Her filozof bir devrin hakikatidir. Sokrates, bir Atina gerçeği… Topal bir demokrasinin kurbanı… Atina demokrasisinin kanlı gömleği… Tanrı’nın Atina’ya lütfüydü Sokrates. Avrupa kültürü, Sokrat’ın kafasından doğdu Atina’da. Sokrates yarattı Avrupa’yı. Karşılığında ihanet buldu. Atina ona ihanet etti. Zehirli bir kadeh sundu Sokrat’a. Bir kral edasıyla içti ölümü Sokrates; tereddütsüz, başı dik, alnı açık yürüdü. Ölüme giderken bile halkına nasihatte bulundu. “Ölüm değil, haksızlık korkutuyor beni. Birini haksız yere ölüme mahkûm ederek günah işlemeyin.”
Atina, Sokrates’le felsefenin merkezi haline gelmişti. İçinde hep tanrısal bir ses duyduğunu söylüyordu Sokrat. “Ben, Tanrı’nın, sizin başınıza musallat etmek için yarattığı bir at sineğiyim. Her gün, her yerde sizi dürtükleyip sarsıyor, sıkıştırıyor, azarlıyor, peşinizi bırakmıyorum.”
Bir kelam ustasıydı Sokrates, kalemle işi gücü olmadı onun hiç. Diyalektik yöntemiyle doğru bilgiye erişmenin çabasındaydı. “Sorgulanmayan hayat, yaşanmaya değmez” idi ona göre. Muhatabına sorular sorar böylece gerçeği karşısındakine buldurturdu. Yani bilgiyi doğurtturdu, tıpkı bir ebe gibi. Tevazuun en eski örneğidir Sokrat: “Bildiğim bir şey varsa o da bir şey bilmediğimden ibarettir.” der. Alaycı bir üslubu vardır. “Sokratik ironi”siyle bilgiçlik taslayan sofistlerle alay ederdi.
Sırtından hiç eksik etmediği hırkasıyla pazaryerlerini dolaşıyor, siyasal karışıklıklara kulak asmadan gençleri ve bilim adamlarını cezp ediyordu etrafına. Bir ilkçağ peygamberi adeta… Sahte tanrılara başkaldıran bir Yusuf mitosu… Tanrılardan korkusuzca ateşi çalan Promete o. Hakikat yolcusuydu. Zeus’u ve diğer tanrıları öldürüyor insanları tek Tanrı’ya davet ediyordu. Gelip geçici olandan, gerçek anlamda kalıcı olana yani erdemli olmaya çağırıyordu.
“Bir toplumun peşin hükümlerini ve alışkanlıklarını tartışan herhangi biri, kim olursa olsun, sapkınlıkla suçlanır.” Öyle de oldu. Sapkınlıkla suçlandı. Atina bürokrasisi onu şeytanın savunucusu ilan etti. İftira ve dedikodunun çirkinliğine maruz kaldı. Anlaşılmadı. Yadırgandı. “Düşündüğü zaman insan yalnızdır, özgürdür. Oysa halkın arasına karıştığında düşündüğünü özgürce ifade edemezsin. Kalabalık kendisi gibi düşünmeyene katlanamaz. Filozofların sesleri onlara bülbüller arasındaki karga sesi gibi çirkin ve ters gelir.”
Onu sitenin törelerine uymamakla suçladılar. Gençleri yoldan çıkarıyor, devletin tanrılarına inanmıyor, yeni tanrılar icat ediyor diye. Tanıksız gönderdiler ölüme. Dostları kaçmasını söylediler. “Nereye gitmek için?” diye cevap verdi. “Ben bu şehirden savaşa gitmek için çıktım sadece. Atina’nın dışında yaşamayı bilmem ki.” Hıyanete sadakat sundu Sokrates. Karısı Kissentipi gözyaşlarına boğulmuştu. “Çok üzülüyorum, seni haksız yere götürüyorlar.” dedi. Sokrates: “Haklı yere götürseler daha mı iyi olurdu?” cevabını verdi karısına. Talebesine döndü: “Krito” dedi, “Askulapyus’a bir horoz borcumuz var, onu lütfen öde” tembihinde bulundu. Cellatları ağlayarak getirdi baldıran zehrini. Alkibiades, gözü gibi titrediği öğrencisi, ihanet etmişti ona. “Vatan haini” damgasını yemişti Alkibiades. Antikçağın en şaşırtıcı vatan haini… Sparta’nın aristokratik ve zorba rejimine hayranlık duymuştu. Önce Sparta’ya sonra Perslere katılarak saf değiştirmiş, düşman cephesine geçmişti. Hem Alkibiades’in hem de Atina’nın ihaneti karşısında adeta intiharı seçti Sokrates. Az bir parayla kurtulabilirdi ama tenezzül etmedi rüşvete. Bir bardak şarap içer gibi içti baldıran zehrini. Yarım saat sonra ölmüştü büyük filozof, Atina’nın kanlı kucağında.