بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ
Üstad Bediüzzaman içinde rahmetli Hamza Abinin de olduğu bir vakayı; Emirdağ Lahikası 64. sayfada şöyle anlatır:
"Bayramın 2.gününde, (1944 Ramazan Bayramı 2. günü olan 20 Eylül Çarşamba günü akşama doğru) teneffüs için kırlara çıktığım zaman, Ehemmiyetli bir memur tarafından (Yüzbaşı İsmail Güneybölük), 5 vecihle kanunsuz bir taarruza maruz kaldım."
1944 Ramazan bayramının 2. günü olan Çarşamba ikindi sonrası, Üstad kırdan dönerken jandarma karakol komutanı Üstadın sarığını zorla almaya kalkıp kısmen yırtıyor.
Bu geziye rahmetli Hamza Emek'le gidecekken Üstad son anda karar değiştirip "sen gelme ben yalnız gideceğim" diyerek yalnız gidiyor. Beraber gitselerdi; kuvvetle muhtemel ki; Hamza Abi'nin bu uğursuz komutanla başı belaya girecekti.
Bu olayda Üstadın keskin feraset ve basiretiyle beraber, talebesine karşı engin şefkat ve koruyuculuğunu görüyoruz.
Rahmetli Dr. Tahir Barçın,Emirdağ'dan Isparta'ya, ordan da ertesi günü Urfa'ya hareket etmeden önce Üstad Nursi'ye serum verip iğne yapınca, Üstad biraz dalar ve sonra gülerek uyandığında başında endişeyle bekleşenler içinde rahmetli Zübeyr, Tahir Barçın ve Hamza Emek de vardı.
Meşhur müjdeyi o da duymuştu: "Kardeşlerim! Risale-i Nur bu vatana hakimdir. Mason ve komünistlerin belini kırmıştır. Biraz sıkıntı çekeceksiniz fakat sonunda iyi olacak!"
Hamza abi anlatıyor:
"1950'nin son yıllarında Emirdağ kaymakamı Mehmet Us, Üstada son derece hürmetkar bir zattı.
Polislere 'Siz arkasından çıkın, sonra bırakın, nereye gittiğine karışmayın' diyordu. Bu zattan Allah razı olsun, çok faydası ve hizmeti oldu."
Müştaklar Nuru Arar Bulur!
Bir gün Üstad bize şu haberi gönderdi: "Hamza ile Hacı Osman'a (Çalışkan) selâm söyleyin. Risale-i Nur'u ona buna vermesinler. Müştaklar Nurları arar ve bulur" dedi.
***
Üstad Bediüzzaman'ın lisanından o günkü Emirdağ hayat şartlarını anlatmanın tam yeri geldiği için hülasaten bunu yapmaya çalışacağız.
Üstad Emirdağ'a ilk geldiğinde bünyesinin çok yıpranmış ve hassas olması, Emirdağ havasının sert ve kurak olması yüzünden, “Eğer mümkün olsa, buranın havasıyla hiç imtizaç edemediğim cihetini vesile edip, münasip bir yere naklime, çalışmak lâzım geliyor" deyip Denizlili dostlarından bir vesileyle kendini Denizli'ye aldırmalarını rica ediyor. (Emirdağ Lahikası s,64)
Biisimihi subhanehu
"Veşavürhum bilemri (İşlerinde onlarla istişare et, Ali İmran 159) emriyle, kardeşlerimle bir meşverete muhtacım.
Aziz sıddık kardeşlerim,
Şimdi bir emrivaki karşısında bulunuyorum. Benim iaşem için her gün iki buçuk banknot, hem yeniden benim için bir hane, mobilyasıyla beraber ve istediğim tarzda yaptırmak için emir gelmiş. Halbuki elli-altmış senelik bir düstur-u hayatım bunu kabul etmemek iktiza eder.
Gerçi Darül Hikmeti İslamiye'de bir iki sene maaşı kabul ettim, fakat o parayı kitaplarımın tabına sarf ederek ve ekserini meccanen millete verip, milletin malını yine millete iade ettim.
Şimdi eğer mecbur olsam ve size ve Risale-i Nur a zarar gelmemek için kabul etsem, yine ilerde millete iade etmek üzere saklayacağım. Zaruret-i katiye derecesinde, kendime yalnız az bir parça sarf edeceğim.
