Ertuğrul Özkök Bey, Dan Brown’un bütün dünyada büyük bir tartışmayı başlatan yeni kitabı “Başlangıç ile ilgili Frankfurt’ta yaptığı röportajında anlatıyor...
-“Geliyorum en kritik soruya. Bir gün ölüm döşeğine geldiğinizde, bir Rahibi çağıracak mısınız?
-“Yanıma gelmek isteyecek bir rahibin bulunacağını sanmam...”
-Ben, sizin bunu isteyip istemeyeceğinizi sordum.
-“İsteyeceğimi sanmıyorum. Ama yine de o gün geldiğinde ne isteyeceğimi bilemem. Bilebildiğim şey, o gün benim hayatımda önemli olan insanlarla, onların hayatında önemli olduğumu hisseden insanlarla birlikte olmayı isterdim.”
Bu satırlar, İslâm Medeniyetiyle, sapkın Felsefenin ortaya koyduğu ve insanları perişan bir noktaya getirip bırakan mimsiz medeniyetin önemli bir sonucunu anlatma fırsatı veriyor.
Artık Özkök ve Dan Brown’a değil, onlar gibi düşünenlere; bilerek veya bilmeyerek hatta taammüden, ustalıkla dini yok etmeye büyük ustalıkla(!) çalışanlara hitap etmeye çalışacağım
Şimdi, bu inançsızlık ağırlıklı, karmaşık ruh halinde olanların idrakleri adeta tamamen kaybolduğundan çok şeyi bilemiyor, anlayamıyorlar. Avrupa’nın yüzde altmışının yalnız yaşadığını, evlilik dışında veya huzurevlerinde(!) hayatını devam ettirmeye çalıştığını duymadınız mı? Ben o duşa kabin, klozet, lavabo, somya ve küçük bir masanın sıkışık tarzda yerleştirildiği adına da Huzurevi denen, hapishaneden öte bir mekan olmadığı komünlerde yaşandığını, bizzat ziyaret ederek, maalesef müşahede ettim. Avrupa’da komşuluk hayatının ne kadar azaldığını, balkonların, pencerelerin bomboş olduğunu, komşuluk günleri veya haftaları ile resmi kurumların bunu düzeltmeye gayret ettiğini görmüyor musunuz?
Görmemeniz mümkün değil. Ben, o çok medeni(!) dediğiniz, refah seviyesi yüksek kabul edilen kuzey Avrupa’da Bielefeld’de, yalnız bir annenin başka şehirde yaşayan tek oğlunu hiç olmazsa ayda bir-iki gün yanına gelmesini istemesi üzerine; “Beni on sekiz yaşını doldurduğumda ‘ya eve para getirecek, masraflara katılacaksın veya evi terk edeceksin’ deyip kapı önüne koymuştunuz!. Şimdi benim işim gücüm var gelemem. Eğer yakıt parasını gönderirsen belki ara sıra gelebilirim” deyişini, oralarda yanında kaldığım Türk ailenin apartmanındaki o yaşlı hanımdan duymuştuk.
Manhaim’da da arkadaşım, bir Türk matematik öğretmeni, komşusu yalnız bir yaşlı hanımın ağır bir hastalık sebebiyle adeta ölümünün beklendiği bir hastane odasında izin alıp refakatçi olarak kalmış. Bu sırada, hastanede görevli papaz Efendi, hastaya vazifesi gereği telkin için geldiğinde o öğretmen arkadaşımla karşılaşınca ona nesi olduğunu sormuş. Anneniz mi demiş. Hayır cevabını alınca, ablanız mı, teyzeniz mi vb sorularla yakınlık derecesini anlamaya çalışmış. Sadece komşusu olduğunu, inancı gereği, yaşlı ve muhtaç bir hanım olduğu için yardıma geldiğini öğrenince onunla adeta röportaj yaparak, bu meselenin arkasında ne olduğunu, inancın bu hali nasıl ortaya çıkardığını öğrenmeye çalışmış. Hıristiyanlıkta bu manaların artık hayal bile edilemediğini, sosyal hayatta böyle bir ruhun ne kadar ihtiyaç olduğunu, anlatmış.
Sizler bu manaları bizzat, tatbik ederek yaşayarak biliyorsunuz. Böyle dostlukların olmadığı, komşuluk ve misafirliklerin bile neredeyse kalmadığı bir ortamda yaşıyorsunuz. Menfaat ilişkileri dışında arkadaşlıkların, evliliklerin bile olmadığı, aşkın bile içinin boşaltılıp “Yatıp kalkmaya” münhasır birlikteliklere dönüştüğü bir hayatta bizzat yaşayanlar nasıl bu hayatın prensiplerini bilemez, anlayamaz!
Bütün sevdikleriniz daha dünyada ve sizler sıhhatli iken bile menfaati yoksa birer birer sizden ayrılacak. Sevgilileriniz ve sevgisiz eşleriniz(!) ve hatta anne babalarınız, bütün medeniyetinizin bile daima çaresiz kaldığı o ölümün eline düşeceksiniz.
