Siz nasıl bir cumhuriyetçisiniz?

Dr. Selçuk ESKİÇUBUK

Cumhuriyet; egemenlik hakkının belli bir aile veya kişi elinde olmadığı, halkın özgür seçimle idarecilerini işbaşına getirdiği bir rejimin adı diye tarif edilebilir.

Bugün ülkemizde Cumhuriyetin 93. yılını kutluyoruz. 1,Dünya savaşından sonra yıkılan Osmanlı imparatorluğunun ardından elimizde toprak parçası olarak Anadolu kalmıştı ve yeni kurulan bu ülkenin adı Türkiye, idari şekli de Cumhuriyet olmuştu.

Ancak halkın seçimlerde başka parti olmadan tek partiye ve tek lidere oy vererek onu seçmesine Cumhuriyet dense de bu Cumhuriyet halkı mutlu etmeyecekti. Çünkü bu rejim demokrasiden yoksun bir cumhuriyet’tir.  Çok partili demokratik bir siyasal hayatın, muhalefetin, kuvvetler ayrılığı prensibinin ve özgür basının olmadığı bir Cumhuriyet ile övünmek boşunadır.

Evet, bir zamanlar tek parti ve tek adama dayanan bazı ülkelerdeki otoriter-totaliter rejimler kendilerine Cumhuriyet adını verdiler. Mesela Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, Libya Sosyalist Halk Cemahiriyesi ve İran İslam Cumhuriyeti gibi.

Ülkemizde 1923 yılında ilan edilen Cumhuriyet rejimi de taşıdığı özellikler bakımından uzun yıllar bunlarla benzerlikler göstermiştir. 1923 yılından 1946 hatta 1950 yılına kadar tek partili rejimin adı Cumhuriyet olmuştu. Bu dönemde özgür basın yoktu, muhalefet yoktu, kuvvetler ayrılığı prensibi yoktu.17 Kasım 1924 de kurulmasına izin verilen “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası” isimli muhalefet partisi M.Kemal’in izniyle eski silah arkadaşları olan Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy,Refet Bele ve Adnan Adıvar’a kurdurulur ama halktan çok taraftar bulması üzerine kısa zaman sonra kapatılır. 12 Ağustos 1930 tarihinde Ali Fethi Okyar’a kurdurulan “Serbest Cumhuriyet Fırkası” da tek parti rejiminin uygulamalarından memnun olmayan halk tarafından benimsenince 17 Kasım 1930 da kapattırılır. Böylece çok partili sisteme geçişe 23 yıl boyunca bir daha izin verilmez, milli iradenin tecellisine imkan tanınmaz.

Tek parti devrinde bir dönem İçişleri Bakanı parti genel sekreteri, valiler il başkanı, umumi müfettişler parti örgütünün de müfettişi olmuşlardı. Güçler ayrılığı prensibi hiç kurulmamış aksine güçlerin birliği devam etmişti.

Osmanlı toplumunda Padişahlık, Meşrutiyet ve Cumhuriyet idaresini gören Bediüzzaman’ın da kendine has bir Meşrutiyet ve Cumhuriyet anlayışı vardı. Bu konudaki fikirleri gizli değil, çok açıktı. O, Meşrutiyeti, ”Adalet, meşveret ve kuvvetin kanunda olmasıdır” diye tarif ediyor ve daha açık bir şekilde görüşlerini şöyle ifade ediyordu.

*meşrû, hakîki meşrûtiyetin müsemmasına ahd ü peyman ettiğimden, istibdat ne şekilde olursa olsun, meşrûtiyet libası giysin ve ismini taksın; rast gelsem sille vuracağım. Fikrimce, meşrûtiyetin düşmanı, meşrûtiyeti gaddar, çirkin ve hilaf-ı Şeriat göstermekle meşveretin de düşmanlarını çok edenlerdir. "Tebeddül-ü esma ile hakaik tebeddül etmez." (T.HAYAT)

Bediüzzaman,dindar bir Cumhuriyetçi” idi. Çünkü dört Halife ona göre; hem halife hem de cumhurun yani halkın reisi idi. O, manasız bir isim ve resim taşıyan rejimden yana değildi. Rejimin adı önemli değildi, uygulamalar önemliydi. Rejimin dine bakışı, inançlara müdahale edip etmemesiydi önemli olan.