İşittim ki, eğer reddetsem, onlar, hususan lehimde iaşem için çalışanlar gücenecekler. Ve aleyhimde olanlar diyecekler: "Bu adam başka yerden iaşe ediliyor." O bedbahtlar, iktisadın harikulade bereketini bilmiyorlar ve iki günde beş kuruşluk ekmek bana kafi geldiğini görmemişler ki, bütün bütün asılsız bir evhama kapılıyorlar.
Eğer kabul etsem, yetmiş senelik hayatım gücenecek ve bu zamandan haber verip tama ve maaş yüzünden bida'lara giren ve ihlası kaybeden alimleri tokatlayan İmam-ı Ali Radıyallahu Anh dahi benden küsecek ihtimali var ve Risale-i Nur’un hakiki ve safi olan ihlası beni de ihlassızlıkla itham etmek ciheti var.
Ben, hakikaten tahayyürde kaldım.
Ben işittim ki, eğer kabul etmesem, beni daha ziyade sıkacaklar ve belki Risale-i Nur’un tam serbestiyetine ilişecekler. Hatta şimdiki tazyikleri, beni o iaşe tekliflerine mecbur etmek içinmiş. Madem hal böyledir Zaruret mahzurları mübah kılar kaidesiyle, zaruret derecesinde olsa, inşaallah zarar vermez. Fakat ben reddettim reyinize havale ediyorum."
Yine Emirdağ Lahikası sayfa 18'de bu meselede şunlar yazılı:
"Ben işittim ki, benim iaşeme ve istirahatime buradaki hükümet müracaat etmiş, kabul cevabı gelmiş.
Ben bunların insaniyetine teşekkürle beraber, derim: En ziyade muhtaç olduğum ve hayatımda en esaslı düstur olan, hürriyetimdir. Asılsız evham yüzünden, emsalsiz bir tarzda hürriyetimin kayıtlar ve istibdatlar altına alınması, beni hayattan cidden usandırıyor.
Değil hapis ve zindanı, belki kabri bu hale tercih ederim. Fakat, hizmet-i imaniyede ziyade meşakkat ise ziyade sevaba sebep olması bana sabır ve tahammül verir.
Madem bu insaniyetli zatlar benim hakkımda zulmü istemiyorlar, en evvel benim meşru dairedeki hürriyetime dokundurmasınlar.
'Ben ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam.'
Evet, on dokuz sene bu gurbette; yalnız iki yüz banknot ile şiddetli bir iktisat ve kuvvetli bir riyazet içinde, kendini idare ederek hürriyetini ve izzet-i ilmiyesini muhafaza için, kimseye izhar-ı hacet etmeyen ve minnet altına girmeyen ve sadaka ve zekat ve maaş ve hediyeleri kabul etmeyen bir adam, elbette iaşeden ziyade, adalet içinde hürriyete muhtaçtır."
Kısaca birinci Emirdağ hayatının başında devlet bir kere daha dayalı döşeli bir ev, her ay ödenekle Üstadı bir kez daha susturmayı denediler. Susturamayınca da adeta kan kusturarak susturma yoluna gittiler ama Allah'ın kollamasıyla hezimete uğrayıp, sonunda hesap merkezi ahrete gönderildiler.
Ayrıca Denizli ve Eskişehir mahkemelerinin ilişmediği İhtiyarlar Risalesi' nin İstanbul' da bir dinsizin eline geçip şikayet etmesiyle habbeyi on kubbe yaparak vilayet zabıtasını şaşırtıp, "Kiminle görüşüyor, yanına kimler gidiyor?" diye beni sıkmaya başladılar. Her ne ise... Bunlar gibi çok acı nümuneler var."
Bu numunelerden bazılarını biz sıralayalım;
Rahmetli Ceylan Çalışkan ile kıra teneffüs için giderken jandarma komutanının sarığına müdahelesi ve Ceylan Abi'nin tabancasına el atmasıyla çıkacak bir cinayeti Üstadın geziden vazgeçerek önlemesi.
Üstadın evine girişlerin tamamen yasaklanması üzerine bitişik dükkandan Üstadın oturduğu evin alt katına bir menfez açılıp giriş çıkışların sürdürülmesi.
Kırlara gezmeye gittiklerinde havada uçakların tur atması ve arkalarından rastgele kurşun sıkmalar, Emirdağ'da 3 kere zehirlemeler.
Çarşı Camii'nin son cemaat kısmında cemaatle namaz kılabilmek için çıta ve perdeyle yapılan ufak bölmenin kaymakamca kaldırılıp; camiye gidişinin bu şekilde yasaklanması gibi.
Üstad diyor ki;
"Fakat en manasızı budur ki: Beni konuşturmamak için, hizmetimde bir çocukla bir hastalıklı adamdan başka herkesi ürkütüp, benden kaçırtmalarıdır."
