Son Şahitler Bediüzzaman'ı anlattı

Bediüzzan Said Nursi’yi gören Risale-i Nur Talebeleri Ali Çakmak, İsmail Doyuk , Veli Işık Kalyoncu, Erdoğan Utangaç hatıralarını anlattı.

Hüseyin Hiçdurmaz'ın haberi

BURSA-Katılımın yüksek olduğu, Yeni Asya Derneği salonunda düzenlenen panelin açılış konuşmasını yapan Prof Dr. Abdulvahap Yiğit, 2011 yılı hizmette hamle yılı olacağını söyledi. Açılış konuşmasının ardından panele geçildi. Panelde ilk konuşmayı yapan Erdoğan Utangaç, Risale-i Nurları nasıl tanıdığını şöyle anlattı:

"Muhterem Fırıncı Ağabey bizim köye çok sık gelirdi. Köyümüz İnegöl yolunda olması dolayısı  ile bize sık sık uğrardı. Köyde Yaşar Şahin Ağabey ile görüşürlerdi. Bir gün bana Fırıncı Ağabey Küçük Sözler'i verdi. Daha sonraları Gençlik Rehberi, Konferans ve Said Nursi isimli eserleri getirdi. Okudukça ruhum genişliyor, gönlüm bam başka derunî hislerle doluyordu. Üstadımızla tanışmayı ve mübarek ellerini öpmeyi çok arzu ediyordum."

"Biz köyde meyvecilikle meşgul oluyorduk. Bir gün köyümüze Emirdağ'dan Ahmed Urfalı gelmişti. Meyve almak için kendisine yardımcı olduk. Ahmed Urfalı Ağabeye, Üstadımızla görüştürmesi için rica ettim. O da Üstadımızın şu anda Isparta'da olduğunu, Emirdağ'a geldiğinde beni haberdar edeceğini söyledi. Nihayet haber geldi. Bursa'dan bir otobüsle Eskişehir'e gittim. Gece saat 9:30'da tekrar bir otobüsle Emirdağ'a gittim. Hava çok soğuktu. Gönlüm Nur Üstadımıza kavuşmanın sıcak heyecanıyla tutuşuyordu. Gece saat 11:30'da Emirdağ'da indim. Daha önce memleketimden dışarıya hiç çıkmamıştım. O gece otele indim. Gözlerimi uyku tutmuyordu. Sabah ezanı ile birlikte, hemen camiye koştum.

"Sabah namazını kıldıktan sonra, imama doğru sokuldum. İmamdan Üstadımızı sormak istiyordum. Daha ben birşey demeden o mübarek imam ağabeyimiz, 'Kardeşim hoş geldin. Üstad Hazretlerini görmeye mi geldin?' diyerek beni kucakladı. O muhterem Ağabeyimiz Üstadımızın hizmetinde bulunan rnerhum Hacı Hattat Mustafa Acet'miş. Daha sonra beraberce rahmetli Mehmed Çalışkan'ın dükkânına gittik. Orada bir müddet sohbet ettikten sonra, tam Üstadı ziyarete gidecekken Ceylan Çalışkan, çıka geldi. Üstadımızın acele Isparta'ya gideceğini söylüyordu. Tarih 1958 senesinin Kasım ayının bir Salı günüydü. Üstadıma kavuşmanın heyecan ve ulvî lezzetini unutmam hiç mümkün değildir. Rahmetli Ceylan Çalışkan Ağabey bana dönerek, 'Kardeşim sen şimdi git, Ahmed Urfalı Ağabeyin evinin önünde bekle, biz ordan arabayla geçeceğiz, seni o zaman Üstadımızla görüştürebilirim' demişti."

"Üstad Bediüzaman Hazretlerinin arabası karşıda gözükmüştü. Araba yavaş yavaş gelerek Ahmed Urfalı Ağabeyin evinin önünde durdu. Üstadımızın yanında Zübeyir Ağabey vardı. Arabayı Ceylan Çalışkan Ağabey kullanıyordu. Önde Bayram Yüksel Ağabey oturuyordu. Ceylan Çalışkan, kapıdan inerek Üstadımızın kapısını açtı. Nur Üstadımız yavaş yavaş arabadan indi. Hemen ellerine sarıldım. Mübarek elleri pamuk gibi idi."

"Sevgili Üstadımızın mübarek ellerini öptüm, öptüm, öptüm... O heybetli simasına ve gözlerine bakamıyordum. Bursa'dan geldiğimi ve Bursalı ağabeylerimizin selâm ve hürmetlerini getirdiğimi söyledim. Çok mütehassis oldular. 'Seni de buradaki ağabeylerin gibi, talebelime kabul ettim. Senin ismini Rıdvan olarak değiştiriyorum' dedi. Mübarek elleri ile sırtımı sıvazladı ve, 'Kardeşim, Nurların hizmetinde en küçük bir hizmet, çok büyük neticeler verir. Hizmetimiz kudsidir. İman ve Kur'ân hizmetinde yılmayınız, yorulmayınız, usanmayınız' dedi. 'Bursa'nın manevî sultanlarına, hizmet-i Kur'aniyedeki kardeşlerime binler selam ederim.' dedi."


