Yaklaşık 300 kardeşimizin vefatıyla sonuçlanan Soma’daki maden faciası sebebiyle imanın 6 şartından birisi olan “Kader’e İman” hakikati konusunda, insanları şüpheye sevk edecek kimi bilinçsiz beyanatlarda bulunulduğuna sıkça şahit oluyoruz.
İmanın nihayet sınırını gösteren “Kader” mevzuu, henüz Allah’a, Ahirete iman temellerinde sorunlar yaşayan insanlar için ciddi bir imtihan konusu olmaya devam ediyor maalesef.
Bugünlerde Soma faciası nedeniyle sıkça duyduğumuz; “Kader değil cinayet!”, “Kader mi, kaza mı, ihmal mi?”, “Kader değil katliam!”, “maden kazası Kader olmamalı!” şeklinde devam eden ifadeler, kimi çevrelerin Kader’e iman hakikati konusunda yeterince şuurlanmadıklarını açıkça gösteriyor.
Aslında Kader konusundaki bu yanlış düşünceler, Kader’in “zorlayıcı” bir fâil olarak kabul edilmesinden kaynaklanıyor.
Bu kabulün ardında “Fatalizm”, “Kadercilik” ya da “Cebriyyecilik” akımlarının “Kader” konusundaki yanlış ve itikada zıt düşünceleri bulunuyor elbette.
Bu düşüncelere göre insan, Kader karşısında rüzgardaki ya da nehirdeki bir yaprak gibidir ve Kader onu nereye sürüklerse oraya gitmeye mecburdur.
Yani insan -iyi ya da kötü- yaptığı hiçbir işten sorumlu değildir. Çünkü o işleri kendisi yapmamakta, Kader onu bu fiilleri yapmaya zorlamaktadır. Dolayısıyla kendisi değil Kader fâildir.
Mutezile ve Kaderiyye akımları ise Kader inancını tamamen inkar etmek yoluyla “işlediği fiilleri yaratan insanın kendisidir, Allah’ın o fiillerde hiçbir müdahelesi yoktur” diyerek Kur’an’ın pek çok hükümlerini de görmezden gelmişler, neredeyse ”hevalarını ilah ittihaz edenler” sınıfına dahil olmuşlardır.
Elbette ki, bize Kur’an’da ve hadis-i şeriflerde öğretilen Kader inancı böyle sapkın bir inanç değildir.
Kur’an-ı Kerim ve Sünnetten beslenen Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat’in kabullendiği Kader inancı Mutezile-Cebriyye ekollerinin tefrit ve ifratından münezzehtir.
Ehl-i Sünnet olarak bizler Kader hakikatini inkar etmeyiz. Ancak Kader’i Kudret-i İlâhinin bir ünvanı anlamında; zorlayıcı bir fâil olarak da kabul etmeyiz.
Bediüzzaman’ın Kader Risalesinde de ifade ettiği gibi Kader “İlm-i ilâhinin bir nevidir.” Yani Kader, Allah’ın “Bilme” sıfatıyla alakalı bir kavramdır yoksa Allah’ın “Kudretiyle” ya da “Yaratmasıyla” alakalı bir kavram değildir.
Bu sebeple Kader zorlayıcı değil, bilicidir. Bir binaya yerleştirilen kamera, orada olan bütün olayları görüntüler/bilir ama o olayların oluşmasına sebep olmaz.
Kamera örneğinde olduğu gibi Allah’ın ilminden ibaret olan “Kader”, ezelden ebede olmuş-olacak her şeyi görür/bilir ama o olaylar Kader’in zorlamasıyla olmuş değildir.
Bu bakış açısıyla bakıldığında Kader’in ihatası dışında yaş kuru, büyük küçük hiçbir şey, hiçbir olay kalmadığını anlamış oluruz.
5300 yıl önce yaşamış Buz Adamı Ötzi’nin öldürülme anı da, Soma’daki maden faciası da, gelecekte olacak başka elim hadiseler de Kader tarafından kuşatılmıştır, bilinmektedir. Bu olayların Kader’in haricinde cereyan ettiğini söylemek bu açıdan imkansızdır.
İnsanın cüz’i ihtiyarisiyle yaptığı-yapacağı fiiller de Allah’ın ilminden, dolayısıyla Kader’den hariç değildir. Ancak elbette ki Kader o fiilleri zorlamaz, insan kendi fiillerini kendisi seçer. Ancak o fiillerin yaratılma süreci Rabbimiz’e aittir.
Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim’de her şeyi kendisini yarattığını açıkça buyurur:
“Allah herşeyin yaratıcısıdır ve O herşeye vekildir...” (Zumer 62)
"Allahu hâliku külli şey" (Allah her şeyi yaratandır) ve aynı anlama gelen ifadeler başka pek çok âyette de tekrarlanır: “En'âm 102, Ra'd 35, Fâtır 3 Zümer 40, Mü'min 62...”
Allah’ın ilmi olan Kader tarafından ezelde bilinen şeylerin zamanı geldiğinde yaratılmasına ise “Kaza” denmektedir.
Cüz’i ihtiyari ve seçimle gerçekleştirilen insani fiiller de yaratılan “külli şey” (her şey) kategorisine dahildir ve bu fiiller ayetin bildirdiği şekilde istisnasız Allah tarafından yaratılmaktadır.
Ancak bu ihtiyari fiillerin sorumluluğu onları yapanlara aittir. İnsan seçimini yapar ve iradesiyle seçtiği yöne doğru meyleder. Bu meyil bir dua gibidir.
Allah’ın yaratması bu noktadan sonra devreye girer. Rabbimiz, insanın seçimi neyse hiçbir zorlama ve kısıtlama yapmadan o seçimlere göre fiilleri yaratır.
Rabbimiz meyhaneye gitmek isteyeni meyhaneye, camiye gitmek isteyeni camiye götürecek bütün fiilleri kısıtlama olmadan yaratır.
Adeta bir taksi şoförünün bizi istediğimiz yere sorgusuz sualsiz götürüşü gibi Kudret de bizi istediğimiz şer-hayır adrese sorgusuz sualsiz, özgürce götürür.
Çünkü dünya imtihan meydanır. Sorumlu olabilmemiz için seçimlerimizde özgür olduğumuz gibi fiillerimizde de özgür olmamız gerekmektedir. Yani isteyene Cehennemi, isteyene de Cenneti seçme özgürlüğü vermiştir Rabbimiz.
Bizim görevimiz sadece tetiğe ya da düğmeye basmaktır. Televizyonun düğmesine basıp onu açarız ama televizyonun iç donanımını, onun çalışmasını sağlayan bağlantıları, antenlerle ya da uydularla kurduğu alakasını biz kurup yönetmeyiz.
Biz yemeği ya da suyu ağzımıza götürürüz ama bu cüzi fiilin ardından haberimiz olmadan vücudumuzda gerçekleşen diğer faaliyetlerle alakamız yoktur. Cüzi seçimimizin ardından Kudret bütün o farkında olmadığımız fiilleri yaratmaktadır.
Fakat yiyeceğimiz gıdaları biz seçeriz. Zehir yersek vücudumuzdaki yaratmalar ona göre, hap yutarsak hücrelerimizdeki yaratmalar buna göre gerçekleşir. Yani seçim bize, seçtiklerimizin sonucunda oluşacak bütün fiilleri yaratmak ise Allah’a aittir.
Soma’da 300 kardeşimizin vefatı ile neticelenen maden kazası da elbette Kader tarafından bilinmektedir. Elbette Kader tarafından bilinen bu elim olay, zamanı geldiğinde Kudret tarafından “Kaza” edilmiş, yani yaratılmıştır.
Fiilleri kulların seçimlerine göre yaratan Allah değil, bu fiillerin cüz’i ihtiyari boyutundaki sorumluları suçludur. Çünkü yaşanan bu feci olay, o kulların cüz’i ihtiyarileriyle yaptıkları yanlış seçimlerin bir sonucudur:
“Sana ne iyilik gelirse Allah'tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir. “ (Nisa 79)
“Başınıza her ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir. O, yine de çoğunu affeder.” (Şûra 30)
Bu feci olayın sorumluları suçu Kader’e atıp cezai sorumluluktan sıyrılamazlar ama yaşanan musibetten canı yananlar, bu felaketi Allah’ın bir imtihanı bilerek sabr ederler.
Kader inancı bu noktada teselli edici, yatıştırıcı, gerçeği kabullendirici bir fonksiyon icra eder.
Bu arada şunu da ifade etmekte fayda vardır ki milletimiz, Fatalizm ve Cebriyye tarzı Kaderci bir inanışa hiçbir zaman saplanmamıştır.