Fakat ne acayip bir sabır ve tahammül ki bunca ıztırap ve acıların sonuna ise Hz. Üstad Bediüzzaman şunları yazmış:
"Aziz kardeşlerim, beni merak etmeyiniz.
Ben her zahmette; bir eseri rahmet ve bir lema-i inayet gördüğümden sıkılmıyorum. Sizin gayret ve ciddiyetiniz ve yardımınız her sıkıntıyı izale eder, daimi sürur verir."
Binlerce rahmet, mağfiret, sabır ve izzet kahramanı Üstadımız Said Nursi Hazretlerine olsun diyoruz..
Emirdağ Lahikası sayfa 17'de şunlar yazılı:
Kendi kendime bir hasbihaldir
Bu hasbihali Ankara makamatına işittirmeyi göndermeyi ıslahtan sonra sizin tensibinize havale ederim.
Hâkim kendisi müddeî olsa elbette “Kimden kime şekva edeyim, ben dahi şaştım!” benim gibi bîçarelere dedirtir.
Evet, şimdiki vaziyetim hapisten çok ziyade sıkıntılıdır. (Buranın) Bir günü, bir ay haps-i münferid kadar beni sıkıyor. Bu gurbet ve ihtiyarlık ve hastalık ve yoksulluk ve zafiyetle, kışın şiddeti içinde her şeyden men’edildim.
Bir çocukla, bir hastalıklı adamdan başka (merhum Ceylan ve Mehmed Çalışkan) kimse ile görüşmem. Zaten ben, tam bir haps-i münferidde yirmi seneden beri azap çekiyorum. Bu halden fazla bana tecrit ve tarassudlarıyla sıkıntı vermek ise “gayretullah”a dokunup bir belaya vesile olmasından korkulur."
"Kendi Kendime Hasbihal" namındaki parçaya lahika olarak;
Adliye Vekiliyle ve Risale-i Nur la alakadar mahkemelerin hakimleriyle bir hasbihaldir:
Efendiler! Siz, niçin sebepsiz bizimle ve Risale-i Nur la uğraşıyorsunuz? Katiyyen size haber veriyorum ki: Ben ve Risale-i Nur, sizinle değil mübareze, belki sizi düşünmek dahi vazifemizin haricindedir. Çünkü, Risale-i Nur ve hakiki şakirtleri, elli sene sonra gelen nesl-i atiye gayet büyük bir hizmet ve onları büyük bir vartadan ve millet ve vatanı büyük bir tehlikeden kurtarmaya çalışıyorlar. Şimdi bizimle uğraşanlar, o zaman kabirde elbette toprak oluyorlar. Farz-ı muhal olarak, o saadet ve selamet hizmeti bir mübareze olsa da, kabirde toprak olmaya yüz tutanları alakadar etmemek gerektir." (Emirdağ Lahikası s, 20)
***
Şimdi Hamza Emek Abinin de altında imzası olan sosyal ve siyasal açıdan çok değerli ve anlamlı bir mektuptan kısaca alıntılar yapacağız. Emirdağ Lahikası 2'de bulunan mektupta şunlar yazılı:
Kalbe ihtar edilen içtimaî hayatımıza ait bir hakikat!
Bu vatanda şimdilik dört parti var. Biri Halk Partisi, biri Demokrat, biri Millet, diğeri İttihad-ı İslâmdır.
İttihad-ı İslâm Partisi, yüzde altmış, yetmişi tam mütedeyyin olmak şartıyla, şimdiki siyaset başına geçebilir. Dini siyasete âlet etmemeye, belki siyaseti dine âlet etmeye çalışabilir.
Fakaat çok zamandan beri terbiye-i İslâmiye zedelenmesiyle ve şimdiki siyasetin cinayetine karşı dini siyasete âlet etmeye mecbur olacağından, şimdilik o parti başa geçmemek lâzımdır..
Halbuki, İslâmiyetin bir kanun-u esasîsi olan, hadis-i şerifte, seyyidül kavmi hadimihum. "Memuriyet, emirlik ise, reislik değil, millete bir hizmetkârlıktır."
Demokratlık ve hürriyet-i vicdan, İslâmiyetin bu kanun-u esasîsine dayanabilir. Çünkü kuvvet kanunda olmazsa şahsa geçer. İstibdad, mutlak keyfî olur.
