Ferdin, kendi başına yaşama lüksünün kalmadığı, iletişim vasıtalarıyla ortak hafıza ve sorumlukların meydana geldiği bir toplum hayatının parçasıyız. Korumacı ekonomilerin ve diktatör yönetimlerin azalmasıyla beraber, ülkelerin iç ve dış dinamiklerinde gelişmeler yaşanıyor.
Birinci ve ikinci dünya savaşları ile devam eden bakiye savaş ve zulümler göstermiştir ki, beşeriyetin daha çok barışa ve ona katkı yapacak yüksek fikirlere ihtiyacı var. İslamın, insana yansıması lazım. 6 milyar insanı barındıran yer kürede, insanlığa ait ortak İslami değerleri iyi belirleyip sunmamız gerekir.
Herkesin Müslüman olmadığı gerçeğinden hareketle, insaniyetin ortak değer kabul ettiği, dinimizin emrettiği ve rehberlik eden değerlerini insanlığa sunabiliriz. Medeniyetler buluşmasında, bizi bekleyen ve düşünce pazarına sunmamız gereken en büyük entelektüel fikri mülkiyetimiz İslamın evrensel mesajlarıdır.
İslam coğrafyasının; iç çatışmalara, bölünmelere, krallıklara ve hanedanlar ile modern diktatörlükler marifetiyle şekillendirildiği bir açmazı da geçen yüzyılda çok yoğun yaşadık. Gelinen noktada, ciddi bir sorgulama ve kendine gelme başlangıçlarına şahit oluyoruz. Batının hükümran yönetimleri ve menfaat bağlantılarına inat, yeni yüzyılın insana yüklediği anlamları taşımak isteyen kitlelerin olduğu da bir vakıa.
Savaş karşıtı kampanyalar, fakir ülkeleri gündeme taşıyan çevreler, ilmin yaratıcıya yakınlaştıran objektif yorumları, dünya vatandaşı olmanın doğurduğu uluslararası örgütler ve katılımı arttıran uygulamalar bizi umutlandırıyor.
Geçen yüzyılın karanlık tablosunun Osmanlı çınarını sarstığı ve ulemanın çözüm üretemediği bir vasatta, bunun ızdırabını yüreğinde hisseden Bediüzzamanın haykırışlarını görmekteyiz. Tedenni-i milletten ah-u fizar ederek ah...ah... diyen Bediüzzaman, ahir zamanın korkunç alametlerine direnecek muhteşem bir yolun başlangıcında olmanın bütün müzakerelerine hazırlanmış bir eda ile alemi yankılatır.
Bediüzzaman, Osmanlı idaresinin, ulemanın ve batı hayranları ile haçlı ruhunun çatışma alanında, göz gözü görmez denecek bir yıkılış zemininde, hadiseleri kısa geleceği aşan bir fikri dirayet ve bin yıllık İslam geleneğine kattığı yeni yorumla İslam alemine ve insanlık ailesine seslenir. Bu ses, bazen yüzyılı aşan bir farkla geniş dairelerde yeni yeni anlaşılsa da, 21. yüzyıla düşen ışığı ile kucaklayıcı bir İslam düşüncesine ciddi zemin hazırlamıştır.
Bediüzzamanın yüzyıllara seslenen bu evrensel mesajından, anladığım kadarıyla bazı satırbaşlarını vermek istiyorum.
1-Ulum-u diniye vazifesi ile tavzif edilen Risale-i Nurun birinci vazifesi, iman hizmetidir.
2-Cemiyetin selameti uğruna dünyamı da feda ettim ahiretimi de gerçeğinden hareketle iman selameti ile gençleri ve Müslümanları camiye davet etme yolu benimsenmiştir.
3-Dünyevi her hadiseye, ahiretimiz ve dinimiz açısından yorum getirilmiştir.
4-Sosyal hadiselere, insan ve insaniyete ait değerler açısından bakmıştır. İnsaniyet-i kübra dediği İslamiyet ile tekamül noktasını göstermektedir.
5-Din, siyaset üstüdür. Hiçbir grup ve zümre, inhisarına, yani tekeline alamaz. Din mukaddestir ve mal-ı umumidir.
6-Siyaset, dine hizmetkar olabilir. Her türlü iktidar araçları ve iktidarlar, ancak dine hizmet edebilirler. Laik hükümetler de bile asgarisinde Dine ilişmemek ve dinsizliğe taraftar olmamak vakıasını ifade eder.
7-Din adına devlet, devletleştirilmiş din düşüncelerini ve siyasi hareketlerin dini alet yapmalarını tasvip etmez.
8-Herkesi inandıracak bir netlikte, iman hizmetinin ve mukaddes değerlerimizin hiçbir şeye alet edilemeyecek kadar yüce olduğuna halkı inandırmamız için, güven verecek fedakarlıkların ortaya konması gerekir. Değerlerimizi maddi ve manevi hiçbir şeye alet etmemek esastır.
9-Manevi de olsa Nüfuz ticaretine karşıdır. Aksi durumda hidayete girmek isteyenin, vehmini tahrik edebilir.
10-Şahıs ve şahsa bağlı hareketleri, İslamın en çok önem verdiği meşveret mantığına aykırı görür. Özellikle inancımızı, iktidar yolunu açan ve kitlenin hassasiyetleri üzerinden etki alanı oluşturan bir yaklaşımla nüfuza tahvil ettirilmesini tasvip etmez. Bu şekil, istismar kanallarını çoğaltır.
11-Siyaset ve devlet idaresini, teknik bir mesele olarak değerlendirir. Bir sanat olarak görür. Sanatta, maharet esastır prensibinden hareketle, vazife ifa edenlerin zatından ve fikirlerinden önce yaptıkları işe göre değerlendirilmelerini belirtir.
12-Dini, İstibdata müsait gören bir anlayışla, dini otorite olarak iktidar disiplini içine almak veya devletleştirmek tarzındaki siyasi görüşlere karşıdır.
13-Siyaset veya devlet idaresi dahil, her anlamda meşveret, seçim ve ekseriyetin kabulü esasını benimser. Kişi ve zümre hakimiyeti yerine, temsile ve katılıma dayalı seçim ve kabulleri ön görür. Şahsın temsil ettiği halifeliğin bile, Meclis tarafından deruhte edilip temsil edilebileceğini böylece şahs-ı manevinin, yani kurumsal temsilin gereğini belirtir.
14-Partiler, demokratik zeminde ve eşit şartlarda rekabet etmelidirler. Hiçbir nüfuz ve imtiyaz alanı ile avantaj elde etmemelidirler. Hizmet ve kalkınma aracıdırlar. Bizzat din ve düşünce hareketi değildirler. Partiler, İslami düşüncelerden etkilenmeli, ancak onu etkileme ve kendisiyle özdeşleştirme tezahürlerine girmemelidir.
15-İnsan ve vatandaş bazlı ortak sorumluluklarda; din, dil, cinsiyet, bölgesel farklılıklar, kültürel değerler ve farklı görüşte olma gibi tercihlerden dolayı, siyasetin çatışmanın tarafı ve ayrışmanın aracı olmaması gerektiğini ifade eder.