Bu ülkede çok garip şeyler oluyor.
Çok ama çok sıra dışı hadiselerle karşı karşıyayız.
Terörle hayatî mücadele verirken bu yetmiyormuş gibi 15 Temmuz karanlığına gömdüler bizi.
Dar ettiler, daha doğrusu dar etmek istediler.
Ama Allah’ın inayetiyle sabaha aydınlık bir ziya ile uyanıverdik.
Müthiş bir tesanüd ve uhuvvet dersi verdik.
Tabi ki cesaret ve yiğitlik destanı da…
Ama bunca olaylardan sonra toplumsal reflekslerimizi bozdular.
Neye, nasıl tepki vereceğimizi kestiremiyoruz.
At izi ile it izi birbirine karıştı.
Sanki birileri genlerimizin kodlarıyla oynuyor.
Sosyologlar toplumdaki bu davranış tahribatına karşı yeni bir tanımlama yoluna girdiler.
Çözemiyorlar.
Psikologlar da…
Yani hadiseler zinciri o kadar karmakarışık olmuş ki bir çıkış yolu bulmamız gerekir.
Terapi olmamız lazım.
Niye mi?
Tıka basa dolu hareket halindeki metrobüs şoförünü şemsiye ile dürtüyor artık bu millet.
Evet, evet… Şoförü dürterek metrobüsü yoldan çıkarıyor.
Acıbadem’de…
Çok acı verici değil mi?
Ama metrobüsün yoldan çıkması, insanın yoldan çıkması kadar tesirli değil.
İnsan ya da insanlık yoldan çıkıyor.
Şemsiye ile şoförü dürtecek kadar kodları darmadağan olmuş bu milletin.
Vatanımızı alamadılar ama sosyal hayatımızı duman ettiler.
Taarruzdalar.
Gözleri körleştiriyorlar, akılları söndürüyorlar, kalpleri kurutuyorlar bu taarruzla.
Çok daha dehşetli bir psikolojik harbin içindeyiz.
Hemi de tam ortasında!
İçsel anarşiyi doğuruyor.
Bediüzzaman’a göre anarşi, sosyal hayatı düzene sokan rabıtaları ve kanunları bir bir kesip atar, nizamı bozup bozgunculuk ve ihtilâle (ayrılığa) sebep olur. [1]
Yine ona göre, “Anarşi hiçbir hak tanımaz. İnsanlık seciyelerini (karakter) ve medeniyet eserlerini canavar hayvanlar seviyesine indirir.” [2]
Evet… Hepimiz potansiyel bir anarşistiz artık.
Ne yapacağımızı, daha doğrusu ne yapabileceğimizi kestiremiyorlar artık uzmanlar.
Hareket halindeki şoförü dürterek belki de çok da inmişiz.
Neye mi?
Canavar hayvanlar seviyesine.
Belki de daha da aşağıya!
İşimiz zor valla!
Allah kurtarsın hepimizi.
Vesselâm…
[1] İşarâtü’l-İ’caz, s. 215.
[2] Tarihçe-i Hayat, s. 566.