Ali Çakmak:

"Daha evvel 'Büyük Doğu' ve 'Milliyetçiler Derneği' vasıtasıyla bir çevrem vardı. Bunlar arasında Risaleleri okumaya çalıştım. Fakat kitaplar teksir ve daktilo ile çoğaltılmış olduğu için kabullenmek çok zor oluyordu. Bu faaliyetimizi haber alan İstanbul'dan Mehmed Fırıncı Ağabey geldi. Tanıştık, bize büyük kuvvet verdi. Sonra birgün Orhan Camii'nin kapısı önünde elinde bavul ile Muzaffer Aslan Ağabeyi tanıdım. Hemen dükkanıma götürdüm. Nur camisasıyla böylece tanışmış olduk.

"Bir gece Üstad Hazretlerini rüyamda gördüm. Sohbet ettiğimiz evimde imiş. Beni kucakladı ve çıktı. O sırada kalbimde tatlı bir acı hissediyordum. Bırakmasının istemiyordum. Heyecanla uyanmıştım. Hâlâ ne zaman o rüyayı hatırlasam o tatlı acıyı kalbimde hissederim. İşte bu rüyadan sonra Üstad Hazretlerini ziyaret etmek iştiyakı doğdu. Bu iştiyak içinde günler geçerken, 1958 senesi Haziran ayında Ankara'dan gelirken otobüs Eskişehir'e uğradığında ani bir kararla yolumu değiştirerek Emirdağ'a gittim. O günlerde şiddetli bir terör havası estiriliyordu. Kimin yanına varsam benden kaçıyorlardı. Kimse yanıma yaklaşımıyordu. Niçin geldiğimi herhalde tahmin ediyorlardı. Nihayet birisinin önüne dikildim. 'Mehmet Çalışkan'ın dükkanı nerede?' dedim. Eli ile bir çarşıyı göstererek, 'Şurada' dedi ve uzaklaştı. Gittim, baktım. Mehmet Çalışkan'ın dükkanı kapalı. Komşuları, 'Arka çarşıda Hacı Osman var' dediler.

"Gittim. İhsan Çalışkan'la karşılaştım. Bursa'dan geldiğimi, Üstad Hazretlerini ziyaret etmek istediğimi söyledim. İhsan Çalışkan, Üstad Hazretlerini rahatsız olduğunu, ziyaretçi kabul etmediğini, fakat anahtarın imam Mustafa Acet'te bulunduğunu, onu görmemi söyledi. Mustafa Acet'i bularak iştiyak ve arzumu arzettim. Mustafa Acet, 'Kardeşim, Üstadımız rahatsız, kimseyi kabul edemiyor. Hatta Diyarbakır ve Halep'ten gelenler var. Otelde bekliyorlar. Fakat yine de ben Üstad Hazretlerine söyleyeceğim. Sen Hacı Osman'ın dükkanında bekle' dedi."

"Bakkal dükkanı olduğu için her içeri girenin, bana geldiğini sanarak heyecanlanıyordum. Belki ömrümün en heyecanlı dakikalarını yaşıyordum. Zaman durdu. Saniyeler saat oldu. Nihayet sonradan isminin Ahmet Urfalı olduğunu öğrendiğim birisi içeri girdi. Yüzüme baktı. Ve 'Bursa'dan gelen sen misin?' dedi. 'Evet' dedim. 'Üstad Hazretleri sizi bekliyor' dedi."

"Son derece heyecanla onu takip ettim. Eski ahşap bir eve girdik. Bir çift takunyadan başka eşya namına birşey yoktu. Merdivenlerden çıktık. Sofada sadece bir leğen ve ibrik. Şerefli huzuruna girdik. Somya üzerinde, yatağında hafif doğruldular. Başında çağla rengi bir sarık, saçları beyaz ve kulaklarının ön ve arkasından omuzuna kadar uzamış. Hafif düzgün biryüz. Hemen elini öptüm. Parmakları ince ve uzun. Oturmamı söyledi. Sesi gayet hafif çıkıyordu. Tam anlayamıyordum. Yanında bulunan Mustafa Acet'e vasıta olmasını söyledi. 'Kardaşım, sadıkane hizmet etmiş arkadaşlarımı kabul edemiyorum. Seni kabul ettim. 25 sene hizmet etmiş gibi kabul ediyorum' diye iltifat ettiler. İsmimi ve anne-babamın sağ olup olmadıklarını sordular. 'Nerelisin?' dedi. 'Tavşanlı'da doğdum. Bursa'da oturuyorum' deyince. 'Konya ehl-i tetkikin, Bursa ise ehl-i tahkikin merkezi idi. Bursa kadınları bid'alardan mahfuz kalmıştır' buyurdular.

