Siyaset, ideolojiler ve iktisat

Ebu bekir

IV. Ulusal Risale-i Nur Kongresi’ne sunulan bildiridir

Siyaset, ideoloji ve ekonomi kavramları, birbirlerini doğrudan etkileyen iç içe geçmiş kavramlardır. Günümüz sosyal hayatına baktığımızda, materyalist akımların dünyayı kapladığı, küresel ahlaksızlığın yeni bir ahlak olarak bütün dünyada yaygınlaştırılmaya çalışıldığı, hayatın merkezinde dinin yerini ekonominin almaya başladığını görüyoruz. Bu bildiride, yaşanan son ekonomik kriz bağlamında, Türkiye’deki dindar kesimin iktisadi anlayışı ve ideolojiler karşısındaki tavrı üzerinde durulacaktır.

Komünizmin çöküşünden sonra tek kutuplu hale gelen dünyada, küreselleşme (globalization), içerik olarak ‘batılılaşma’ (westernization) anlamında dünyaya empoze edilirken, batılı değerler ve kapitalizmin kuralları da mutlak doğrular olarak insanlara benimsetilmeye çalışılmıştır.

Böyle bir ortamda, islam aleminin, kapitalizmin yanlış kurallarına karşı çıkması, mesela faizin ve faiz ekonomisinin haram olduğunu vurgulaması gerekirken, bilakis bu kurallar serbest piyasa ekonomisi adı altında müslümanlarlar tarafından da büyük oranda içselleştirilmiştir.

Bediüzzaman “Medeniyet-i garbiye-i hâzıra, semavî dinleri tam dinlemediği için, beşeri hem fakir edip ihtiyacatı ziyadeleştirmiş. İktisat ve kanaat esasını bozup israf ve hırs ve tamahı ziyadeleştirmeye, zulüm ve harama yol açmış.”¹ der.

Kapitalist hayat tarzı, bir müddettir mutluluğun tüketimde olduğuna insanlığı inandırdı. Ancak bir düşünürün söylediği gibi ‘ateşböcekleri uzun süre yıldız taklidi yapamazlar’. Semavi dinlerin aksine hareket ederek insanlığa mutluluğu vaad eden kapitalizm de uzun süre yıldız taklidi yapamazdı. Dolayısıyla rant, faiz ve bankacılık anlayışına dayalı ekonomik sistemin çökmesi değil, çökmemesi sürpriz olurdu.

Faiz ve bankacılık sistemleriyle sosyal adaletsizliği körükleyen kapitalist sistem aynı zamanda insanlarda eksiklik duygusu oluşturmaktadır.

Geçim derdine müptela olan büyük çoğunluk, kendi çalışmasıyla bir ömür boyu kazanamayacağı paraya satılan evleri, arabaları, vs. gördükçe kendisinde bir aşağılık kompleksi ve eksiklik hissetmektedir. Böylece tüketim zavallısı haline gelen, kendini daima ihtiyaçlar içinde gören insanlar, zulme ve haram olarak nitelendirilecek kazançlara daha kolay kayabilmektedir. Bunun neticesinde , ubudiyet üzere değil de, ‘heva ve heves’ üzere yaşamak, hayatın maksadı haline gelmektedir.

Bediüzzaman’a göre, sosyalizm necis yani pistir, kapitalizm ise ences yani daha pistir. Çünkü, kapitalizm insan nefsini cazibeli tüketimle tahrik ederek arzularına esir eder. Bediüzzaman, komünizm ve dinsizlik anlayışına karşı Tabiat Risalesi, Haşir Risalesi gibi eserler telif ederken, tüketim kültürü olan kapitalizm karşısında da İktisat Risalesi, Şükür Risalesi gibi eserler telif etmiştir. Ancak, muhafazakar kesim, komünizm karşısındaki hassasiyetini, kapitalizm karşısında gösterememiştir ne yazık ki.

Türkiye’de dindar kesim özellikle 28 Şubat süreci sonrasında siyasal iktidarın nimetlerinden de faydalanarak büyük oranda lükse alıştırılmıştır. Bunun neticesinde, kendi semavi değerlerini bir tarafa bırakarak, küresel sistemle uzlaşmaya çalışan, ve ‘kapitalizme alternatif olmaktan çok, onun kötü  bir kopyası olan protestan islam’ anlayışı ortaya çıkmıştır.

İnsanların kamusal alanda inançlarıyla var olmamaları gerektiğini öngören bu anlayışa göre kimi islami yasaklar açıkça manipüle edilmiş ve hatta bazıları görmezden gelinmiştir.²

Bediüzzaman’ın , “Şu zamanın nazarı, evvelâ ve bizzat saadet-i dünyeviyeye bakıyor ve ahkâmları ona tevcih ediyor. Bu asrın bir hassası şudur ki, hayat-ı dünyeviyeyi hayat-ı bakiyeye bilerek tercih ettiriyor. Yani, kırılacak bir cam parçasını baki elmaslara bildiği halde tercih etmek bir düstur hükmüne geçmiş”³ tespiti en çok içinde yaşadığımız zaman diliminde karşılığını bulmaktadır. 

Son ekonomik krizin, kapitalizmin islam aracılığıyla haklılaştırıldığı “protestan islam” anlayışının, tüketim vasıtasıyla dindar kesimdeki yükselişinin çok hızlandığı bir noktada ortaya çıkması, kaderi cihetten de çok anlamlıdır. Belki de bu krizle islamın kapitalizme alet edilmesi engellenmiştir.

İsraftan ve aşırı tüketimden kaynaklanan bir krizin, yine tüketimin teşvik edilerek giderilmeye çalışılması da başlı başına ironik bir durumdur. Aşırı tüketimin ve israfın sorgulanması, iktisadın ve kanaatin teşvik edilmesi gereken bir ortamda siyaset ve ekonomi alemi, bilakis  bunların tersini teşvik etmektedir.
 
Son krizle birlikte insanlığın, tüketime dayalı hayat anlayışından istiğnaya dayalı ahlak anlayışına geçiş yapması gereklidir. Zira tüketimin ingilizcedeki karşılığı olan ‘consumption’ aynı zamanda hastalık anlamına gelmektedir. Buna karşılık başkasına el açmama ve elindekiyle yetinme anlamındaki ‘istiğna’nın kelime kökeniyse zenginlik anlamına gelen ‘gına’ kelimesidir. Nitekim Bediüzzaman’ın ‘mal istersen kanaat yeter’ tavsiyesi de, zenginliğin israf ve tüketimde değil, kanaat ve istiğnada aranması gerektiğini ortaya koymaktadır.

Bu kriz, insanlığın ihtiyacı olan  islamiyet esaslarını dünyanın gündemine getirmek için çok önemli bir fırsat sunmaktadır. Bu bağlamda Bediüzzaman’ın iktisat anlayışının temelleri olan , kanaat, istiğna ve şükür düsturlarına da her zamankinden çok ihtiyacımız olacaktır.

Dipnotlar:
1. Emirdağ Lâhikası, s. 334-335
2. http://nedir.net/ext.php?m=show&b=protestan+islam
3. Sözler, s. 444 

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.