“Her bir adam vatanıyla, milletiyle, hükümetle alakadardır” buyurur Bediüzzaman. Oy verme durumunda olan vatandaşların siyasetle ilgilenmemesi elbette düşünülemez. “İslamiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez; gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz.” ifadeleri de Bediüzzaman’a aittir. Siyasi inkılapların dine zarar vermeyeceğini, siyasetin dünyevî, dinin ise ruhanî ve uhrevi amaç taşıdığını bu cümlelerden daha veciz bir şekilde ifade etmek gerçekten zordur. “İslamiyet güneşi yerdeki ışıklara tabi ve alet olamaz. Ve âlet yapmak, İslamiyet’in kıymetini tenzil etmektir, büyük bir cinayettir” ifadesi ile siyaseti yerdeki ışıklara, dini ise gökteki güneşe benzeten Bediüzzaman güneşin yerdeki ışıklara alet olmayacağı gibi, dinin de siyasete alet edilemeyeceğini vurgular.
Siyaset “Yönetim sanatı, memleket idaresi, devleti yönetme sanatı ve bilimi ve iktidar bilimi” olarak tarif edilmiştir. Siyaset dünyaya ait bir mesele olup dünya saadetine ve insanların dünya işlerini yapmaya yöneliktir. Din ise ahirete bakar ve uhrevî saadeti esas alır, dünyaya dolayısıyla ikinci ve üçüncü derecede bakar. Dinin nazarında dünyanın değeri ne ise siyasetin de değeri odur. Bu sebepten Bediüzzaman “Hakaık-ı İslamiye bütün siyasatın fevkindedir” demiştir. Siyaset konusunda gerçekçi yaklaşım “Şeriat da, yüzde doksan dokuz ahlâk, ibâdet, âhirete ve fazilete aittir. Yüzde bir nispetinde siyasete mütealliktir. Onu da ululemirlerimiz düşünsünler” derken dinin yüzde birine taalluk eden siyasi meselelerin halkın yüzde biri olan idarecileri daha ziyade ilgilendirmesi gerektiğine dikkatlerimizi çekmiştir.
Hz. Mehdinin üçüncü vazifesi olarak sayılan “Hilafet-i Muhammediye ve İttihad-ı İslam ordularıyla zemin yüzünde saltanat-ı İslamiyeyi sürmek cihetinde siyaset manasını ihsas eder” buyurarak ahir zamanda gelecek olan Mehdinin siyasi yönüne ve görevine işaret etmiştir. Bununla beraber mehdinin “İman hizmeti”ni tercih edeceğini de açıkça ifade eder.
Bediüzzaman Said Nursi, iktidarı ve devleti yönetmeyi hedefleyen bir faaliyeti yoktur. Bununla beraber “siyasetin ve şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım” dediği 1919 yılından sonra da Ankara’ya gelerek TBMM’de siyasilerle diyalog halinde bulunmuştur. Tek parti döneminde CHP Genel Sekreteri Hilmi Uran’a mektup yazmıştır. “Nur Talebelerinin siyasete karışmadığını” belirttiği 1957 yılında Demokratlara açıkça destek vermiştir. Bütün bunlar “Allah’a sığınılması gereken siyaset” değildir. Çünkü bunların hiçbiri iktidarı hedefleyen ve devleti ele geçirmek ve idare etmeye yönelen fiiller değildir.
Bediüzzaman’ın istiâze ettiği siyaset “dini siyasete, siyaseti dinsizliğe, siyaseti menfaate ve ırkçılığa alet eden” siyasettir. Siyaseti dinsizliğe alet edenlere karşı, bir kısım dindar ehl-i siyaset, dini siyaset-i islâmiyeye alet etmeye çalışmışlardı” “İslamiyet güneşi yerdeki ışıklara tabi ve âlet olmaz. Ve âlet yapmak, İslâmiyet’in kıymetini tenzil etmektir, büyük bir cinayettir” ifadeleri ile dinin siyasete alet edilemeyeceğini belirtir.
Dini siyasete alet edenler “dindar ehl-i siyasettir.” Bediüzzaman’a göre “Din dâhilde menfi tarzda istimal edilmez.” “Sultan Abdulhamid’in mecbur olduğu istibdadına” bazı âlimler İslam adına sahip çıktıkları için dine büyük zarar vermişlerdir. Zira istibdada hücum edenler, İslama hücum eder duruma düşmüşlerdir. Bu sebeple Bediüzzaman “Otuz sene halife olan bir zat, menfî siyaset namına istifade edildiği zannıyla şeriata gelen zararı gördünüz” buyurur.
Cumhuriyet döneminde de iktidara hâkim olan zümrenin siyaseti dinsizliğe âlet etmelerine mukabil, silaha sarılan bir kısım dindarlar yüzünden çıkarılan yasalar yüzünden bütün Müslümanları ilgilendiren “din eğitimi ve kur’ân eğitimi yasaklanmıştır.” Bütün bunları aşmanın yolu “Nur göstermekle mütehayyirlere selâmet yolunu irâe etmektir.” “Hakaik-ı imaniye ve Kur'âniye birer elmas hükmünde olduğu halde, siyaset ile âlûde olsa idim, elimdeki o elmaslar iğfal olunabilen avam tarafından ‘Acaba taraftar kazanmak için bir propaganda-i siyaset değil mi?’ diye düşünürler. O elmaslara adi şişeler nazarıyla bakabilirler. O halde ben o siyasete temas etmekle, o elmaslara zulmederim ve kıymetlerini tenzil etmek hükmüne geçer" demektedir.
Burada, "siyaset" ile kast edilenin, oy vermek, bir siyasî partiye destek olmak olmadığı açıktır. Kast edilen iman hizmeti ile beraber, bir iktidar hedefinin de güdülmesi ve ona da çalışılmasıdır. “İman ve Kur’an hakikatleri başka cereyanlara, başka kuvvetlere tâbî ve âlet edilmemek ve elmas gibi o Kur’ânın hakikatlerini dini dünyaya satan ve âlet eden adamların nazarında cam parçalarına indirmemek gerekir. Nur talebeleri gayet şiddet-i nefretle bu nevi siyasetten kaçıyorlar.” “Risale-i Nur, dünyada her cereyanın fevkinde bulunması ve umumun malı olması cihetiyle, bir tarafa tâbi ve dâhil olmaz. Belki mütecaviz dinsizlere karşı haklı tarafa yardımcı olur ve dost olur ve ihtiyat kuvveti hükmünde onlara bir nokta-i istinat olur."
Kısacası, bir ehl-i din siyasete girse, yalnız kendi namına girebilir. "Din" namına; girdiğini söyleyemez-velev ki niyeti bu olsun! Dinin siyasete müteallik yönü adalet, hakkaniyet ve halka hizmettir. Siyasete din namına girilmez; ama her giren adalete, hakkaniyete ve halka hizmete çalışmalıdır. Ancak o zaman siyaset dine alet etmiş ve siyaset yoluyla dine hizmet etmiş olur.