“Gitme” diyordu ona karısı.
“Gitmeliyim” diyordu adam…
Kaderde yazılan varsa yazılmalı
“Kadere engel olamazsın ki” dedi.
“Gitme kocacığım… Kötü bir rüya gördüm. Nolur gitme”
“Rüya ile amel edemezsin” dedi ve çıktı.
Garip düşüncelere dalmıştı. Gerçekten o da o gece rahat yatmamıştı. Farklı farklı rüyalar görmüş değişik haleti ruhiyeler yaşamıştı.
Bindi arabasına ve yola çıktı.
Gidecekti… Aslında meçhul değildi gideceği yerler. Her gün yapacağı şeyleri yapacaktı.
Düşündü yolda yine garip düşünceler sardı kendisini.
Kütü rüyalar… Kötü rüyaları anlatamazdı. Ama içindeki sıkıntı da gitmiyordu.
İşkence idi adeta… Bir süre gitti. Sonra bir ara arabasını durdurdu arabadan inip arabasının sağına solana baktı. Kaputu açtı sanki arabadan anlıyormuş sanki herhangi bir arızasını görecekmiş gibi baktı.
Tekerleklere de baktı her şey normaldi.
Ama içindeki garip his gitmiyordu. Sanki. Evet, sanki mutlaka bir şeyler olacaktı. Bir an düşündü gerisin geri gitmek istedi.
Ya hakikaten bir şeyler varsa… “Bugün gitmemeli miyim acaba?...” dedi kendi kendine…
Ama ya bu bir şeytani vehimse ya bu kendi düşüncesinin bir ürünü, kendi şuur altındaki bir korku ise…
Bir vehim, ne idüğü belirsiz bir korku için her gün yaptığı bir şeyi yapamamazlık edemezdi ki.
Hem yılardır aynı şeyleri yapıyordu.
“Töbe töbe…” dedi.
Hayatını nasıl vehimler özerine bina edecekti ki.
“Bu bir vesvese” dedi. “Vesveseden korktukça o büyür” dedi. “Ehemmiyet verirsem şişer” dedi.
Ama ne olursa olsun hayat devam etmeliydi ve edecekti. Güneş yine doğacak akşam yine olacak. Sular akacak. Rüzgâr esecek. Kuşlar böcekler uçuşacak. Araba gittikçe toz duman kalkacaktı.
“Bu hayat bensiz de olsa devam edecek. Bu olayların hiç birisini durdurmaya gücüm yetmeyecek ki.”
“Garip vehimlerden dolayı hayatın akışlını değiştiremem ki” diye ha bire düşündü.
Her garip düşünceden dolayı hiç kimse işini yapamamazlık edemez ki.
Birden;
“Kader!” dedi.”kaderde varsa kimin haddine ki değiştire. Allah yazmışsa kimin haddine ki değiştire. Ölüm varsa kimin haddine ki değiştire. Ecel birdir değişmez” dedi.
Tevekkül etmek zorundaydı. Zira her tevekkülde büyük bir rahatlık söz konusudur.
Bir an yine durdu. Düşüncelerinin alt yapısını irdelemeye çalıştı.
Gerçekten düşüncelerinin alt yapısında bu tevekkül var mıydı?
İçinden eğer tam anlamıyla inansa ve böyle bir tevekküle tam anlamıyla sarılsa bu sıkıntı olacak mıydı?
Acaba bugün böylesi bir kalıp çizmiş de kendisini o kalıba mı sokmuştu.
Yani bir şeyler olacak düşüncesinin vahametinden dolayı mutlaka bir şeylerin olacağını mı bekleyecekti. Mutlaka bir şeylerin olması mı gerekliydi?
Düşünüyordu ve arabasını sürüyordu.
Her zaman gittiği yollardı bu yollar.
Uçurum kenarlarından geçiyor, sert virajlara giriyor, ha bire mesafeleri kısaltıyordu.
Ama işin garip tarafı her gün bu yollardan geçiyordu.
Lakin neden bugün bu düşünce?...
Acaba karısı ona kötü rüya gördüğünü söylediği için mi, bugün bu ızdırabı yaşıyordu.
Düşündü. Düşündü. Yine “tevekkül” dedi.
“Galiba ben gerçek manada tevekkül mü etmiyorum?” dedi.
Sonra her zaman korktuğu sert bir viraj vardı onun hizasına gelince birden içinden bir his yahut ta görünmez bir el onu orda durdurdu.
Durdu daha viraja varmadan geniş bir yere arabayı çekti ve bekledi.
Sanki bir şeyler olacaktı. Merak dolu gözlerle viraja doğru baktı.
Birkaç saniye geçmemişti ki gerçekten büyük bir kamyon son süratle o viraja girmişti.
Bir an tebessüm etti;
“Vay be!”…
“Demek yaşadığım sıkıntı buymuş. Gitseydim kesinlikle çarpışacaktım.”
