Ömer Özcan’ın haberi:
RİSALEHABER-Nuru Osmaniye Camii baş imamı Hacı Enver Galip Ceylan vefat etti. Cenaze namazı bugün (cumartesi) ikindi namazını mutakip Fatih Caminde kılınacak. Yarın (pazar günü) Ordu’nun Perşembe ilçesinde defnedilecek.
Enver Galip Ceylan Hocaefendi Karadeniz’in Ordu ilinin Perşembe ilçesinden gelip, İstanbul’un tarihi camilerinden Nuruosmaniye’de önce müezzinlik, daha sonra da imamlık ve Kur’an Kursu hocalığı yaparak bir ömür boyu Kur’an’a hizmet etmiş kıymetli bir ilim adamıdır. Bir süre Şişli Camiinde de hizmet vermiştir. İstanbul’un meşhur âlimlerinden ders alan Hocaefendi, Arapça ve ileri derecede Osmanlı Türkçesi bilmektedir. İlminin zekâtını; Kur’an Lisanı Elifbası, Yeni Furkan Tecvidi, Kırk Derste Osmanlı Türkçesi gibi eserler vererek karşılayan hocamız; yüzlerce, binlerce Kur’an talebesi yetiştirmiştir. Hocaefendi 1989 yılında aynı camiden emekli olmuştur.
On iki yaşında iken, Allah’ın Kelamı Kur’an’ı öğretenlerin meçhul yerlere alınıp götürüldüğü bir dönemde Hafız-ı Kur’an olmuştur küçük Enver. Bize çocukluğunda yaşadığı, şimdiki nesillerin anlamakta zorlanacağı çok garip, çok hazin, çok ibretli bir zorbalığı anlatarak söze başladı Hocamız. Nefesimizi tutarak dinledik. Hüzne boğulmuştuk. Acı hatırayı bitirince derin bir nefes alıp, bugünleri bizlere gösteren Rabbimize şükrettik.
Ahmed Aytimur Ağabeyin vesilesi ile Risale-i Nur’u tanıyan Enver Galip Ceylan Hocaefendi’nin kendisi de önemli bir meyve vermiş ve Mehmed Fırıncı Ağabeyin vesilesi olmuştur. Bediüzzaman Hazretlerine yaptığı ziyaretini bir ilim adamı hassasiyetiyle dile getiren Hocaefendi’nin verdiği iki mesajını, bilhassa dikkatleri çekmek istiyorum. Hz. Üstad’ın, ‘Şarkı’ dediği uydurma ezana karşı hiddeti bunlardan birincisi. Diğeri ise; Bediüzzaman Said Nursi’nin şemalidir. Şimdiye kadar Hz. Üstad’ı gören sayısız şahidlerle konuşmak, görüşmek nasip oldu. Fakat Enver Ceylan kadar Üstad Hazretlerinin şemalini bütün yönleriyle açık ve net bir şekilde anlatan kimseyi hatırlamıyorum.
ENVER GALİP CEYLAN ANLATIYOR
Ağabeyler Anlatıyor kitabı için görüştüğüm Enver Galip Ceylan şöyle konuşmuştu:
Doğum yerim Ordu’nun Perşembe kazasıdır. 1925 tarihinde doğdum. Babam merhum Dursun Ali Ceylan okuyamamış ama Kur’anı Kerim’i bilirdi.
RİSALE-İ NUR’U AHMED AYTİMUR’LA TANIDIM
Sene 1949. Nuruosmaniye Camiinde müezzinlik yapıyorum. Bir gün Ahmed Aytimur camiye geldi “Hafız hocam bizim risaleleri matbaada bassak alıp götürüyorlar, sen buna bakarak yazıversen?” dedi ve bana risale verdi. Ben de “Buna lüzum yok, ben Osmanlı Türkçesini okuyabiliyorum zaten” dedim. “Nasıl! Sen eski yazı biliyor musun?” dedi. “Elhamdülillah biliyorum” dedim. “Öyleyse sen bunu oku” dedi ve bana bir Mu’cizat-ı Kur’aniye Risalesi verdi. Ama ben ilk başlarda onlardan çekiniyordum, kendimi kolluyordum.
İşte Risale-i Nur’u ilk defa böyle tanıdım. Allah sıhhat afiyet versin Ahmed Aytimur ağabey benden büyüktür. Sonra Muhsin Alev, Ziya Arun vardı. Sonradan Mehmetler vardı; Mehmet Fırıncı ve Mehmet Birinci…
MEHMED FIRINCI ALLAH’IN SIFATLARINI SORUNCA
Ben Nuruosmaniye’de müezzin iken Mehmet Fırıncı genç bir delikanlıydı. Böyle güler yüzlü, onların soyadları Güleç’tir zaten. Hep gülerek konuşur. Orada onun akrabaları vardı, kebapçı, aşçı, fırıncı hepsi öyle güleçti. Çok da dindar değillerdi. Babasını da görmüştüm. Fırıncıydı onlar Nuruosmaniye civarında; yalnız ekmek fırını değil de börek, poğaça fırınıydı. Mehmed poğaça falan getirirdi bizim çocuklara. Belki de onlardan ders alıyordu, ben oralarda görürdüm onu hep. Yeni, hevesli kitap okumaya meraklı bir genç.
