Türkiye son aylarda çok ciddi ve üzücü gelişmelere ve olaylara sahne oluyor. İstikrarı yakaladığını düşündüğümüz ve artık birçok ciddi meselesini hal eden, bir kısmını da çözüm yoluna koyan ülkemiz, moral bozucu bazı hadiseleri arka arkaya yaşamaya başladı.
Bu olayların perde arkasında elbette bizim bildiğimiz kadar, bilemediğimiz birçok faktörün rol oynadığından şüphe etmiyoruz. Geçen yılın Mayıs ayında sahneye konan ve masum gerekçelerin arkasında gizlenmeye çalışılan Gezi provokasyonu ile bir yerlerden düğmeye basıldı.
Gezi provokasyonu, ekonomik olarak çok büyük zararlara yol açmakla birlikte, sosyal olarak da maalesef bazı ayrışmaların kapısını araladı. Ayrıca bir turnusol vazifesini de gördü. Bu olaylar sırasında sessiz kalan bazı kesimlerin, daha sonra ortaya çıkan diğer hadiselerde ön plana geçmesi de elbette tesadüfi değildir.
Her şeyden önce ve ön yargısız olarak meselelere baktığımız zaman, bu işlerin Türkiye’nin gelişmesini istemeyen, ülkemizin bugüne kadar kendilerine muhtaç bir şekilde yaşamasından rant sağlayan ülkelerin ve çevrelerin hesabına geldiğini söylememiz gerekir.
Çünkü Türkiye, tek başına Türkiye olarak kalamaz. Gelişen ve büyüyen Türkiye’nin, bütün İslam âleminin umut ve istinatgâhı olduğunu herkes bilir. Problemlerini hal etmiş bir Türkiye, İttihad-ı İslam’ın tesisinin de en büyük lokomotifi olacaktır. Bunun için bütün bu olayları, Türkiye ve hükümete bağlamak da doğru ve gerçekçi bir yaklaşım olmaz.
İki üç ay önce dersaneler ekseninde başlayan ve bu ülkede yaşayan bütün müminleri istisnasız olarak son derece üzen tartışmaların, giderek şekil ve boyut değiştirerek bu hale gelmiş olmasının vicdan muhasebesini hep beraber yapmak zorundayız.
Esas konumuza gelecek olursak, bana göre istikrarı bozmaya dönük bu faaliyetlerin en önemli sebeplerinin başında, büyük bir irade ile başlayan ve bugüne kadar da büyük bir kararlılıkla devam eden çözüm sürecini sabote etme gayretleridir.
Türkiye, bu çözüm sürecini sonuna kadar götürebilir ve bu zorlu süreci kardeşliğin tam tesisi ile taçlandırabilirse, artık bölgede ve dünyada önüne konabilecek bir engel kalmayacaktır. Veya konabilecek engelleri de, bu moral ve irade ile çok daha suhuletle hal edebilecektir.
Zaten bunun ipuçlarını Gezi provokasyonunda ve son olarak yolsuzluk görüntüsü verilen tahribat operasyonunda hep beraber yaşadık ve müşahede ettik. Kürtler ve Kürtleri temsil ettiğini iddia eden bütün kurum ve kuruluşlar, bu süreç zarfında çok başarılı bir imtihandan geçmişler, bu oyun ve tuzakların içinde olmamışlardır. Belki Gezi provokasyonunun nispeten daha rahat atlatılması ve belli bir noktadan sonra nihayete ermesi de bu destek sayesinde olmuştur.
Tahribat operasyonu tabirini kullandım. Belki bu tabiri biraz açmak gerekebilir. Öncelikle Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiç kimse, yolsuzluğu meşru göremez. Bu tür haksızlıklara göz yumulmasını isteyemez. Eğer bunu yapanlar varsa, hem bu dünyada ve hem de mahşerde hesabını vermesini yürekten ister ve bekler.
