بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ
Rahmetli Sezai Karakoç'un tüm külliyatını üniversite öğrencisiyken çay-simit parasından artırarak aldım.
Diriliş Dergisi 1990 sonrası takımını ise, kitapçı bir arkadaşımdan tevafuk eseri temin ettim. Şiirinden çok metinlerini daha çok tuttum ve okudum.
***
"Yıkılmış ve yeniden doğmaya çalışan bir toplumun, bir kültürün, yıkılmış ve yeniden yapılan bir şehrin ve savaşın; siyasi, sosyal, ekonomik yıkıntıları içinden doğrulmaya çalışan bir ailenin ferdi olarak Zülküf Dağı’nın eteğindeki o küçük kasabada dünyaya geldim. İşte bu dört yıkılmışlık içinde 1933 yılı baharında/ Gülan ayında Diyarbakır’ın Ergani ilçesinde doğdum. Annemin deyişiyle Gülan ayında bir günde.
Gülan, Mayıs'ın eski adı yani güller, gülün açıldığı ay. Eskiler isim semadan gelir derler. Eğer böyleyse isimlerimiz bize ilahi bir armağandır. Bu yüzdendir ki Kur'an-ı Kerim açılarak konmuş ismim. O zamanlar her ismin bir de mahlası olurdu; İsmim Muhammed, mahlasımsa Sezai. Doğduğum ev ise Ergani ortasında bir ev. O yıllar çok evimiz varmış, babam ekonomik durumumuz bozuldukça evleri birer birer elden çıkarmış."
Sezai Karakoç Maraş'ta yatılı ortaokulu 1946/47'de başarıyla bitirir. Mevlana'nın Mesnevi'si başta olarak, harçlığıyla aldığı Doğu klasiklerini ortaokulda tanır ve okur.
1947 yılında kaydolduğu Gaziantep Lisesi'nde Batı edebiyatını, Shakspeare'i, Andre Gide’nin Dünya Nimetlerini, Dohame’nin Verter’ini ve başkalarını okur.
Suad Alkan Ağabey: “Ben Sezai beyin bürosunda Bediüzzaman’ın Sözler kitabını karıştırdığımda paragraflarının altının kurşun kalem ile çizildiğini gördüm. O kendisinin çalıştığı bir kitaptır. Eğer bir insan kitabın altını çiziyorsa onu mektep olarak kullanıyor demektir." (Kaynak: https://www.risalehaber.com/sezai-karakoc-said-nursinin-risalesini-altini-cize-cize-okurdu-415470h.htm)
Lise tatile girdiğinde hemşerisi de olan bir sınıf arkadaşıyla memlekete dönmektedirler. Trende bir tanıdıklarına rastlarlar, adam bir isim vermeden İstanbul’da bir hemşerilerinin öldüğünü ve cenazesini kaldırdıklarını anlatır. Adres vermese de tarif ettiği ev onların evidir. Ahmet Sezai’nin askerdeki ağabeyi ölmüştür.
"Yüreğim yanarak kara trenin penceresinden uzun süre dağlara, ovalara, yamaçlara, tünellere baktım durdum. Trenin ıslak kömür tozları gözyaşlarıma karışıyordu."
***
Lise yılları Ahmet Sezai’nin Necip Fazıl’ı ve Büyük Doğu'yu dikkatle takip ettiği yıllardır. Necip Fazıl’a bir mektup yazar ve bu mektupla beraber Mehmet Levendoğlu imzasıyla Sabır adlı şiirini gönderir.
Levendoğlu ailesinin lakabıdır. Sezai Karakoç henüz 16 yaşındadır ve yolladığı 'Sabır' adlı şiir dergiye gelen 300 şiir arasından seçilerek yayımlanır.
“Bu şiir, gittikçe beni dünyasına çekmekteydi. Gül kavramını yeniden diriltmenin gereğini düşünüyordum hep. Monna Rosa böyle doğdu, modern bir Leyla ile Mecnun denemesiydi bu. Bir gencin dilinden anlatılış şeklinde başladı şiir. Rosa bilindiği gibi gül demektir. Böylece aşağılanan gül kavramını yeniden gündeme getirmek istedim.’’