1948 olması lazım. O sıralarda Ömer Nasuhi Bilmen’in Büyük İslam İlmihali formalar halinde çıkıyordu. Tamamı değil, tamamı sonradan cilt haline getirildi. Bir formada Allahu Teâlâlın sıfatlarından bahsediyor. Orada Mehmed sıfatların içinden çıkamamış. Bana sordu ama benim de içinden çıkabileceğim bir şey değildi. “Allah birdir, her yerde hazır ve nazırdır, mekândan münezzehtir, sana senden daha yakındır, sen ondan nihayetsiz uzaksın…” şeklinde bir sual. Bana sorunca “Kardeşim ben hata yapabilirim. Bunu en iyi bilen, Süleymaniye’de Bediüzzaman Hazretlerinin talebeleri Muhsin Alev, Ahmed Aytimur var, seni onlara göndereyim” dedim. Çankırılı Ahmet de yanımızdaydı. Ona “Ahmet ben bugün nöbetçiyim, sen bu kardeşi oraya götür” dedim. “Fırıncı” gitti “Nurcu” geldi. Sonradan İstanbul’a geldiğinde Üstad’ı bile misafir etti, hizmet etti ona.
Fırıncı bazen görüştüğümüzde “Bu hocamız benim mürşidimdir filan” diyor. Ben de “Âmâ adam eline mumu almış da başkalarının yolunu bulmalarına yardım etmiş, ama âmâ kendi görmüyor. Benim halim ona benziyor” diye cevap veriyorum.
ÜSTAD’TAN BAŞKA HİÇBİR MÜRŞİD YAZDIRARAK ÖĞRETMEMİŞTİR
Risale-i Nur hakkında şahsi görüşüm; Risale-i Nur bir ilim, bir irfan, bir mekteptir. Sıradan bir şey değil. Bunu yalnız ben değil, bütün âlem-i İslam söylüyor.
Âcizane benim tespit ettiğim bir şey var. Kur’anı Kerim’de Allah-u Telalanın ilk emri “İkra!”dır. Bu Ayet-i Kerimeyi tatbik etmiştir Üstad. Çünkü Üstad’tan başka hiçbir mürşid yazdırarak öğretmemiş. Dikkatinizi çekiyorum. Bütün mürşidlerin ellerinden öperiz. Allah onlardan razı olsun. Üstad’a gelip de elini öpen bir köylü olan Şaban’ın eline kalemi veriyor, “Bismillah her hayrın başıdır.” Diye başlatıyor. Risale-i Nur talebelerinden bana bir tane okur-yazar olmayanı gösterin. Bu ilim değil mi? Evet, ilim mesleğidir. Zaten Üstadın gayesi bu değil mi? Şimdi bir adam çıkar kürsüde vaaz eder, atar- tutar. Kendisi de eğer anlattıklarını yaşamıyorsa tesir etmez. Bu kulaktan giren, diğerinden çıkar. Üstad ise bizatihi Kur’anı yaşayan, hem bilen, hem yazan, hem tatbik eden bir âlim olduğu için sözü tesir ediyor.
Rahmetli Ömer Nasuhi Bilmen Hocaefendiye demişler ki: “Efendi Hazretleri, Bediüzzaman Hazretlerinin Türkçesi belki sizin kadar kuvvetli değil.” Kuvvetli hâlbuki, onların ifadelerini aynı anlatıyorum size. “Fakat arkasında o kadar insan var ki, hayret ediyoruz.” Bilmen hoca, “Üstad Bediüzzaman’la benim farkım şudur; biz naklederiz, kitaplardan alıp zamanın insanlarına göre anlatmaya çalışırız. Biz Nâkiliz. O, öyle değil. Onun kulağına üfleyen var.” Yani Üstad’ın vehbi ilme malik olduğu söylüyor. Çağlayan gibi akıyor mübarek. O ifadeler nedir? Bazı yerlerde muhatap olarak âlimleri alıyor, bazen de avamı, halkı alıyor, inek, sinek misalleriyle... Hele Anadolu’ya geldikten sonra Üstad’ın lisanı değişiyor. Yani herkes hissesini alıyor. Kendisi yaşadığı için de tesir ediyor.
Fotoğrafta Risale-i Nur davalarına henüz yeni girmeye başlayan Ordulu Av. Bekir Berk ve iki yeğeni de var. Ön sıra sağdan; Ordu Müftüsü Mecid Hoca, Av. Bekir Berk, İmam Yunus Hoca. Arka sıra sağdan; Bir müftülük memuru, Perşembe Müftüsü İsmet Selim, Bekir Berk’in yeğeni, Bekir Berk’in diğer yeğeni, Enver Galip Ceylan, Hafız Selim Albayrak.