Zira yol tek şeritlik bir yoldu. Böyle bir yolda böylesi bir kamyonun bu suratla buraya girmesi halinde seyir halinde ki karşılaşacağı bir arabayla çarpışmaması imkânsızdı. Yani ölüm kaçınılmazdı.
Hemen içindeki düşünceleri değiştirip bir yanlışı düzeltme edasıyla “yani Allah isterse öldürmezse o ayrı normal şartlarda fıtrat kanunlarına göre ölüm kaçınılmaz” dedi kendi kendisine.
Birden kendisine müthiş bir rahatlık ve huzur gelmişti.
Sanki bir el onu durdurmuştu.
Böylece kendisini her an gözlem altına tutan İlahi gücün onu koruduğunu hissedip müthiş bir rahatlık ve mutluluk sarmıştı.
Hakikaten insan kendisini adil, müşfik bir elin koruduğunu gözlemlediğini ve muhafaza ettiğine inanınca müthiş bir rahatlama hisseder.
Rabbine daha çok yaklaşır işte o da aynı duygularla kendisini Allaha daha yakın hissettiği gibi anlatması çok güç bir huzur sarmıştı tüm vücudunu.
“Garip” dedi. ”Ben, evet her gün bu virajdan korkar buradan yavaşlardım ama bu gün durdum.” Acaba bu durum o rüyanın verdiği etki miydi?
Heyecan hayret ve garip bir huzur dolu düşüncelerle arabasını tekrar sürdü.
Sürdükçe halden hale giriyordu.
Garip düşünceler. Tevehhümler. Korkular. Yaşam şekli. Hayattan beklentileri. Karısı. Çocukları.
Çocukları aklına gelince birden yüz hatları değişti.
Eskiden beri hep babasız büyüyen çocukları düşünürdü. Nerde bir yetim varsa babasız bir çocuk varsa yanına gider bir şeyler verir hatırını sorardı.
Resullullah (asm) da böyle yapmıştı.
Her zaman standart bir duası vardı.
“Allah’ım” diyordu “hiçbir çocuğu babasız bırakma.”
Çünkü babasıyla birlikte ne zaman bir çocuk görse çocuğun haletiruhiyesini takip eder onun kendisinden nasıl emin olduğunu nasıl şımardığını nasıl kendisini bir emniyet içinde gördüğünü hisseder ve o çocuğun mutluluğuyla mutlu oluyordu.
Öyle bir çocuğun babasız kalışını düşününce tam aksi ruhu incinirdi.
Onun için her zaman duaları arasında “hiçbir çocuğun babasız kalmaması” dileği vardı.
Zaten çocukları aklına gelince her nedense birden Irak aklına geliyordu. Ortadoğu aklına geliyordu. Babasız büyüyen çocuklar aklına geliyordu.
Yine aynı duayı söylüyor;
”Hiçbir çocuğu ümitsiz bırakma Allah’ım” diyordu.
Derken en küçük çocuğu aklına geldi.
Onun kendisini görünce yaptığı hareketler, yaptığı yaramazlıklar hayalinde cirit attı.
Derken yine beyninin alt yapısında neler var acaba diye kendi hayalini kendi şuurunu zorlamaya başladı.
Çünkü hayatı boyunca yaşamadığı haletler yaşıyordu.
Etrafına baktı her şey normaldi. Yine her gün gittiği mekânlardan geçiyor,
Yine uçurumların kenarından süzülüyor yine virajlara giriyordu.
Tekrar etrafına baktı.
Şu koruluk aynı koruluk… Şu büyük ağaç aynı ağaç… Kaç kez o ağacın altında oturup etrafı dinlemiş kuş sesleriyle sükûnet bulmuştu. Hakikaten her şey olması gerektiği gibiydi. Öyle ise neden bugün böyle korkmuştu, ne olabilirdi ki?
Evet, her zaman aynı yollardan geçerken bugün tek bir fark hissetti. Zira hiçbir zaman uçtuğunun hissine kapılmamıştı.
Lakin bu sefer sanki bir ara uçtuğunu hissetti.
Evet, evet uçuyordu.
Fakat ilginç bir şey olmuştu.
Uçmasıyla birlikte birden kendisini kalabalıklar içinde görmesi bir olmuştu.
Bakıyordu etrafına, konuşuyordu insanlarla, ama anlamadığı bir şey vardı karısı ağlıyordu. Çocukları ağlıyordu.
Sanki insanlar onu görmek istemiyorlardı.
Karısına yaklaşıp
“hey ben geldim” diyordu ama karısı bakmıyordu.
Bir ara arabasını gördü oracıktaydı. Lakin ters çevrilmişti.
Sonra tekrar kalabalıklara karıştı.
Sonra kalabalıklar tenhalaştı.
Sonra çocukları ve karısı da gitti.
“Bekleyin beni “dedi kimse beklemedi.
Sonra belli belirsiz iki kişi görüyordu.
Soruyorlardı kendisine;
“Rabbin kim? Nebin kim?”
Son sabah
{{member_name}}
{{formatted_date}}
{{{comment_content}}}
YanıtlaYükleniyor ...
Yükleme hatalı.