“Monna Rosa’nın her şiir gibi bir doğuşu vardır. Ama şiire bakıp bir takım senaryolar uydurulduğu söyleniyor ki bunların çoğu asıl ve esastan mahrumdur şüphesiz. Şiire bakıp tümünü hayatın bir fotoğrafı gibi düşünmek, şiiri hiç anlamamak demektir. Dante’nin İlahi Komedya'sında geçen Beatris'in gerçekten var olup olmadığı tartışılmış ve bir takım yakıştırmalardan öte kimlik bağlantısı kurulamamıştır.”
***
MONA ROSA
Mona Roza, siyah güller, ak güller
Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah, senin yüzünden kana batacak
Mona Roza siyah güller, ak güller
...
Bu şiir Mecnun'un Leyla'ya yazdığı şiir gibidir. Karakoç'u "kaybettim Leyla'yı buldum Mevla'yı" noktasına götürmüş ve ömür boyu bekar hayatı yaşayıp, Üstad Nursi gibi artık İslam Davası'yla evliliği seçmiştir.
Rahmetli Karakoç dünyevi açıdan garip yaşayıp garip ölmüş bir insandır.
"İslam garip geldi garip gidecek" hadisi şerifinin ahir zamandaki bir izdüşümü ve bir mührüdür.
***
"Aylardan Gülan, yitik bir aşkın yaşanmaya başladığı bir zamandır. Nişanlanmaya niyetlenir, babasına bir mektup yazar ancak cevap olumsuzdur. Kalbi bu mektupla gelen fırtınalarla savrulur. O kadar büyük elem duymaktadır ki Rüzgâr şiirini yazar. Rüzgâr bir tercihin değil alın yazısının resmidir. Ve Karakoç'a evlenmek ömrü boyunca nasip olmayacaktır…"
Rüzgâr
Uçurtmamı rüzgâr yırttı dostlarım!
Gelin duvağından kopan bir rüzgâr...
Bu rüzgâr yüzünden bulutlar yarım;
Bu rüzgâr yüzünden bana olanlar...
O ceviz dalları, o asma, o dut,
Gül gül, mektup mektup büyüyen umut...
Yangından yangına arda kalmış tut.
Muhabbet sürermiş bir rüzgâr kadar.
***
Mahvi ve aziz mütefekkir!
2006 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafında Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nün Sezai Karakoç’a verilmesi kararlaştırılır. Sezai Karakoç ödülün takdimi ile ilgili olarak bir tören düzenlenmesini istemez. Ödülün kendisine posta yoluyla gönderilmesini bakanlığa yazdığı bir yazıyla ister.
Para ödülünü ise almayacaktır.
1968’de Milli Türk Talebe Birliği Milli Hizmet Armağanı, 1970 yılında Gümüş Hürriyet Madalyası, 1982’de Türkiye Yazarlar Birliği Hikâye Ödülü, 1991’de 12. Dünya Şairleri Kongresi’nde World Academy of Kolcher ödülünü, 2006 yılında Kültür Bakanlığı Özel Ödülü, 2011’de Cumhurbaşkanlığı Edebiyat Ödülünü kazanmıştır. Ödüllerinin hiç birini almaya gitmemiştir.
Sezai Karakoç aynı zamanda imza vermekten de pek hoşlanmaz. Okurunun, onu okuyarak yeterince ödüllendirdiğini düşünür. Ve bir tek okurunun hoş yorumunu aldığı hiçbir ödüle değişmez.
***
"Bir çok genç o zaman Büyük Doğu'yu bırakıp Risale-i Nur talebesi oldu. Büyük Doğu'ya alışmaya çalışan gençler, Risale-i Nur hareketine transfer olmuştu. Birkaç yıl içinde Büyük Doğucu dediğim arkadaşlar da nurcu oldu." (Diriliş Dergisi, anlatan Sezai Karakoç 2 Haziran 1989, sayı: 46.)