İslamiyetin bir kanun-u esasîsi olan bu âyet-i kerimedir: Vela teziru vaziretun vizre uhradır. Yani, "Birisinin günahıyla başkası muahaze ve mes’ul olmaz." (Enam S 164, İsra S 15.ayetler.)
Mâdem hakikat budur, ey dindar ve dine hürmetkâr Demokratlar siz bu iki partinin gayet kuvvetli ve zevkli ve câzibedar nokta-i istinadlarına mukabil, daha ziyade maddî ve mânevî cazibedar nokta-i istinad olan hakaik-i İslâmiyeyi nokta-i istinad yapmaya mecbursunuz.
Yoksa, sizin yapmadığınız eskiden beri cinayetleri nasıl eski partiye yüklüyorlarsa, size de yükleyip,
Halkçılar ırkçılığı elde edip tam sizi mağlûp etmeye bir ihtimal-i kavî ile hissettim. Ve İslâmiyet namına telâş ediyorum.
HÂŞİYE: Eskilerin lüzumsuz keyfî kanunları ve su-i istimalleri neticesiyle, belki de tahrikleriyle zuhur eden Ticanî meselesini ve ağır cezalarını dindar Demokratlara yüklememek ve âlem-i İslâm nazarında Demokratları düşürmemenin çare-i yegânesi kendimce böyle düşünüyorum:
Nasıl; ezan-ı Muhammediyenin (a.s.m.) neşriyle Demokratlar on derece kuvvet bulduğu gibi, öyle de, Ayasofya’yı da beş yüz sene devam eden vaziyet-i kudsiyesine çevirmektir.
Ve âlem-i İslâmda çok hüsn-ü tesir yapan ve bu vatan ahalisine âlemi İslâmın hüsnü teveccühünü kazandıran, bu yirmi sene mahkemelerin bir muzır cihetini bulamadıkları ve beş mahkeme de beraatine karar verdikleri Risale-i Nur’un; resmen serbestiyetini dindar Demokratlar ilân etmelidirler.
Ta bu yaraya bir merhem vurmalı.
O vakit âlem-i İslâmın teveccühünü kazandıkları gibi, başkalarının zâlimane kabahati de onlara yüklenmez fikrindeyim.
Dindar Demokratlar, hususan Adnan Menderes gibi zatların hatırları için, otuz beş seneden beri terk ettiğim siyasete bir iki gün baktım ve bunu yazdım.
Said Nursî
Bu hakikate yakinen şahid olup tasdik eden Risale-i Nur talebeleri:
Mehmed Çalışkan, Mustafa Acet,Hamza ( Emek) Sadık, Halim, Raşid, Ahmed Hüsrev, Sungur, Tahirî, Nuri ve saire.
Haşiye : Üstad diyor ki: Bu içtimaî, siyasî mesele; mücmel olarak İhtar edildi. Ve tabiratta (anlatımda) lüzumsuz, zararlı kelimeleri siz tebdil edebilirsiniz. Merkezlerden münasip gördüğünüz yerlere, su-i tesir yapmamak şartıyla gönderebilirsiniz.
***
Rahmetli Hamza Abi Son Şahitler 4'te anlatıyor:
(Kuvvetle muhtemel; 1950 yılı 17 Ağustos Cuma günü, Pakistan'ın kuruluş yıldönümünün 3. yıldönümü olmalı.)
Üstad; 'Alâküllihal, biz de burada Pakistanlıların bayramına iştirak edeceğiz.' diyerek bizi toplayıp bir ziyafet verdi. Ne kadar çeşitli yemek varsa getirtti. Kendileri de başımızda bulunuyordu. Tabii sofrada neler varsa yiyip bitirmiştik. Yemekten sonra Üstad bizimle, 'Oburlar, beni mahvettiniz' diye şaka yapıyordu.
Yine üstadın isteği üzerine DP ilçe başkanıyken; Ankara'da rahmetli Menderes'le görüşüp Üstadın; Ayasofya ve Risale-i Nur'ların serbest olması ve kendisinin de Türkiye'de serbestçe seyahat etme isteklerini aktarınca; elini göğsüne götürüp selamını alıp selam ve hürmetlerini söylüyor.
Görüşmeyi üstada anlatınca, "kardaşım Hamza Adnan Menderes bu memlekete Yavuz Sultan Selim kadar hizmet etti" buyuruyor.
1960'ın ilk günlerinde DP Emirdağ ilçe teşkilatı Üstad özgürce seyahat edemediğinden bunu dile getiren bir yazı hazırlıyor. Ankara'da merhum Sungur ve Said abiler bu yazıyı ilgili tüm resmi mercilere ulaştırıyor.
