıldığı bir sırada, asrın iman ve irfan hareketinin ilk adımların atar. Barlada, ücra bir köşededir. Hiç alakası olmadığı halde, Şeyh Said İsyanı bahane edilerek Doğudan, Vandan koparılıp alınmış ve hiç tanımadığı bir çevrede ve tanımadığı insanlar arasında ikamete mecbur edilmiştir. 1926-1934 yılları arasındaki ülke şartları göz önüne alındığında, yolu olmayan ve dağlar arasında kurulmuş küçük bir yerleşim birimindeki hayat şartlarının ne kadar zor olduğu anlaşılır. Üstelik yabancıdır. Ve etrafa da, bu sürgünün Kürt ve tehlikeli olduğu propagandası yapılmaktadır. Orada bulunan Jandarma Karakoluna da, köylülerle temasına mani olunması için talimat verilmiştir. Fakat O, kendisini kuşatan bu kadar baskı ve zulüm halkalarına hiç önem vermez. Zira Onun için Allahın yar olması kafidir ve O yar ise herkes yardır.
48 yaşında Barlaya getirilen Bediüzzaman, ilk olarak Yokuşbaşı Mescidi İmamı olan Muhacir Hafız Ahmedin misafirhanesine yerleşir. Burada kısa bir süre kalır. Bu kısa süre içerisinde, Onun farklılığını müşahede eden ve kendisi de bir ehl-i kalp olan Muhacir Hafız Ahmed, büyük bir muhabbet ve hürmet duymaya başlar. Böylece Barladaki ilk talebesi olur. 8,5 yıllık Barla sürgünü boyunca bütün aile efradı ile birlikte her daim hizmetine koşar.
1926 yılının hemen başında ve soğuk bir kış gününde Barlaya gelen Bediüzzamanla birlikte bu belde, farklı bir hüviyet kazanmaya başlar. İlk olarak 10. Söz, aynı yılın bahar aylarında yazılır. Haşir bahsi, iman esasları içerisinde çok çetin ve önemli bir rükün olmakla birlikte, münafıkların ehl-i imanı şüphe ve evhama düşürmek için çok sık kullandıkları bir meseledir. Barlanın yemyeşil dağlarını ve bağlarını gezerek kısa bir süre içerisinde bu harika eseri tamamlar. Her hakikatı yazılırken yüzer ayat-ı Kuraniyyenin bariz yardım ve himayesini müşahede eder. Bu eserin el yazması bir nüshası Barlalı bir tüccar olan Bekir Dikmen Beye verilir. Bekir Bey, ticaret için İstanbula gittiğinde bu eseri de beraber götürür ve orada harf inkılabından önce bin adet bastırır. Böylece bu Sivil Üniversitenin ilk kitabı basılır. Bediüzzaman bu olaya çok sevinir.
Gaybi bir istihdam ile yazdırılan ve zor bir dönemde basılan bu eser, aynı zamanda, Allah ve ahireti inkar için başlatılacak bir kampanyanın aynı zamanına tevafuk eder. Bediüzzaman, basılan bu Haşir Risalesinden bir miktarını Ankaraya gönderir. Bu risalelerden bir tanesi de eski Van Valisi ve dostu Tahsin Bey vasıtası ile Yeğeni Abdurrahmanın eline geçer. Yeğeni Abdurrahman, Üstadı ve amcasının emrine muhalefet ederek Ondan ayrılmış ve Ankaraya yerleşmiştir.(1) O sıralarda bir bunalımda olduğu anlaşılan Abdurrahmana bu kitap tam bir ilaç olur. Abdurrahman bu eseri okuyup tam manasıyla istifade ettikten üç ay sonra çok genç yaşta, daha otuzuna gelmeden vefat eder. Haşir Risalesinin bu nüshaları, Ankarada önemli kişilere verilir. Bir nüshası da, inkar kampanyasının aktörlerinden Abdullah Cevdetin eline geçer. Bu kitabı okuyan Abdullah Cevdet, büyük bir hayal kırıklığına uğrar ve ahireti inkar etmek maksadıyla yazmayı düşündüğü kitabı yazmaktan vazgeçer. Haşir Risalesinin yazılmasıyla birlikte, eserinin hiçbir etkisinin olmayacağı kanaatine ulaşmıştır. Bu kitabın ortaya çıkmasıyla birlikte, Barladaki baskı ve zulüm de artamaya başlar.