***
"Demek istiyorum ki, Bediüzzaman, aslında, siyasetten uzak durmamıştır. Tabii ki, siyaset için siyaset kötüdür. Çıkar için, mevki ve şöhret için siyaset, Bediüzzaman’ın ifadesiyle “Euzu billahimineşşeytanirracim ve minessiyase” denilecek kadar lanetli bir şeydir. Dini siyasete alet etmek, bizzat din tarafından telin edilen bir büyük kötülüktür. Siyaset, ancak ideal için, millet için, hakikat için yapılırsa meşru olur.
Bediüzzaman’ın bu konuda yazdıklarını ve tavırlarını bu şekilde yorumlamak gerekir. Zaten Peygamber Efendimizin (asm) devrinden günümüze kadar gelen bütün imamlar, alimler, devlet yönetimine bigâne kalmamışlardır. Toplumla ilgilenmişlerdir. Bu anlamda siyaset, her müslümana düşen büyük bir görevdir.
Ancak çağımızda ve geçmiş zamanlarda görülen mevki uğruna ihtirasla siyasete sarılıp her türlü yalan ve iftirayı rahatlıkla rakipleri ya da hasım ve muhalifleri için kullanmaktan hazer etmeyen, Allah’tan korkmadan ve kuldan utanmadan siyasi çıkarı uğruna her türlü yalan ve hileye başvuran siyasetçilerden ve siyasetten Allah Müslümanları korusun.
Bediüzzaman’ın tutumu da bu yönde kabul edilmelidir. Yoksa, denildiği gibi yorumlansa, tüm İslam tarihi boyunca bu konuda teessüs etmiş anlayışa ters düşer. Nitekim, Bediüzzaman, bir mahkemede, dini siyasete alet ettiği iddiasına karşı: “Allah bizi dini siyasete alet etmekten korusun. Ben dini siyasete alet etmem. Eğer imkanım olsa, siyaseti dine alet ederim” demiştir.
Bu sebeple günümüzde nurcu geçinip de boğazlarına kadar siyasete batan, sonra da başkalarına Bediüzzaman’ın siyasete karşı olduğunu söyleyenler kendi hesaplarına büyük bir çelişki içindedirler.
Hatta bunlardan bir grup, belli bir siyasi partiyi tutmayı nurculuk gereği saymaktadır ki, asıl kabul edilemeyecek olan da budur. Elbet, insanın oy açısından bir tercihi olması, memleketin yararı açısından bir kararda ve seçimde bulunması normaldir.
Ama bunu bir din inancı gibi görmek ve o partiden başkasının tercih edilemeyeceğini dini bir zorunluluk gibi düşünmek büyük bir yanlışlıktır. Hatta kimileri Bediüzzaman’a atfen günümüz politikacılarından biri hakkında bir söz yaymışlardır ki, kanatimizce bu Bediüzzaman’a bir iftiradır. Bu, Bediüzzaman'ı istismar, itibarını bile bile siyasete alet etmektir. Çünkü hiçbir İslam alimi istikbal için böyle şahıs ve isim belirterek bir söz söylememiştir.
Kur'an-ı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde de ancak gelecek için yorumlanabilecek işaretler olabilir. Yoksa falan köyden bir başbakan çıkacak denmez. Bu islama aykırı bir sözdür. Besbelli ki, uydurmadır.
Bediüzzaman’ı sözde büyütmek için nerdeyse tüm İslam büyüklerini silip onu onların üzerine çıkarmak, giderek onu adeta islamdan koparıp yeni bir yol icat etmiş biri gibi sunmak, hem islama, hem Bediüzzaman’a büyük bir haksızlıktır.
Devri icabı, “İslam” diyemediği için “nur” demiştir. Nur, islamdır. Bediüzzaman sağken, Risale-i Nur vasıtasıyla islama dönenlere “talebe” deniyordu. Bunlar, birkaç bin kişiydi. Yer yer Risale-i Nur’da daha fazla bir sayıya rastlanırsa, bunun sebebi Müslümanları manen kendi talebesi saymasıdır Bediüzzaman’ın.
Bu da yanlış bir zehap değildir. Risale-i Nur’u okuyanalar, tevhid inançlarını güçlendirecek bir fayda görmüşlerdir. İslamın birçok konusunu güçlü kanıtlarla insana kabul ettirecek bir eserdir Risale-i Nur.