1935 yılında 120 talebesiyle birlikte tutuklu yargılandığı Eskişehir mahkemesinde cumhuriyet hakkındaki fikirlerini şöyle ifade etmişti:

“Eskişehir Mahkemesinde gizli kalmış, resmen zapta geçmemiş ve müdafaatımda dahi yazılmamış bir eski hatırayı ve lâtif bir vakıa-i müdafaayı beyan ediyorum.

Orada benden sordular ki: "Cumhuriyet hakkında fikrin nedir?

Ben de dedim: "Eskişehir mahkeme reisinden başka daha sizler dünyaya gelmeden ben dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki tarihçe-i hayatım ispat eder. Hülâsası şudur ki: O zaman şimdiki gibi, hâli bir türbe kubbesinde inzivada idim. Bana çorba geliyordu. Ben de tanelerini karıncalara verirdim, ekmeğimi onun suyuyla yerdim. İşitenler benden soruyordular. Ben de derdim: Bu karınca ve arı milletleri cumhuriyetçidirler. O cumhuriyetperverliklerine hürmeten, tanelerini karıncalara verirdim. "

Sonra dediler: "Sen Selef-i Salihîne muhalefet ediyorsun. "

Cevaben diyordum: "Hulefâ-i Râşidîn, herbiri hem halife, hem reis-i cumhur idi. Sıddîk-ı Ekber (ra), Aşere-i Mübeşşereye ve Sahabe-i Kirama elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat mânâsız isim ve resim değil, belki hakikat-i adaleti ve hürriyet-i şer'iyeyi taşıyan mânâ-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler. " (Tarihçe-i Hayat)

Bediüzzaman’ın yaşadığı tek partili ve laikçi bir rejim de “dindar cumhuriyetçi” olmanın bir bedeli vardı ya bu ülkeden kaçacak ya da burada kalarak “laikçi cumhuriyet” in eziyetlerine katlanacaktı.  Bediüzzaman bu ülkede kalmayı tercih etti ve tercihini şöyle ifade etti: “Ben ehli dünyanın değil, kaderin mahkumuyum, Mekke'de de olsam Türkiye'ye gelirim, zira burası daha çok hizmete muhtaçtır…" Bu tercihi nedeniyle ömrünün 28 yılı sürgün ve hapislerle geçti. Şimdi ona eziyet edenler de ahirete gitti o da, ama onun arkasında milyonlarca talebesi, 50 de fazla dünya dillerine çevrilmiş dini kitapları kaldı.

Kuruluşundan bugüne kadar Cumhuriyetimiz çok aşamalar yaşadı. Laiklik prensibini kendine esas aldı ve kendi laiklikçi anlayışın göre devleti idare etti. 3 Mart 1924 de Diyanet işleri başkanlığı kuruldu. Geçmişte dinin kontrolü altında olan Devlet, yeni Türkiye’de bu yol ile dini kontrol altına alma isteğinde olduğunu gösteriyordu.18 Temmuz 1932 tarihinde Diyanet işleri başkanlığına bundan sonra artık ezanın zorunlu olarak Türkçe okutturulması kararı aldırıldı, arkadan Sala’nın da Türkçe okunması kararı getirildi. Tek parti idaresinden sonra bunların aslına tekrar dönüşü yani milletin istediği gibi Arapça okunması 1950 yılında iktidarın el değiştirmesi ile mümkün olacaktı.

