Üstadı hayattayken tanımış, ona hizmet etmiş, onun rahle-i tedrisinde hizmet usullerini ve tarzlarını öğrenmiş, uygulamış ağabeylere “Son Şahitler” deniliyor.
Yıllar önce başlayan bir fikri muhasebeyi nazarlarınıza sunarak konuyu biraz açmak istiyorum.
Bir anlamda sesli düşünerek selamet-i kalp ve akl-ı selim sahiplerine arz ediyorum.
Vefat eden ve hayatta olan Son Şahitler’in tensip ve tasarrufuna bir takdim sadedinde oluşan düşünceyi/teklifi açmak niyetindeyim.
Teklif şu:
Vefat eden veya hayatta olup zamanında Üstadı gören, ona yakın mesafe hizmet eden portreleri bir bir gözümüzün önüne getirelim. Son Şahitler adına yaraşır şekilde fıtrat ve hizmet alanlarına uygun, kendilerini hayırla yad edeceğimiz ve isimlerini yeni neslin hatırlayacağı şekilde adlarına birer okul/akademi/enstitü/merkez açılmasını düşünelim, planlayalım ve harekete geçelim.
Saff-ı evvel Son Şahitler bunu hak ediyor. Saffın evvelini, saf evveli ve Üstad’ın terbiyesinden bizzat geçmiş zatları/ağabeyleri bir tanıtım zemininde Risale-i Nur’a ayna olan vasıflarını gelecek nesillere göstermeliyiz. Geleneği, icrayı ve risale ile yaşanmış ihlaslı geçmişi günümüz insanına ve istikbal dünyasına takdim etmeliyiz.
Zira “Me’hazın kutsiyeti“ vardır. Kaynağa dokunan, oradan beslenen ve o iklimi ruhunda ve idrakinde yaşayıp hayata, duyguya ve hedefe koymuş uygulamalara ve evvel örneklere ihtiyacımız gün geçtikçe artıyor.
Batı dünyası başta olmak üzere, günümüz insanı yaşanmış hayat hikayelerini/hakikatlerini, evvelini ve model olan orijinalini bilmek, görmek ve okumak istiyor. Bu durumda; takdir ve takdis duygularımız mahfuz kalacak şekilde objektif davranıp, kültür, sanat ve bilimle takdimimizi yapmak zorundayız.
İkili hatıralar, sözlü aktarmalar, nesil değiştikçe değişen yorumlar ve yüklenen farklı anlamlar vadisinde, son şahitlerin birer camekanı, birer duvarı, birer salonu/odası/mahfili/köşesi olmalı Bediüzzaman şemsiyesi altında. Bu bir kadirşinaslıktır.
Her yıl anma ile beraber onların hayat, hatıra, belge, sahici modelleri yeni kuşaklara ilginç, etkileyici ve saf bir safiyet ve etki yapabilir. Risale-i Nur okuyanlar açısından, Üstad’ın bile eserleri öne çıkardığı bir zeminde kalarak, talebelerini doğru bilmek, doğru anlamak ve üçüncü kişilere, dostlara ve dış dairedeki insanlara onların yaşadıklarını göstermek, merak edenler için cazip gelebilir. Lahikalar’ın kahramanlarını ve o günün hayatı, içtimaiyatı, siyaseti, diyaneti ve devletini okumak ve toplumu anlamak, bunun Üstad’ın bizzat tavsiyeleri ile tatbik edilen farklı tonlarını/fıtratlarını/duyuşlarını/muamelelerini/tezahürlerini bilmek oldukça manidar olduğu gibi beraberinde gerçekçi mesajlar verir.
Bir noktayı belirtmekte fayda var. Bilinen bir hakikat sadedinde. Esas Risale-i Nur’dur. Kendisini bile sahip görmeyen idraki için başta Üstadı’mız olmak üzere Son Şahit ağabeylerin isminin gerek mahalli ve gerekse umumi zeminlerde yaşayacak birer hatıraya, birer kadirşinaslığa, birer vefaya ve teşebbüse emanet edilmesi, zihni illiyet, risale tezahürleri açısından istifadeli ve değerli olabilir.
