Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Hud Suresi 120-123. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor
120 . (Ey Resûlüm!) Peygamberlerin haberlerinden, kendisi ile senin kalbini takviye edeceğimiz herşeyi sana anlatıyoruz. Bunda (bu sûrede) de sana hak ve mü’minlere bir nasîhat ve bir ihtar geldi.
121 . O hâlde, îmân etmeyenlere de ki: “Elinizden geleni yapın! Şübhesiz biz de (öyle) yapanlarız.”
122 . “Ve (siz bizim âkıbetimizi) bekleyin; doğrusu biz de (sizin âkıbetinizi) bekleyenleriz.”
123 . Hâlbuki göklerin ve yerin gaybı Allah’a âiddir ve bütün işler hep O’na döndürülür; (1) öyle ise O’na ibâdet et ve O’na tevekkül et! Çünki Rabbin, yapmakta olduklarınızdan gāfil değildir.
1- “Nasıl ki bütün mevcûdât (varlıklar), vücûdları ve kıyâmları (var olmaları) ve bekāları (varlıklarının devâmı) cihetinde Kayyûm-ı zü’l-Celâl’e (herşeyi varlıkta tutan Allah’a) dayanıyorlar; kıyamları O’nunladır. Öyle de; mevcûdât, keyfiyât ve ahvâlinde (nasıl olduklarında ve hâllerinde) binler silsilelerin (birbirine bağlı iplerin), temsilde hatâ olmasın, telefon, telgraf silsilelerinin merkezi ve santral direği hükmünde olan sırr-ı Kayyûmiyette (herşeyi varlıkta tutan Allah olması sırrında), uçları: وَاِلَيْهِ يُرْجَعُ الْأَمْرُ كُلُّهُ [Ve bütün işlerin hepsi ancak O’na döndürülür] sırrıyla bağlıdır.
Eğer o nûrânî (nurlu) nokta-i istinâda (dayanma noktasına) dayanmazlarsa, ehl-i akılca (akıl sâhiblerince) muhâl ve bâtıl (imkânsız ve hakîkatsiz) olan binler devirler ve teselsüller (sebeb noktasında, tekrar birbirine dönerek bağlı kalma çâresizliği) lâzım gelecek; belki, mevcûdât adedince bâtıl olan devirler ve teselsüller lâzım gelir. Meselâ bu şey, hıfz (koruma) veya nûr veya vücûd (varlık) veya rızık gibi bir cihette buna dayanır, bu da ötekisine, o da daha ötekisine, gitgide herhâlde nihâyetsiz olamaz, bir nihâyeti bulunacak. İşte, bütün böyle silsilelerin müntehâları (sonları), elbette sırr-ı kayyûmiyettir. Sırr-ı Kayyûmiyet anlaşıldıktan sonra, o mevhum (vehmî olup, aslı olmayan) silsilelerde birbirine dayanmak râbıtası (bağı) vema‘nâsı kalmaz, kalkar; herşey doğrudan doğruya sırr-ı Kayyûmiyete bakar.” (Lem‘alar, 30. Lem‘a, 407)