Hem bu konu çok konuşuldu ve çok şeyler yazıldı. Zaten bir mahkeme süreci de başladı. Onun için konu hakkında çok fazla yorum yapmak doğru da değildir. Fakat birbiri ile alakasız üç dosya için aynı günde düğmeye basılması, bunların iki yıla yakın bir süredir soruşturulduğu halde, seçime üç ay kala bunun büyük bir reklam ve duyuru ile başlatılması, dersaneler tartışmasının hemen ardından bu olayların patlak vermesi, kamuoyuna ve halka dönük bazı sembollerin ve imajların ustalıkla bu operasyonun içine konularak ön plana çıkarılmış olması, elbette hadiseleri objektif olarak takip eden bütün dikkatli vatandaşlarımızı, hayret ve tereddüte düşürmüştür.
Türkiye’de birbirini kısa sürelerle takip edecek üç önemli seçim yapılacak ve tabiri caizse, bu seçimlerle Türkiye’nin önümüzdeki on yılı şekillendirilecektir. Bu konuda kamuoyuna mal olmuş çok sayıda aydın ve yazarın, bu yapılan operasyonlara temkinli yanaşması, bir toplumsal mühendislik faaliyetine duyulan kuşku sebebiyledir. En son Oral Çalışların bile açık açık ‘’bu bir darbe operasyonudur’’ demesi de zaten bu önemli dönemece girilmesi nedeniyledir. ‘’Tahribat operasyonu’’ sözü üzerine daha çok şey yazılabilir, fakat biz yine esas konumuza dönelim.
Kürt meselesinin çözümü noktasında, bugüne kadar kimsenin atmaya cesaret edemediği adımlar atılmıştır. Oslo’da Hakan Fidan’ın öncülüğünde başlayan sürecin ardından başlayan 7 Şubat’taki oyun ve tertipleri hep beraber yaşayarak gördük. Hakan Fidan’ı tutuklamaya ve böylece bu süreci başlamadan bitirmeye dönük bir kirli operasyon, Başbakan’ın cesur müdahalesi ile son anda önlendi.
Ben atılan bu adımların zamanlaması, gerekliliği ve haklılığı konusunda şöyle bir değerlendirme yapmayı uygun görüyorum. Milli refleksleri yüksek ve derin devlet ideolojisine bağlı ve yakın olan herkes, ülkenin bu sürecin sonunda bölüneceğinin ısrarla propagandasını yapıyor ve bu vurguyu her vesile ile yapmaya çok özel bir itina gösteriyorlar. Bir başka kesim de, atılan bu adımların yetersiz olduğunu ısrarla ifade ediyorsa, bu manzara hükümetin meseleye dengeli yaklaştığını önemli bir göstergesi olarak kabul edilmelidir.
Hatta dersaneler konusunu aylarca en birinci ve neredeyse tek gündem maddeleri olarak ön plana çıkaran medya organlarının da, artık yavaş yavaş bu argümana sarılmaya başlamaları ve Türkiye’nin bölünmeye gittiğini nazara vermelerini da dikkatle takip etmek gerekir. Bu korku pompalanarak, hükümet bir başka şekilde de köşeye sıkıştırılmak isteniyor.
Geçen ay Diyarbakır’da çok tarihi bir buluşma yaşandı. Dünyada yaşayan bütün Müslüman Kürtleri son derece memnun eden ve son yüzyılın yaralarını sarmaya dönük bu önemli adımda Başbakan Erdoğan, Barzani ve Şıvan ile bir araya geldi. Diyarbakır ile birlikte Türkiye çok tarihi bir gün yaşadı. Biz bu olayı ‘’Kardeşliğin resmi’’ diye bir makalede değerlendirmiştik.
Anlaşılan Diyarbakır’da sergilenen barış ve kardeşlik tablosu, birilerini çok ürkütmüşe benziyor. Türkiye yaşanan en önemli ve hayırlı gelişmelerden birisi olan bu tabloyu, birileri ya görmezden geldiler veyahut çok küçük ve fotoğrafsız bir şekilde vermeye çalıştılar. Bu durum bile, bu konudaki düşüncelerin bir yansıması olarak birçok kişi tarafından gündeme getirildi.