"Bu ziyaretimden sonra hem Üstad Hazretlerinin dua ve himmetleri, hem Ceylan, Fırıncı, Birinci gibi kahraman kardeşlerin bizleri yalnız bırakmamaları neticesi Bursa'da hizmetlerimiz inkişaf etti. Hele bir hafta Bursa'ya iş münasebetiyle gelen, Üstad Hazretlerinin hizmetkarlarından Ahmed Urfalı, Üstadımızın selam ve dualarını getirir, bizi hizmete teşvik ve teşcileri şevk kaynağı olurdu."


İsmail Doyuk:

1947 yıllarında Üstadı duymuş ve eserlerini aramıştım. Daha sonra Balıkesir'e öğretmen olduğum zaman Nur'ları okunurken dinlemiştim. Üstadı Sebilürreşaad'dan da görüp okuyordum. Kemal Ural'la beraber Ankara'da askerlik yapmıştım. Ayrıca Ahmed Atak (Hatiboğlu) ile de Ankara'da tanışmıştım. Nur câmiası ile ilk temaslarım böyle başlamıştı."

"1952 yazında Eskişehir Yıldız Otelinde Üstadı ilk defa ziyaret edip elini öptüm. Vakit sabah namazından sonraydı. Bana dua etti, ders verdi. Üzerimde yedek subay elbisesi vardı. Sonra Bursa'ya yerleştim."

"1952'de nöbetçi olmadığım günlerde Akşehir Palas ve Reşadiye Otellerine devam ediyordum. Üç yüzbaşımız vardı. Bunlar bana tedbirli ve temkinli olmamı, takip altında olduğumu söylemişlerdi. Bunun üzerine, Üstadın ziyaretlerini sivil olarak devam etmeye başlamıştım. Gençlik Renberi mahkemesinin ikinci celcesi Şubat 1952'de olmuştu. Ben de mahkemeyi takip ettim. Büyük kalabalık vardı. Ahmet Atak da oradaydı. Atak'la Üstadın koluna girdik. O zaman adliyeye bugünkü Sirkeci Postanesinin sol kapısından girilip çıkılıyordu.


Veli Işık Kalyoncu:

"Mektubat'ın tabedilmesi tamamlanmış sıra Tarihçe-i Hayat'ın basılmasına gelmişti. Tarihçe-i Hayat'ın başına, 'Önsöz'ün kime yazdırılma mes'elesi meşveret edildi. Neticede Medine-i Münevverede bulunan Ali Ulvi Beye yazdırılmasına karar verildi. Atıf Ural Ağabey kendisine bir mektup yazdı. O da fazla gecikmeden Tarihçe-i Hayat'ın başındaki 'Önsöz'ü gönderdi."

"Tarihçe-i Hayat'ın tabedilme çalışmaları, Tahsin Tola Ağabeyin 14 Mayıs Mahallesindeki evinde başladı. İki katlı gayet lüks evin üst katını bize tahsis etmişti. Ev çok lüks idi, ama bizim oraya serecek sergimiz bile yoktu. Üzerimizdeki battaniyeleri alıp bir odasına sermiştik. Orada tashih ve diğer çalışmalar yürütülüyordu. Diğer eserlerde olduğu gibi, bir formanın hazırlanışı tamamlanınca, ilk forma Hz. Üstada gönderiliyor; tashih ve tasvibinden geçince o forma baskıya veriliyordu."