Bu zulüm ve baskılar arttıkça, insanların ilgi ve teveccühü de o nispette çoğalır. Risaleler arka arkaya yazılmaya devam edilir. Barla ile birlikte çevre köy ve ilçelerde de risaleler okunmaya ve yazılmaya başlanır. Bu muhteşem okuma ve yazma seferberliği, İlahi inayete tam mazhar bir şekilde, iman ve Kuran hizmetinin inkişafına vesile olur.
İnsanlar tam bir şevk ve heyecan içinde yeni telif edilen risaleleri yazmak ve okumak için gayret göstermektedirler. Bunlardan bir tanesi de İslamköylü Hafız Alidir. Yeni yazılan risaleler öncelikle Barlanın çok yakınında bulunan ve Eğirdire bağlı bir köy olan Bedrede imamlık yapan Hoca Sabriye gönderilmektedir. Hoca Sabri kendisi için bir nüsha yazdıktan sonra, genellikle İslamköye, Hafız Aliye göndermektedir.
Risalelerin kendisine ulaşması geciktikçe Hafız Ali sabırsızlanmakta, evinin damına çıkarak Bedreye yönelmekte ve Hoca Sabriye hitaben Keçeli İmam, mesulsün, mesulsün diye seslenmektedir. Hafız Ali, bu hitaplardan sonra, yeni yazılan risalelerin daha kısa bir sürede eline ulaştığını müşahede etmektedir. Hafız Alinin yaşadığı duyguların benzeri, birçok köy ve beldede de hamiyet sahibi insanlar tarafından da yaşanmaktadır. Dalga dalga yayılan bu imana hizmet çalışmaları ve manevi seferberlik sonucu binlerce nüsha yazılır ve perde altında elden ele dolaşmaya başlar. Bu manevi cihad ve gayretlerin sonucunda yüzbinlerce risale elle yazılır. İmkansızlıklar ve baskılara muhatap olunsa bile, imana hizmetin en müşahhas örneği verilerek iman tekniğe meydan okur ve sivil itaatsizliğin en destansı bir numunesi sergilenir.
Her ne kadar Bediüzzamanı ücra bir köye göndererek unutturmak için böyle bir sürgün planlanmışsa bile, O Barlaya sığmamış; daha doğrusu Barla bir hitab kürsüsüne dönüşmüş; sabır, azim ve kararlılıkla büyük bir manevi mücahedeye girişmiş, maddi kılıçlarla ve siyaset yoluyla neticeye ulaşılamayacağını Hadislerden çıkararak, ahir zamanın bu büyük fitne ve inkar fırtınasına karşı ancak müsbet iman hizmeti ile karşı konulup muvaffak olunacağını bildiğinden, bu yolu tercih etmiştir.
Bu nurları söndürmek için yapılan her hamle ve girişilen her faaliyet, tam aksi bir şekilde neticelenmiş, insanların dikkatinin ve merakının bu eserlere yönelmesine vesile olmuştur. Bu dikkat ve merakın neticesinde, bu eserleri okuyarak imanını taklididen tahkikiye inkişaf ettiren insanlar, tam bir hizmet aşkı ve heyecanı ile dolmuşlardır. Üstelik bu eserleri okuyan insanların ilminde meydana gelen inkişaf, sosyal hayatlarına da yansımış ve her biri mahallerinin en muteber insanları haline gelmişlerdir.
1934 yılına kadar Risale-i Nurun mühim parçalarının büyük bir ekseriyeti Barlada yazılmış, bu 8,5 yıllık sürgün, kıyamete kadar Ümmet-i Muhammediyeyi (ASV) sahil-i selamete çıkarıp, şaşmaz bir Kurani pusula olacak bu muhteşem külliyatın yazılması için mümbit bir zemin olmuştur. Daha sonra ikamet ettiği Isparta, Eskişehir Hapishanesi, Kastamonu, Denizli Hapishanesi, Emirdağ ve Afyon Hapishanesinde yazılan diğer risaleler ile tamamlanan bu paha biçilmez Kurani hazine; ehl-i iman için büyük bir istinadgah, tükenmez bir ümit kaynağı ve yanılmaz bir rehber vazifesini deruhte etmiştir.
Bediüzzaman; gizli cemiyet kuruyor, rejim aleyhindedir; rejimin temel nizamlarını yıkıyor" gibi uydurma ve hükûmeti aldatıcı tertip ve ittihamlarla 1935 senesinde Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinde, îdam kastıyla ve muhakkak sûrette mahkûm edilmesi direktifiyle yargılanmak üzere (2) Ispartadan Eskişehir hapsine doğru götürülürken, binlerce insan yollara dökülmüş, dualar ve gözyaşlarıyla uğurlanmıştır.