Tek parti rejimi bir yandan da tarih kitabı yazdırır. Mustafa Tevfik bey (Cumhurbaşkanı genel sekreteri), Sabih Rifat bey-Börekçi- (Çanakkale milletvekili), Yusuf Akçuraoğlu, Afet hanım(İnan)  ve rejim yanlısı milletvekilleri bir araya gelir bu kitabı yazarlar ve 1931 yılında bu kitap devlet matbaasında bastırılır. Bu kitabın 89.sayfasında , “ … Muhammed 40 yaşına geldiğinde kendinin bulduğu ve doğru olduğuna inandığı yeni bir dine davet etti” gibi sözlerle Kur’an’ın Allah kelamı olmadığı, Hz. Peygamberin kendi görüşleri olduğu fikirlerini yaymaya çalışıyordu. Laikçi cumhuriyet anlayışı açıkça ateist olduğunu söylemiyor, yandaşlarına kitaplar yazdırarak fikirlerini ifade ediyordu. Bu kitap da 1950yılına kadar okullarda okutturulmuştu.

Tek partili Cumhuriyette Kur’anın tercüme edilmesi için de emirler verilir ve Kazım Karabekir paşaya bu emri veren,  sebebini şu şekilde anlatır: ”Kur’an’ı Türkçeye çevirttirdim millet okusun ve o arap oğlunun ne yaveler yediğini görsün.” (Habertürk, Öteki gündem programı, Bülent Yavuz Bakiler açıklaması,https://www.youtube.com/watch?v=dUAraKI0kkU)

1935 yılındaki önemli bir olay da fethin sembolü olan Ayasofya’nın önce tamirat bahanesiyle geçici ibadete kapatılması sonra müzeye çevrilerek devamlı kapatılması gelir. 29 Mayıs 1453 de fethedilen ve camiye çevrilen Ayasofya artık müze yapılmıştı. Bir daha hiçbir iktidar onu eski haline çeviremedi.

1946 yılında izin verilen ilk çok partili dönemde ise ilk seçim “açık oy gizli tasnif” yoluyla yapılmış doğal olarak seçimleri mevcut iktidar partisi kazanmıştı(!). İktidarın seçimle el değiştirmesi ancak 1950 seçimleriyle olmuştu. Ancak milli iradenin kendini idare etmesini istediği partiyi seçmesine karşı askeri ve bürokratik vesayet, “Cumhuriyeti koruma ve kollama” adına 1960 yılında yaptıkları ihtilalle engel olmuş ve başbakan ve 2 arkadaşını idam etmişti, iktidarı tekrardan seçimi kaybeden partiye vermişti. İdareye el koyan askerler bunu Cumhuriyet adına yapmışlardı. Artık yol açılmıştı, askerler halkın seçtikleri iktidar kendi isteklerinin ve cumhuriyet anlayışlarının dışına çıktıklarında cumhuriyeti koruma ve kollama adına muhtıralar vererek devirecek veya 1980 yılında de olduğu gibi bizzat el koyarak yönetecektir.

1967 yılında Üniversitelerde başörtü yasağının başlayacağı ve bunun 40 yıldan fazla devam edeceğini ve bugün bu kazanılan bu hakların, tüm öğrencileri ve devlet memurlarını, polisleri, kaymakam ve valileri, milletvekillerini ve bakanları da içine alacağını hiç kimse düşünmemişti.

Evet 93 yıllık Cumhuriyet maceramıza panoromik bir bakışla baktık, elbette bu konu daha derin, daha uzun anlatılabilir. Bu makalenin imkanları ölçüsünde okuyucuyu sıkmadan anlatmaya çalıştık.

Evet bu ülkeyi sevmenin, inançlı bir Müslüman olmanın tapusu kimsenin elinde değildir. Biz bu ülkeyi seviyoruz, dindar bir cumhuriyetçiyiz. Çok partili rejime, demokrasiye ve sandıktan çıkan milli iradeye saygılıyız. Sandıkla gelen sandıkla gider, başka hiçbir gücün iktidarı almasına izin vermeyiz.

Bu milletin içindeki 15 Temmuz 2016 ruhunu ölünceye kadar taşımaya ve en önemli miras olarak da bu ruhu bırakmaya and içtik. Kimse bu milleti karanlık günlere, zulümlere bir daha geri götüremeyecek, inşallah.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.