Sevgisiz arkadaşlarınız(!) son halinizde menfaatleri olmaz ise asla yanınızda olmayacak. Ünlü birisi iseniz belki gelebilecek ünlülerle, kameralarda arz-ı endam etmek için bazıları gelebilecek! O alkıştan başka bir şey yapmayan kalabalıklar, size değil, kendilerine de sıranın gelme ihtimaline karşı riyakârca ağlayacaklar. Onların orada alkış veya ruhsuz çelenklerle bulunmaları kimsenin işine yaramayacak. Yani orda olsalar da size, bize, başkalarına hiçbir faydaları bulunmayacak. Sizler o sırada sadece ömür boyu yaptıklarınızla baş başa kalacaksınız. İyi insan olmanız dışında size kimse yâr olamayacak. Tabiî ki orada da bu inançtaki tereddüdünüz ve hatta inkârınız o avantajınızı da bitirecek. Vicdanınız, kalp ve ruhunuz, aklınızı da yanına alarak size dayanılmaz pişmanlıkla birlikte çok ciddi ızdıraplar yaşatmaya başlayacak.
Arnavut diktatör, zalim lider ölürken, son anında küfrün bütün çeşitlerini okudu deniyor. Sizin gibi efkâra sahip olanlara, son deminde, bazı riyakârlar, çare olarak: “Tarihe geçeceksiniz, şu kadar paranız bankalarda duruyor. Şu kadar yazınız, kitabınız var. İstediğiniz çoğu rezille de yattınız(!); ne mutlu size! Üzülmeyin“ dedikçe, sizler gibi olanlar, bildikleri bütün küfürleri ederek TİTO gibi bağırmak isteyecekler… Amma ona da dermanları olmayacak. Ruhlarının feryadını dindiremeyecekler! Keşke hayvan olsaydık, diye iç geçirecekler…
Ustalıkla yaptıkları bütün inançsızlık faaliyetleri sebebiyle, kâinat boyutunda kendini tanıtan, o Rahman, O Rahim Yaratıcıyı kör olup göremedikleri için O Adil-i Mutlak Zatın vazifelileri, onlara öyle ızdıraplar çektirecekler ki tarifi imkânsız. Zaten bu efkara sahip olanlar, bu karmaşık düşüncelerle; tek, fakat ebedi hanımıyla evli, belki evi bile yok iken, karnını bile belki tam doyuramayan müminler kadar, sınırsız denebilecek dünyevi lezzetlerden de mahrum olarak; lüks otellerde, leş gibi, sevgisiz, hissiz rezilleştirilmiş zavallılarla, hep ızdırap içinde olacaklar… Ama; bu sefer ebedi ve sınırsız ızdıraplara katlanmaları mümkün olmayacak! Kafasız kafalarına çektikleri eski tarihli şarap veya pahalı lüks viskilerle de beyin ve ruhlarını o gün artık uyuşturamayacaklar. Aksine cehenneme gitmeden ruh ve kalpleri bütün sıkıntılarını o sırada adeta kusacak.
O gün hayatınızda önemli olan insanlarla, onların hayatında önemli olduğunuzu hisseden insanlarla birlikte olmayı isterdiniz amma, siz bu rezil dünyanızda, bu perişan hayatınızda önemli insanlar olduğunu mu sanıyorsunuz!
Sayın Dan Brown ve onun gibi düşünenler, siz bu din karşıtı felsefenizle, medeniyet anlayışınızla; kimsenin hayatında önemli olmadığınızı, kendi hislerinize bakarak da anlayamıyor musunuz? Herkes müşahedâtına tâbidir, bilmiyor musunuz? Herkesin, hatta ailenizin fertlerinin bile sizin gibi düşündüğünü artık anlayıp, sizi öyle candan seven birilerinin olmayacağını, olmadığını, olamayacağını o geri dönülemeyecek gün mü anlayacaksınız. Kendi müşahedatınızla bakın, asla öyleleri yoktu, olmayacak da. Çünkü inançsızların dünyası inanın ki böyle rezilliklerle dolu…
Müminlerde olduğu gibi, arkadaşını hasta görünce, onun iyileşmesi için, onun yerine hasta olmak üzere yatıp, onun sıhhat bulup kalktığını asla hayal bile etmeyin.
Rabbim böyle perişan insanlara müminliği nasip ederek dünya hayatında da, hayatının son anında da, ahirette de saadet nasip etsin.
Kur'ân-ı Kerim de, ehl-i kitabı imana teşvik etmekle, onlara bir ünsiyet, bir sühulet gösteriyor.
"Ey ehl-i kitap! İslâmiyet’i kabul etmekte size bir meşakkat yoktur; size ağır gelmesin. Zira size bütün bütün dininizi terk etmenizi emretmiyor. Ancak, itikadatınızı ikmal ve yanınızda bulunan esasat-ı diniye üzerine bina ediniz diye teklifte bulunuyor.”