Siyasetin “mergup meta” olduğu bir asırda yaşıyoruz. Hepimiz bu “münteşire” hastalığın tehlikeli sularında dolaşıyor olabiliriz.
“Siyasa”yı “insan benliğinin kendine varlık alanı açması” olarak tanımlamıştık.
Esmâ-i İlâhiyenin anahtarı olan ve insanın nefsine takılan ene kendine hayat ve hareket alanı açarken“ceza ve şiddet”e başvuruyorsa yaptığı şey menfi “siyaset”tir. Bu tarz siyasetin kaynağı nübüvvet değil felsefedir. Yani dine dayanmayan ve vahiy ile çatışan felsefedir.
Ubudiyet-i mahzaya menşe olan nübüvvet kaynaklı ene fıtrattan ve nefisten hayata akarken “melek gibi melikleri” (30. Söz) doğururken vahye dayanmayan felsefeden beslenen ene Nemrudları, Firavunları ve Şeddadları doğurmaktadır. Melek gibi meliklerin örnekleri tarihte çok enderdir. Hulefâ-i Râşidîn, Ömer ibni Abdülâziz-i Emevî ve Mehdî-i Abbâsî örnekleri en net bilinenleridir. İkinci kısmın tarihte ve günümüzde emsalleri çok fazladır.
Peki hep günahkâr mı arayacağız, okları hiç nefsimize çevirmeyecek miyiz? Aklımız kalbimiz ve ruhumuz bu menfi siyasetin etkilerinden ne derece beridir?
Öncelikle siyasetin bireysel, grupsal ve toplumsal boyutlarını hesaba katarak işe başlamak gerekir. Zira siyasetin birinci hareket alanı ferttir. Şahsi ilişkilerimizde, dünyevi muamelatımızda, aile ve hizmet hayatımızda siyasetin izdüşümleri var olmaktadır.
Mütehakkim ve egoist bir babada, şefkat ve merhametten uzak bir öğretmende, katı ve soğuk bir daire amirinde, diğergamlık duygularından mahrum bir patronda menfi siyasetin bireysel izlerini görmek mümkündür.
Aynı ruh haletinde bir bireyin “nurcu” olduğunu düşündüğümüzde işin rengi değişmemektedir. Üstadımız Risale-i Nur talebelerine itimad ettiğini söylemektedir. Çünkü Risale-i Nur nefisleri, kalpleri ve ruhları terbiye etmektedir. Eğer bir anormallik mevcutsa nefsimizin sorgulanmaya ihtiyacı var demektir.
Dershane tedbiri ile mükellef bir nur talebesi “mütehakkim” duyguların tesiri altında ise; nurun bir hakikatini ders veren bir hatip nefsi adına kelam ediyorsa; kalem oynatan bir nur talebesi enaniyet-i nefsiyesini işe katıyorsa eyvah!
Çünkü: Bütün kuvvetimizi ihlâsta ve hakta bilmeliyiz. Üstadımız ihlası haktan önce zikreder çünkü o, “özne”ye aittir ve özne olmadan ihlas teşekkül etmiyor. “Hakikat” ise özneden bağımsız ve ilahi kudretin hıfzı altındadır.
Şu keskin ifadeye bakın: “Hattâ, en lâtif ve güzel bir hakikat-i imaniyeyi muhtaç bir mü’mine bildirmek ki, en mâsumâne, zararsız bir menfaattir; mümkünse, nefsinize bir hodgâmlık gelmemek için, istemeyen bir arkadaşla yaptırması hoşunuza gitsin. Eğer "Ben sevap kazanayım, bu güzel meseleyi ben söyleyeyim" arzunuz varsa, çendan onda bir günah ve zarar yoktur; fakat mâbeyninizdeki sırr-ı ihlâsa zarar gelebilir.” (21. Lem’a).
Ene ve siyaset ilişkisinin en belirgin yüzü bu anlamda bireysel düzeydedir ve uzantıları çok fazladır.
Toplumsal düzeyini çok tartıştığımız siyasetin grup ve cemaat düzeyinde yansımaları da bir o kadar önem arz etmektedir. Şunun için: ferdin iyiliği de fenalığı da mahduttur, cemaatin gayr-ı mahduttur.
