'Siz burada ne yapıyorsunuz?'

Habibi Nacar YILMAZ

Yıllar önce dershanede yanımızda kalan bir öğrenci kardeş, eve bazen geç saatlerde gelmeye başladı. Geldiğinde yorgun argın da görünen bu arkadaştan, sonradan arkadaşlarının ısrarı ile bazen bir tarikat toplantısına katıldığını öğrendik. Kadirî usulde olan bu toplantılarda, cehrî (açık, sesli ve hareketli) zikir olunca, hem yorgunluk biraz uzayınca da bıkkınlık oluyormuş. Hâliyle arkadaş da bundan nasibini alıyormuş. 

Bizim büyük bir gayretle, uzun ve ince okumalarımızla hem maneviyata hem de namaza alışan bazı arkadaşlar, hazır bir hâle gelmiş, böylece dikkat çekmiş oluyordu. Bu da diğer arkadaşların dikkatini çekiyor ve onların da davetine sebep oluyordu. Halbuki önemli olan hazırı değil, bir diğerini hazır hale getirmekti. Sonra bizimle kalan bu kardeşimiz "Abi gerçekten bu arkadaşları ve usullerini gördükten ve bir müddet girdikten sonra, Risale-i Nur'un aklıma ve kalbime dokunan izah ve ispatının, şahsı değil de şahs-ı manevîyi önceleyen tavrı ve usulünün değer ve geçerliliğini daha iyi kavradım." demişti.

Her neyse... Geçen hafta bizim mahallede ilk defa derse gelen bir esnaf arkadaşın "Abi siz burada ne yapıyorsunuz?" sorusu vesilesiyle bu, hatıra aklıma geldi ve yazdım. O yeni gelen arkadaşa da evvela, bana göre okumakla hiç bitmeyen ve dinî hayatımızı tek başına yönlendirebilecek mahiyetteki Birinci Söz'ü okuduk. Hem de sadece bir paragraflık sonundaki sual ve cevabını. Hem biz oradaki mânayı bir daha tefekkür etmiş hem de bu soruyu soran kardeşimiz de memnun olmuştu. 

Bana göre, hangi yönden bakarsak bakalım besmelenin değişik ve sarsıcı izahı olan Birinci Söz, dağ başında, hiçbir hakikatle yüz göz olmamış, gelmemiş birinin eline geçse, sadece bu sözü okumakla, hem Allah'ı bulur hem de dünyaya gönderiliş gayesini öğrenebilir. Üstadın bu sözde kullandığı dilini, anlatma tekniğini, hayatı içine alan üslubunu, Kur'an'ın besmelede saklı derin mesajını anlatmadaki ustalığını ve diğer birkaç önemli özelliğini incelemek ve ortaya çıkarmak gerekiyor herhalde. 

Birinci Sözün sonundaki "Tablacı hükmünde olan insanlara bir fiyat veriyoruz. Asıl mal sahibi olan Allah, ne fiyat istiyor?" sualinin "tablacı" ve "asıl mal sahibi" kısmı, zihni, sebeplerden koparmak ve sebeplerin arkasında hükmeden mâna ve Kudrete yönlendirmede, o kadar vurucu, derin ve doyurucu ki alabilen ve anlayabilen için, bana göre öz ve kısa bir manifesto niteliğinde.

Kur'an-ı Hakîm'in âyetlerinden süzülen bu "tablacı" ve "asıl mal sahibi" mânası, aslında bir Müslümanın tüm hayatına "an"ına, saniye ve dakikalarına hâkim olması gerekiyor. Çünkü zihin "tablacıdan" kurtulmadıkça, "asıl mal sahibine" yönelemiyor. "Tablacı" kelimesi, o bildiğimiz nimetler ve malların önümüze kadar gelmesine aracılık, tepsilik eden tabla kelimesinden türetilmiş. Bu yönüyle ağaçlar meyvelerin; bostanlar sebzelerin; hayvanlar süt, et, yün ve benzerlerinin; güneş ışığın; topyekün dünya içindekilerinin tablacısı, sunucusu, göstereni, önümüze getirip bize ikram edeni, vazifedârı durumunda.

Bir muhtaç, miskinin önünden geçen iki insan düşünelim. Biri merhamet edip eliyle bir ikramda bulunuyor, biri de aldırış etmeyip geçip gidiyor. İşte ikramı, yardımı yapan da o yardımın tablacısı durumunda. Yapan ve yapmayan aynı ele, göze, ayağa ve bedene sahip oldukları halde, birinin yapmayıp diğerinin yardımını, ondaki merhamet, şefkat ve iyilik melekesinden başka ne ile izah edebiliriz ki? İki ihtimal var. Ya bize bu kıymetli malları getirmeye, sunmaya, vesilelik yani tablacılık eden ağaç, toprak, hayvan, güneş gibi tablacılara merhametli, şefkatli, iyiliksever diyeceğiz ya da her birine ayrı ayrı muhtaç olduğumuz bu kıymetdâr hem de sanat harikası olan bu nimetlerin arkasında başka, bizi tanıyan, tanıması da yetmiyor bize merhamet ve şefkat eden, yine o da yetmiyor, bütün bu tablacılara hükmü geçen, o da yetmiyor irade ve ilim sahibi birisi var ki bunlardan mahrum bu tablacıları, bize tablacılık yaptırıyor. Yani bu tablacılar birer el konumunda. 

İşte bizi "asıl mal sahibine" yani merhamet şefkat, ilim, irade, kudret sahibine götüren de bu mânayı iyice anlamak. Tablacılar neler? Bunlar asıl mal sahibi olabilirler mi? Bunların bu işlerdeki hissesi ne? Onlarda hükmeden "asıl mal sahibi" kim? Ve finale doğru geliyoruz. Bu "asıl mal sahibinin" asıl gayesi ne? 

Cevapta geçen "O Mün'im-i Hakiki, (nimetlerin hakiki sahibi) bizden o kıymettar mallara bedel istediği fiyat ise üç şeydir. Biri zikir, biri şükür, biri fikirdir." cümlesi ise, birkaç yönden belki de öz itibariyle, Hazret-i Peygamberin (Aleyhisselam) hayatını, hatt-ı hareketini özetliyor. Sünnet-i Seniyyeyi rehber mi almak istiyorsun arkadaş? İşte formül. Susman hikmet, konuşman fikret, bakışın ibret olsun. İnsan için, çok tanımlar kullanılıyor. Âcizâne, insan için "Tefekkür ve teşekkür fabrikasıdır." desek ne derseniz? Çünkü aksi takdirde "pislik makinesine" dönmüş oluyor. Teşekkür ve tefekkürümüzle insanız arkadaş. Yoksa yok. İslam'ın özü de bu değil mi zaten?

Evet dostlar, öylece okuyup geçtiğimiz bu sözü bir daha okuyalım. Özür dilerim, bir birkaç defa daha çok okuyalım. Görüyoruz ki okudukça büyüyor, düşündükçe çoğalıyor. Çoğaldıkça derinleşen mânalarla buluşuyoruz.

Selam ve dua ile.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.