Hükümetin bu meseleye verdiği ehemmiyeti göstermek ve halkın üzerinde psikolojik baskı yapmak maksadıyla, bu sırada İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ile Jandarma Genel Komutanı Kazım Özalp, yüz kişilik özel bir Jandarma Birliği ile Ispartaya gelmiş ve bu operasyonu bizzat yönetmişlerdir. Etrafa Bediüzzaman ve talebelerinin idam edileceği söylentileri yayılmasına rağmen, bu korku ortamı bile halkın alaka ve muhabbetine engel olamamıştır.
Eskişehir Hapishanesi, İsmi Azamın altı nuru olan Otuzuncu Lemanın telifiyle aydınlanmış, burada düşünülen her türlü plan ve suikast akim kalmış ve bu hapsin sonunda gönderildiği Kastamonu sürgününde, baskı ve zulmün dozu daha da arttırılmış, fakat her sürgün memleketi, yeni hizmet ve inkişaf merkezlerine dönüşmüştür. Öyle ki, sürgünde ikamet edeceği yerler özellikle emniyet karakollarının hemen yanı başında veya karşısında olan meskenler olarak tespit edilmiş, böylece sürekli tarassut ve kontrol altında tutulmuştur.
Kastamonuda kendisinin ilk talebesi olan Çaycı Emin Beyle görüşmek için, yatağını Ona satmış, sattığı yatağını Ondan kiralayarak kirasını ödemeyi, bir görüşme vesilesi yapmıştır. Sekiz seneyi aşkın bir süre Kastamonuda kalan Bediüzzaman burada hedef olduğu yalan ve iftira dolu suçlamalar ile Denizli Hapishanesine gönderilmiştir.
Denizli Hapsinin bir hediyesi olan Meyve Risalesi, hapishaneyi adeta bir medreseye çevirmiştir. Denizli Hapsinin ardından getirildiği Emirdağda bir ara baskı ve şiddet o kadar artmıştır ki, kapısına bekçi konmuş, günlerce yanına kimsenin gitmesine izin verilmediği gibi, hava almak için dahi dışarı çıkmasına müsaade edilmemiştir. Bu duruma bir çare bulmak için, hizmetinde büyük bir gayret ve ihtimam gösteren Çalışkanlar ailesi tarafından komşu dükkanın duvarı delinerek kendisine ulaşılmış, zaruri ihtiyaçları bu şekilde karşılanmaya çalışılmıştır.
Afyon Hapsi zulüm ve haksızlığın zirveye çıktığı, insan hak ve hürriyetleri ile insaf ve merhametin ayaklar altında çiğnendiği muamelelere sahne olmuştur. Öyle ki, camların birkaç milim buz tutuğu soğuk Afyon kışlarında, camı kırık büyük bir hücreye tek başına konmuş ve yetmiş yaşını geçmiş ihtiyar alim bir zat, böyle bir ortamda ölüme terk edilmiştir. Hayatının her safhasında olduğu gibi, burada da tecelli eden İlahi inayet sonucu, dayanılmaz zulüm ve işkencelerin uygulandığı bu kara zindandan sağ olarak çıkmış ve artık demokrasinin yavaş yavaş güzel yüzünü göstermeye başladığı bu ülkede, demokrasi, din ve vatan düşmanları kendi kahırları ve mağlubiyet sancıları ile baş başa kalmışlardır.
Hiçbir şekilde yılmayan ve ümitsizliğe kapılmayan Bediüzzaman, bu eşsiz mücadelesi ve manevi cihadı sonucu büyük bir irfan ve iman üniversitesinin kurulmasına vesile olmuş, yüz binlerce vatan evladının bu gönüllü ve sivil üniversitede manevi bir arınma ve tekamül eğitiminden geçmesine hizmet etmiştir. Bu büyük sosyolojik olgu, bugün Türkiyenin olduğu kadar, bütün dünyanın da bir gerçeği haline gelmiştir. Maddi ve manevi her türlü feragat ve fedakarlık ile ulaşılan bu görkemli muvaffakiyet, yirmi birinci yüz yılda da, bütün ihtişamıyla tesirini ve varlığını göstermeye devam edecektir.
Dipnot:
1-Barla Lahikası. Yeni Asya Neşriyat. Sayfa. 32
2-Tarihçe-i Hayat. Yeni Asya Neşriyat. Sayfa. 191