Ferdin mütekellim-i vahde olması ile mütekellim-i maalgayr olması arasında çok fark var. Cemaat mensubunun her kelamı ve her duruşu “mütekellim-i maalgayr”a girer. Grup ve cemaat düzeyinde yapılan her hareket “mensuplarının” hukuku ile bağlantılıdır. Sünuhat’ta Üstadımız “tek davranışın” bir durumda “amel-i salih” diğer durumda ise “hıyanet” olduğunu söylemektedir.
Nurculukta şahs-ı manevinin hukuku çok önemlidir. Adalet-i mahzanın Nurculuğa ait yansımalarını muhafaza etme vazifesi imtihanımızı çok zorlaştırmaktadır.
Müdebbiri olduğum dershanenin mülkiyetini “kendime” ait ve içindekileri de “emrime amade bireyler” olarak hissedersem, bu “his” çok tehlikelidir. Bunu ihsas eden en küçük halet ilahi projektörün görüş alanındadır ve ahiretteki terazi onu çok iyi tartacaktır!
Hele o fertlerin iradelerini zorla yönlendirmeye çalışmak siyasetlerin en çirkinidir!
Adalet-i mahzanın dairesi içinde hareket eden mualla Üstadımızın bir ferdin hukukunu muhafaza etmek ve kalbini kazanmak adına gösterdikleri ince hassasiyet ile edep sultanı Zübeyir Ağabeyin hayatına yansıyan kareler bizlere örnek olmalıdır.
Risale-i Nur’un hizmetinde makam yoktur, olsa olsa araya bir Üstatlık girer. Kim kendine bir paye biçiyorsa zarar edecektir.
Kendine paye çıkarmaya sebep olan haletten şiddetle kaçınmak gerekmektedir. Üstadımızın Nurculuk adın siyasete cevaz vermemesinin sebebi budur. Cemaat adına yapılan ve siyasetin menfi bağlamlarını barındıran her hal bu yasağın uygulama alanına girmektedir.
Ferdi teşebbüsler ve neticeler bahsimiz haricidir.
Tenkidim, siyasetin tabiatında mevcut bulunan dünyevi çatışmaları doğurabilecek kurumsal yapılanmalaradır. Cemaat adına siyasi parti veya şirket kurmak çatışmaları tetikler.
Bu tür kurumsal yapılanmalar ilim, mahviyet ve tevazuun ortaya çıkaracağı Üstadlık yerine kin ve hasedin yeşerdiği liderlik çatışmalarını doğurabilir.
Karşımızda iki tehlike var:
1-Nurculuk adına oluşturulan resmi kurumsal yapıyı “aslı” ile karıştırmak.
2-Bu yapıyı muhafaza etmek için girişilecek siyasi oyunlar.
Evvela Nurculuk bir resmi kurum değildir. Kurumsal yapılar şahsi teşebbüsler sonucu ise “mütekellim-i vahde”dir ve kişiyi bağlar. Dolayısıyla yapılan her yanlış sahibine aittir. Eğer cemaat adına bir kurumsal yapı var ise (ki olmaması gerekir) “mütükellim-i maalgayr”dır ve oradaki her yanlış Risale-i Nur’un ve şahs-ı manevinin hukukunu çiğnemek anlamına gelir. Burada kurumsal yapı siyasetle örtüşür.
Tehlike burada bitmemektedir. Enaniyet her daim devrede olduğu için “sebep” konumundaki bu “kurumsal yapı” “aslını” gölgede bırakma tehlikesini bünyesinde barındırır. Bu kurumsal yapı bir “sebep” olduğu halde ona yüklenilen anlam sebeb pozisyonunu aşabilir ve itikadın merkezine oturtulabilir. Siyasal İslamcılığın “devlet”i merkeze oturtması ile buradaki kurumsal yapıya yüklenilen merkezi konum itikadi olarak birbirinden farksızdır.
Dolaylı olarak toplumsal düzeyde partilerde görülen liderlik çatışmalarının bir örneği cemaat düzeyinde “kurumsal liderlik” çatışması olarak karşımıza çıkabilir.
Sonuçta “saltanat hilafet” tartışmaları, “sebebe anlam yükleme” veya Şialıktaki “imamet kutsallığı” farkında olmadan kapımızı çalabilir.
Bunun doğuracağı en büyük tehlike ise ikinci maddede ifade edilen dâhili siyasi oyunlardır.
Hâlbuki Nurculukta siyasi ayak oyunları yoktur. Halis olmayan her oyun niyet safhasında kaybedilmeye mahkûmdur.