Öteki dünya, namaz ve oruç konusunda ve daha birçok konuda birçok İslami bilgi ve düşünceyi havi bir külliyattır.
Bediüzzaman, şahsıyla da müslümanlara büyük bir örnektir. Riyazetli ve çileli hayatı, hapisleri ve hatta ölümü hiçe sayan irade, cesaret ve idealizmiyle büyük bir mücahit, lider ve kendine özgü düşünceleri olan bir alim ve düşünürdür.
Tabii ki, fikirlerini bir nas gibi kabul etmek, onlara yanılmazlık atfetmek yanlış olur. Düşüncelerini zaman içinde değerlendirmek gerekir. Kendisi ve Risale-i Nur hakkındaki ifadelerini, zamanının dehşetli baskısı düşünülürse, talebelerine moral vermek için zarureten başvurulmuş bir üslup meselesi gibi görüp hoşgörüyle karşılamak, ama bugün için tıpatıp geçerli kabul edilemeyeceğini bilmek gerekir.” (Sezai Karakoç, Hatıralar, Diriliş dergisi, 23 Şubat 1990, Sayı:84)
***
Rahmetli Karakoç'un yukardaki yazdıklarının kısa eleştirisini yapmak şarttır.
1-Dini siyaset gibi, siyaseti din gibi görmek tarih boyunca İslam'a verilen en büyük zarar ve kötülüktür.
2-Bediüzzaman Said Nursi'nin geleceğe dair, ümitverici ve uyarıcı ihtarları olmuştur.
Bu gaybi haberleri, Allahua' lem/ Allah bilir şeklinde İslami edep ve geleneğe uygun biçimde bitirir ve yanılma payını daima gözönünde tutar ve vurgular. Siyasi sosyal ve İslami çıkarımlar da bunun içindedir. Gaybı Allah bilir amma geleceğe dair/ fütürist çıkarım ve tahminler herkes için bakidir.
3-"Devrin icabı İslam diyemediği için Nur demiştir" sözü ise büsbütün yanlış ve Üstad'ı anlamaktan uzaktır.
Evet İslam nur, nur da İslam'dır. Risale-i Nurlar'da ve mahkemelerde İslam, şeriat, şeriat-ı garra şiarlarını haykıran bir zata böyle demek zan ve yakıştırmadır.
4-"Nur talebeleri Bediüzzaman sağken birkaç bin kişiydi" diyorsunuz. 1948'de Afyon Mahkeme Savcısı, "600 bin nurcu var" demiş. Üstad bu rakamı tekzip mi etmeliydi? Peki; 1948'den 1960 yılına kadar bu sayı hiç artmadı mı? Nur talebelerinin ve etkin oldukları müslümanların hakiki sayısını Allah'tan başka kim bilebilir ki? Ahirzamanın zaruret ve adamsızlık ortamında; sayıca mübalağa etmekte ne kusur olabilir ki?
***
Diriliş Partisi, Sezai Karakoç tarafından 26 Mart 1990 yılında “Güller Açan Gül Ağacı” amblemiyle kurulan siyasi partidir.
Sezai Karakoç yedi yıl boyunca partinin genel başkanlığını yürütmüştür. 18 Şubat 1997’de, üst üste iki genel seçime mazeretsiz olarak girmediği için kapatılmıştır. Diriliş Partisi'nin devamı niteliğindeki Yüce Diriliş Partisi, 2007 yılında kurulmuştur.
Merhum Sezai Karakoç'un neden parti kurduğunu hiçbir zaman anlayamadım.
16 Kasım Salı 2021'de, Fatih'teki evinde Rahmeti Rahman'a kavuşan müstağni, münzevi, merdumgiriz, tokgözlü aziz muhlis Sezai Karakoç'un makamı cenneti âla olsun. Rabbim günahlarını af ve mağfiret etsin.
Şehzedebaşı Camii bahçesinde; 21 yaşındaki şehzade Mehmed ile ebedler ülkesinde arkadaş olsunlar inşaallah.