Yani milletimiz Kader inancını günahları aklamak ve tembelliği hoş görmek anlamında hiçbir zaman kullanmamıştır. Binlerce yıllık darb-ı mesellerimiz/atasözlerimiz bile bu gerçeği çok açık bir şekilde ispat eder.
Yine milletimizin savaşlardaki, tarlasındaki, işindeki, evindeki, bahçesindeki çalışkanlığı da bin küsur yıldır gözler önündedir. Fatalist/Kaderci bir milletin böyle çalışkan olması, çalışmaya önem vermesi düşünülemezdi.
O halde geri kalmışlığımızın suçunu Kader inancına yükleyip bu tertemiz inancı yok etmeye çalışan kimi hocaların teşhisleri de, tedavi yöntemleri de hatalıdır, yanlış üstü yanlıştır.
Kader inancı milletimiz tarafından musibetler karşısında yaşanan ümitsizliği ve hüznü bastırmak için kullanılmıştır ki, bu da Kur’an ve Sünnet’in Kader anlayışına mutabık bir anlayıştır.
Yaşanan olayların mülk cihetinde perde sorumluları vardır ve bu sorumlular elbette cezalandırılmalıdır ama bütün bu bildiklerimizin ötesinde ihata edemediğimiz yüksek bir Kader boyutunun etkileri de inkar edilemez.
Sezai Karakoç bir şiirinde Kader’in şuurumuzla ihata edemeyeceğimiz bu yüksek boyutunu şöyle ifade eder:
“Sakın Kader deme Kaderin üstünde bir Kader vardır.
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır.”
Hızır ve Musa (as)’ın Kur’an-ı Kerim’de geçen kıssaları bu gerçeği çok açık bir şekilde ortaya koyar.
Bir başkasının kendi cüz’i ihtiyarisiyle gerçekleştirdiği zulümler, daha başkaları için sabredilmesi gereken birer imtihana dönüşebilmektedir.
Yani o fiili gerçekleştiren kişi bilinçlice seçtiği fiilinden sorumlu olmakta ama Rabbimiz bizi o kişinin ihtiyari fiiliyle imtihan etmektedir. Bu durumda biz Kader-i Iztırari’nin (Zorunlu Kader’in) imtihanına maruz kalmış olmaktayız.
“Çaresiz biz sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. Müjdele o sabredenleri!” (Bakara 155)
Evet, Soma cinayeti de bütün cinayetler gibi cinayete maruz kalanlar açısından ayette buyurulduğu gibi Rabbimiz’in bir imtihanıdır.
Özetle söylemek gerekirse, Kader inancı insanların cüz’i iradeleriyle gerçekleştirdikleri kötü fiilleri aklamaz, aksine onlara bu fiillerinden dolayı sorumluluk yükler.
Yine Kader inancı, cinayetler neticesinde yakınlarını kaybeden insanlara da bir teselli imkanı sunar.
Bunun yanında ehl-i sünnetin Kader inancı hiçbir zaman tembellik için mazeret teşkil etmemiştir, edemez.
Başkalarının hatalı tercihleri nedeniyle gerçekleşen acı olaylar, bu olaylara maruz kalan mağdurların iradeleriyle seçmedikleri, aksine istemsizce maruz kaldıkları ıztırari hadiselerdir.
Zaten bu hakikat muvacehesinde ehl-i kemal tarafından “Kader’e iman eden, kederden emin olur” denmiştir.
“Elhâsıl: Eğer kader ve cüz-i ihtiyârîden bahseden adam ehl-i huzur ve kemâl-i İmân sahibi ise, kâinatı ve nefsini Cenâb-ı Hakka verir, Onun tasarrufunda bilir. O vakit hakkı var, Kaderden ve cüzî ihtiyârîden bahsetsin. Çünkü, mâdem nefsini ve her şeyi Cenâb-ı Haktan bilir. O vakit, cüz-i ihtiyârîye istinat ederek mesûliyeti deruhte eder, seyyiâta merciiyeti kabul edip Rabbini takdîs eder, daire-i ubûdiyette kalıp teklif-i İlâhiyeyi zimmetine alır. Hem, kendinden sudûr eden kemâlât ve hasenât ile gururlanmamak için kadere bakar, fahr yerine şükreder. Başına gelen musîbetlerde kaderi görür, sabreder.” (Kader Risalesi 26. Söz) (OD)