Her mahbup, zatında ve fıtratında kendine yakın, ruhuna ve tecrübelerine daha munis bulduğu, bir döneminden etkilendiği veya beraber yaşadığı bir ağabeyi bile objektif takdim etse, mahalli sahiplenmelerle yetiştiği şehir ve mekana göre başlanılsa, bu zatların modelleri doğru bilinse, tamamı gönül galerimizin, hizmet tablomuzun ve fikir hamulemizin birer yıldızı, makamına ve müşahedesine göre birer kutbu olurlar. Risale-i Nur şahs-ı manevisinin birer azası, birer rüknü, birer izi ve sözü olurlar.
Fotoğrafın tamamını görmek, resimlemek, tablodaki yerlerini ve Üstad’ın hizmet tarzındaki fıtrat dokumalarını aynı kilimde bir desen içinde nakşetmek tasavvuru ve tefekkürü, zihnimizi ve kalbimizi ve ruhumuzu daha şümullü işba edebilir.
Risale-i Nur’un maksadında ortaklık ve fıtratında farklılık gösteren ihlaslı her hareket bilinmeyi ve doğru anlaşılmayı hak ediyor.
Risale-i Nur talebeleri için bu satırlar öncelik konusunda mülahazaya açık olabilir. Ama Risale-i Nur’u ve Nurcular’ı merak eden ve yeterince sağlıklı fikre sahip olmayan geniş dairenin o mütevazi/muhlis/müstağni hayat modellerini görmeye ve hepsini duymaya ihtiyacı var.
Bir roman, bir makale, bir öykü, görsellik ve hatıra, direk olmasa da dolaylı olarak hizmete vesile oluyor ve insanların gönlünü celp edip sonra risale ile tanıştırmaya dönüşebiliyor. Saff-ı evvelin idrakimize direk inen tesirleri, gölgeli halleri azaltır. 70’li yıllarda bu saff-ı evvelin risale mensuplarına daha çok sirayet eden mahviyetli halleri ve insibağı, bizim kuşağın şekillenmesinde müşfik birer temsil sadedinde evin büyük babası/ağabeyi/sessiz dili olmuştu.
Bilgi, makam, mansıp, para, kariyer, heves, çatışma, hayat ve meşakkat iç içe başlayan dünyevileşme tezahürleri, birbirine yakın hayat tarzlarının birbirine numune olacak bir hilm, istiğna ve tevazuyu ortak alan yapamamasından kaynaklanan zafiyetler oluşturdu.
Öncelikle entelektüel dünyada hızla tartışılan, gündem tutan ve merakları mucip gelen Risale-i Nur hareketinin ilmi, metodolojik ve akademik çalışmaları ile paralel orijinal dönemin gerçek/Son Şahitleri de gündemdeki konulara göre kendi fıtratlarının ve ihtisaslarının dili ile bilinmelidirler.
Görülecektir ki, fıtrat ve mizaç farkı dışında geniş dairede herkesin istifade ettiği çok kapsamlı bir cadde ve risale tezahürü var. Hayatın içinde sosyolojik olarak bunu her gün görüyor, yaşıyor ve teneffüs ediyoruz.
İslam Birliği’nin kapılarını açacak Risale-i Nur Birliği, İslam alemine ve bilhassa Anadolu’ya yeni inkişaf, fetih ve inşirah kapılarını açacaktır.
Müktesebatlar, tarzlar, farklılıklar ve muhakeme ile fehm etme zenginliği, her müşahedeye göre asli manaya uygun yeni şerh ve izahlar kazanabilir.
Bu ilmi yol, icat ve keşif, binlerce sırlı hakikati açacak yeni kabiliyetler ve zeka tarlaları, büyüdüğü iklimi, beslendiği kaynağı ve saff-ı evvel modelleri direk bilme ve bunu göreceği yapılara ihtiyaç duyabilir.
Bir Endonezyalı’yı, bir Alman’ı, bir Mısırlı’yı, bir Kazakistanlı’yı bu gözle karşıladığınızı düşünelim.
Sonuç fevkalade olacaktır.