Siyaset, kötü maksatlıların, münafık ve dinsizlerin ellerinde oyuncak haline gelmişse, en masum şeylerin ve davranışların altında vahim neticeler veren çok farklı kötü maksatlar arayabilir.
Bediüzzaman Emirdağ Lahikası 204. Mektupta Nur’un fütuhatından, ardından da “gizli düşmanları olan ehl-i dalâlet ve sefahetin, ehemmiyetsiz bazı hadiselerle Nur Talebelerine telâş ve habbeyi kubbe yapıp sarsıntı vermeye çalıştıklarından” bahsediyor ve altından siyaset kokusu aldığını ifade ediyor.
Olay da şudur: Nur Şakirdlerinin evlerinde adeta suç unsuru teşkil edecek şeyler bulup mahkûm etmek, hatta onları idama yollamak. Tabi bu, ehl-i dalâlet ve sefahete göre bir suçtur. İçinde iman ve Kur’an hizmetinden başka hiçbir unsur bulundurmayan kitaplar ve mektuplar, ele geçirilmeye çalışılıyor. Ama bulamıyorlar. Güya Nur dairesi içinde büyükçe bir mesele çıkartmak istiyorlar. İnayet-i İlahiye muhafaza ediyor. Bulsalardı ne olacaktı? Habbeyi kubbe yapacaklardı. Yani Nur habbesinden cehennem kubbesi imal edeceklerdi. Bu mümkün mü? Elbette değil. Bir kere bu eşyanın tabiatına aykırıdır. Nur habbesinden, ancak nur kubbesi olur. Nitekim öyle de oluyor. Nur habbesi açıldıkça açılıyor, her tarafı kaplayan nur kubbesine dönüyor. Nur tohumundan, bol meyveli kocaman bir Nur ağacı yetişiyor. Beklediklerinin aksi ile karşı karşıya kalınca da tabi ki, şaşkına dönüyorlar. İstemeden Nur’un fütuhatına vesile oluyorlar.
Bediüzzaman, talebelerine yine de lüzumsuz telaş ve sarsıntılara maruz kalmamak için “ihtiyata mecburuz” diyor. Çünkü bunlar, yoktan yere ruha heyecan ve sıkıntılar veriyor, manevi darbeler vuruyor, asaba manevi yaralar açıyor, üzüntüsü bile insanı çok eziyor.
Bediüzzaman, her şeye rağmen bu sıkıntılara maruz kalınmışsa, merhem ve ilaç olması için, ara vermeden ihlâs ve sadakatle hizmete devam mesajı veriyor. Ehl-i dalalet ve sefahatin lüzumsuz planlarının ancak bu şekilde akim bırakılabileceğini söylüyor.
Bediüzzaman ve talebelerindeki ihlâs, sadakat, gayret ve azami fedakârlık elbette hizmetin esasını oluşturuyor. Fakat Nur’un parlamasında, yayılmasında ve birçok kimsenin dikkatlerini hatta meraklarını celb etmekte düşmanlık edenlerin büyük payları olmuştur.
Yüce Allah muhakkak ki nurunu tamamlayacaktır. Bunu gerekirse kâfire, düşmana, ehl-i dalalet ve sefahate bile bilmeden, farkına varmadan, hatta istemeden yaptıracaktır. Nitekim de böyle olmuştur.
Bediüzzaman’daki şu büyüklüğe bakın ki, kendisine zulmedenleri, Risale-i Nur’lar ile imanlarını kurtarmaları şartıyla haklarını helal ettiğini söylemiştir.
Bediüzzaman’ın bu olumlu/müsbet davranışı, talebelerini de aynı yöne sevk edişi siyasilerin, düşmanlık edenlerin ve ehl-i dalaletin bütün planlarını altüst etmiş, iman ve Kur’an hizmetinin lehine çevirmiştir.
Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu prensipler ve bunların hayatlarında bizzat tezahürü, işin lafta kalmadığını göstermektedir. Bu da ehl-i imana dayanak olmuş, büyük bir güven vermiş, Allah Resulünün emin sıfatının bir tezahürüne bu asırda en çetin şartlarda şahit olmuşlardır.
Günümüzde müsbet hareket eden, dürüst, sadık, fedakâr, sabırlı ve ihlâslı davranan, kendisinden emin olunan ve İslam ahlakıyla ahlaklanmış Müslümana, ne kadar da çok ihtiyaç var. Allah hepimize nasib etsin. Amin.
Kaynak: Emirdağ Lahikası, 204. Mektup, erisale. com