"Hz. Üstadın o günlerde Isparta'da olduğu öğrenildi. Hz. Üstad bazen Emirdağ'a geliyordu. Formalar da oraya gidiyordu. Bana Hz. Üstada götürmek üzere iki forma düşmüştü. Ankara'dan trene bindim; sabah saat dokuzda Isparta'ya vardım. Adres üzerine Rüştü Çakın Ağabeyin dükkânını buldum. Beni kendisi o has gülümsemesiyle karşıladı. Beni tanıyordu; Ankara'ya broşür mahkemesine geldiğinde görmüştü. Kendisine Hz. Üstada forma getirdiğimi söyledim. Bana, 'Biraz dükkanda otur, şimdi Hz. Üstadın yanından birisi gelir' dedi. Bir baktık, karşıdan Zekeriya geliyor. Zekeriya'ya beni Hz. Üstada götürmesini söyledi. O önde ben arkada yürüdük. Beyaz badanalı iki katlı bir evin tahta kapısı önünde durdu; zili çaldı. Kapı açılıncaya kadar ben de yetiştim. Bizi Zübeyir Ağabey karşılamıştı. 'Ben Hz. Üstada haber vereyim' dedi. Biraz sonra Hz. Üstadın 'Gelsin' emrini getirince, benim heyecanım son haddini bulmuştu. Hemen takkemi başıma geçirdim. Zübeyir Ağabeyin arkasından tahta merdivenleri çıktım. Sergisiz tahta salonun karşısında, odada Hz. Üstad başında beyaz sarığı ve üzerinde beyaz pamuklu hırkasını giymiş, karyolada oturuyordu. Zübeyir Ağabey, beni Üstada 'Kastamonulu Veli' diye tanıttı. Elini öptüm. Hz. Üstad üç defa şefkatle beni bağrına bastı. Her defasında 'Veli sensin, maşâallah kardeşim' diye iltifat etti. O kadar samimi, o kadar şefkatli, o kadar müşfik ve merhametli idi ki, bunu tarip etmek imkânsız. O anda Üstad beni nereden tanıyor diye düşündüm. O zaman aklıma Kastamonu'dan Hz. Üstadı ziyarete gidenler bizden bahsetmişler. 'Kastamonu'dan lisede Nurları okuyan talebeleri var' demişler. Üstad da isimlerimizi sormuş ve deftere yazdırmış. Bu geldi aklıma. Zübeyir Ağabey benim İlâhiyat Fakültesinde okuduğumu söyledi. Hz. Üstad, 'İmam Hatipte okur' dedi. Bu üç defa böyle tekrar olundu. Zübeyir üçüncüden sonra sustu. Bunun mânâsını seneler sonra anladım. Hz. Üstad bana: 'Bak ben konuşmuyordum; sen geldin sesim açıldı. Seni Mehmed Feyzi gibi kabul ettim. Sen Feyzi'ye benziyorsun. Eğer (Zekeriya'yı göstererek) bunu yanıma almasaydım seni alırdım' diye iltifatta bulundu. Kastamonu'dan birçok kişiyi sordu. Bunlardan bir kısmını tanıdım, bir kısmını tanıyamadım. Hepsiyle ayrı ayrı alakadardı. Bize 'Hz. Üstadın yüzüne sakın bakmayın kızar' demişlerdi. Ben kaçamak olarak iki, üç defa baktım. Hz. Üstadın bilhassa gözleri, o kadar yaşlı olmasına rağmen çok keskin idi."

"Ben götürdüğüm formları Hz. Üstada takdim ettim. Bu formalar Afyon hayatına dairdi. Bizler yere yarı halka şeklinde oturduk. Tahirî Ağabeyde Hz. Üstadın ayak ucuna oturmuştu. Bizlere sırayla birinci formayı okuttu. Bazen kesip, 'Tahirî, böyle olmamış mıydi?' diye soruyor. Tahirî Ağabey de, 'Evet Üstadım böyle olmuştu' diye cevap veriyordu. Birinci formanın okunuşu bitince Hz. Üstad bizi dışarıya çıkardı. Öğle ezanı da okunmak üzere idi. Öğle namazından sonra, öğle yemeği yendi. Öğle yemeği ekmek ve yaş üzüm idi. Hz. Üstad, 'Benim tayınımı Veli'ye verin' demişti. Hz. Üstadın günlük tayını küçük bir ekmeğin dörtte biri kadardı. Ben o ekmeği yememiş, teberrüken Ankara'ya arkadaşlara götürmüştüm.

"Hz. Üstadımız öğleden sonra bizi tekrar çağırdı. Tekrar yerdeki kilim parçasının üzerine oturduk. Hz. Üstadın evinde o kilim parçasından başka sergi görmedim. Yerler bembeyaz, temiz tahta idi. Hz. Üstad bize ikinci formayı da okuttu. Tashih işi bitmişti. Bizler tekrar dışarıya çıktık. Ağabeylerin kaldığı odaya geldik. Hz. Üstad biraz sonra beni çağırmış. Hz. Üstadın huzuruna üçüncü defa girmiş olduk. Hz. Üstad ban, 'şimendiferle hemen geri dönmemi, Ankara'daki hizmetlerimizin çok mühim olduğunu' söyledi. Ellerinden öptüm; tekrar beni bağrına bastı. Bayram Ağabeye, beni istasyona kadar geçirmesini tembihledi. Hz. Üstadın huzurundan, huzur içinde sürurla ayrılırken, Cenab-ı Hakka, bu büyük insanı ziyaret etmeyi nasip ettiği için hadsiz şükür ettim."

www.RisaleHaber.com
 

Nur Talebeleri Haberleri