Türkiye Kürt Meselesi nedeniyle son doksan yılda çok büyük bir kaynak kaybına uğradı. Yitirilen on binlerce canın acısını tarif etmek zaten mümkün değildir. Bu acıların büyük bir çoğunluğu hala birçok evde ve birçok kırgın ve buruk yürekte bütün canlılığı ile devam ediyor. Roboski’de haksız yere öldürülen otuz dört insanımızın acısı zaten yürekleri yakmaya devam ediyor. Hükümet dahi bugüne kadar burada işlenen cinayetlerin üzerini açma cesaretini gösteremedi.
Artık bir şekilde bu ölüm ve kıyım defterini kapatmamız gerekir. Bir dünya devleti olmanın, demokrasiyi kâmil manada yerleştirmenin, yetmiş altı milyon insanı bir ve beraberce kardeşçe yaşatmanın, İslam âlemini toparlamanın ve onları bir araya getirmenin, sözü dinlenir ve saygın bir dünya devleti olmanın yolu buradan geçiyor.
Hükümet ve Başbakan bu meselenin önemini kavradı. Geçmişte yapılan hatalardan ders alarak geleceği kurtarmanın hesaplarını yapmaya başladılar. Bu durum birilerinin hoşuna gitmiyor. Türkiye’yi yeniden eski ve kâbus dolu günlere döndürmenin hesabını yapıyorlar. Ülkeyi istikrarsızlaştırarak, çözüm sürecini işlemez hale getirmek istiyorlar. Yeniden kardeş kavgasının acılarının yaşandığı, evlere ateşlerin düştüğü bir ülke tablosunu geri getirmek istiyorlar.
Çok şükür Kürt kardeşlerimiz bu oyunun farkına vardılar. Son bir yıldır atılan adımlara bazı çekincelerini ifade etseler bile sahip çıkmanın gayretini gösteriyorlar. Fakat konu ile ilgili tahrik ve engellemeler birçok alanda devam ediyor. Mustafa Balbay’ın tahliye edilmesinin ardından, aşağı yukarı aynı durumda olan dört BDP’li ve bir bağımsız milletvekilinin tahliye taleplerinin ret edilmesini de yabana atmamak gerekir. Bu süreçte, bir başka milletvekilinin hapishaneye girmesinin yolunun açılmak istenmesini de bu çerçeve içinde değerlendirmek gerekir.
AYM, bu milletvekillerinden ikisi hakkında, tutukluluk süresinin makul süreyi aştığına karar verdi. Umarız bu milletvekilleri için yasama faaliyetlerine katılmanın yolu açılır. 17 Aralık kalkışması ile başlayan süreçte, çözüm sürecinin baltalanması için topyekûn bir provokasyonun izlerini görmek mümkündür. Bu ülkede yaşayan ve huzurun devamını isteyen herkes, bu süreci gözü gibi korumak ve sahip çıkmak zorundadır.
Aydınlık ve Nurlu Türkiye’nin yolu, bu sürecin başarıya ulaşmasından geçmektedir. Son dönemde kamuoyunu fazlasıyla meşgul eden olayların bir sebebi de hükümeti itibarsızlaştırdıktan sonra, çözüm sürecini sona erdirecek öldürücü darbeyi vurmak olabilir mi? Tabi ülkeyi eski istikrarsız ve güvenilmez bir ekonomik kaosun içine sürükleyecek spekülatif haberleri de birbiri ardına patlatarak, yeniden eski günlere dönmesini isteyenlerin de gayretlerini göz ardı etmemek gerekir.
Bu tür farklı hesapları yapan çok sayıda kişi ve kuruluştan bahsedilmektedir. Fakat asıl hesap, elbette Allah’ındır. Ve O ne takdir etmişse, o olacaktır.