Bunun üzerine İsmet İnönü meydanlarda Menderes'e yüklenip aşağıdaki yazıyı da delil olarak gösteriyordu.
"Sayın Adnan Menderes,
Bütün gayesi vatan ve milletin selâmeti uğruna çalışan ve ders veren Üstadımız Bediüzzaman gibi mübarek ve muhterem bir zâtın, Demokrat Partiye yaptığı yardımı kıskanan Halk Partisi ve Millet Partisi elemanları, iktidar partisi yapıyormuşçasına çeşit çeşit bahane ve eziyet yaparak Üstadımızı Demokrat Partiden soğutmak için var kuvvetleriyle çalıştıklarına kat’î kanaatimiz gelmiş.
Sizin gibi “Dînin icaplarını yerine getireceğiz; din bu memleket için hiçbir tehlike teşkil etmez” diyen bir Başvekilden vatan, millet, İslâmiyet adına, partimize maddî ve mânevî büyük yardımları dokunan bu mübarek Üstadımızın; kitaplarının ve kendisinin tamamen serbest bırakılarak bir daha rahatsız edilmemesinin teminini saygı ve hürmetlerimizle rica ediyoruz."
Demokratlar âzalarından Nur talebeleri
Mustafa, Nuri, Nuri, Hamza, Süleyman,Hasan, Seyda, Receb, İbrahim, Faruk, Muzaffer, Tahir, Sadık, Mehmed.Emirdağ Lahikası, 128 mektub.
Bu mektup üzerinden son derece bunaltılan Adnan Menderes, 1960 yılı 8 Ocak Cuma günü Hirfanlı Barajı'nın açılış konuşmasında Emirdağ teşkilatını feshettiğini ilan ediyor. Üstad ertesi gün Hamza Emek'i çağırıp üzülüp üzülmediğini sorar o da üzülmediğini belirtir.
Bunun üzerine Üstad kızgınlığını şöyle ifade eder: "Kardaşım bu, kuvvetini nerden aldığını bilmiyor."
Bir iki dakka düşündükten sonra; "ben de kendini başvekillikten azlettim" diyor.
9 Ocak 1960 cumartesi günü Menderes'in manevi başvekilliği böylece düşürülmüş olur. 4,5 ay sonra 27 Mayıs 1960 cuma sabahı ilan edilen darbeyle de maddi başbakanlıktan düşürüldü.
30 Mayıs 1960 gecesi ise Üstada dost ve adı 4 yerde Emirdağ Lahikası'nda geçen Namık Gedik, Harp Okulu 3. kat penceresinden atılıp şehit edildi.
Allah ikisine de rahmet eylesin.
Ayaktakiler; sağdan sola: Mehmet Çalışkan, Ceylan Çalışkan, Dr Tahir Barçın.Oturanlar; sağdan sola, Hamza Emek, Osman Çalışkan, Mustafa Acet. Bolvadin Hapsanesi Hatırası 1960. Hepsine Allah rahmet eylesin.
Konumuzu Hamza Abi'nin ismini Üstadın verdiği en küçük kızı Şirin Hanım'ın bir hatırasını L.Salihoğlu'nun anlatışıyla bitiriyoruz.
Sağlığında Hamza Emek'le defalarca görüşen bir nur talebesi Mevlüt Saygın anlatıyor:
1990'da aşçı olarak Hacca gittim. Mekke'de bir hastanenin yemeklerini yapıyorken birçok hacının öldüğü Tünel faciasını yaşadığımız günlerdi. Mutfakta çalışırken, o kalabalıkta hastahanede görevli olduğu anlaşılan bir hanım bana doğru geliyor. Direk yanıma geldi ve şunu söyledi: "Babamın vefat haberini aldım. Lütfen, babam için burada helva kavurabilir misiniz?" dedi.
Ben de bu nur yüzlü, asil ve fakat hüzünlü hanıma ‘Allah rahmet etsin kardeşim. Babanızın ismi neydi?’ dedim.
"Emirdağlı Hamza Emek" demesin mi? İşte o ân adeta şok oldum çok duygulandım. Memnuniyetle dedim ve Mekke’de —şükürler olsun— o arzusunu yerine getirdik.
Meğerse, bu hanım kardeşimiz, ismini Üstadımızın koymuş olduğu Şirin Emek'miş."
Rahmetli Hamza Emek Ağabey ve tüm nur talebeleri ve akrabalarına Allah'tan gani gani af mağfiret ve rahmetler diliyoruz. Mekanları cenneti âla olsun.