‘Çevresinde İslamcılık dalgası boy verirken Kürt milletçiliği laiklik dalgasına biniyor*’ başlıklı makalesinde Suriyeli yazar Bekir Sıdkı, Kürtler açısından anakronik (tarih dışı veya tarihi seyre aykırı) bir durumu izah ediyor. Çevrede İslami dalga feveran ederken ve coşarken Kürtler kendilerini milliyetçilik hatta ırkçılık dalgasına kaptırmış bulunuyorlar. Türkçülük için geçerli olduğu gibi Kürtçülük için de geçerli olan temel husus ırkçılıkla laikliğin izdivacıdır. Kürtçülüğün açılımı laiklik ile ırkçılığın imtizacıdır. Bu meseleyi açtığımızda karşımıza şöyle bir hakikat çıkıyor: Kürtçüler daha önce Turancıların ve Türkçülerin İslam karşıtı kullandıkları argümanlara sarılıyorlar. Bu argüman veya iddia şudur: İslam bizi geri bıraktı. Hatta nakl-i kelam ile Ziya Paşa şunları söylemektedir: İslam imiş devlete pa-bend-i terakki: Evvel yoğ idi işbu rivayet yeni çıktı.
Ziya Paşa bazılarının İslam’ın bizi geri bıraktığı mavalını savunduklarını nakletmektedir. İslam’ın taşıyıcısı olan Araplar bu durumda ne desinler? Onlar da kendilerini şöyle teselli ettiler: Bizi geri bırakan Türkler oldu. Osmanlılar oldu. Türkler Roma gibi sadece harp sanatını ve savaşı biliyorlardı. İlimde ve fende geri kalmamızın yegane nedeni kafasız Türkler idi (el etrak biidrak veya etrak muh naşif)! Kürtler ise ikisini de birden söylemeye başladılar. İslam bizi geri bıraktı. Türkler ise bizi İslam’la aldattı. Keşke aldatanlar dünyasında aldanan birileri olsa da onların masumiyeti sayesinde hep birlikte kurtulabilsek! Hayata sadece siyaset sahnesinden veya deliğinden bakanların gösterebileceği yegane hedef veya argüman aldatmak veya aldatılmışlık duygusu olmalıdır.
Durum Akif’in tasvir ettiği gibidir:
Müslümanlık nerde, bizden geçmiş insanlık bile!
Alem aldatmaksa maksat, aldanan yok, nafile!
Kaç hakiki Müslüman gördümse, hep makberdedir.
Müslümanlık bilmem ama galiba göklerdedir!
Mevlana Şems’in kayıp yeri ile ilgili yalan haber getiren birisine hırkasını vermiştir. Müritlerinden birisi haberin yalan olduğunu söylediğinde ise tepkisi şu olmuştur. Yalanına hırkamı veririm. Doğrusuna da canımı! Yine de merkezin bozulmasının her yanı bozduğunu söyleyebiliriz. Asude ve masum bir iklim bırakmadı. Dostluğa ve kardeşliğe kıydı ve zıtlaşmayı ve ikiliği mefkure ve düşünce haline getirdi. Bekir Sıdkı tersinden Apo’nun Kemalizm’in ipine sarıldığını ve ona özendiğini ve öykündüğünü ifade etmektedir. Ulus devlet fikriyatı ve arayışı sonuç itibarıyla, diğerlerini de meşrulaştıran bir kaygan zemindir ve aynı sürece (uluslaşma) hizmet etmektedir. Mitos bölünmeyle zıt benzerlerini veya kardeşlerini üretmektedir. Sözgelimi, Kürtlerle Türkler arasında son siyasi bağ olan hilafetin kaldırılmasıyla birlikte Şeyh Said Piran yeni rejime karşı baş kaldırmıştır.
Bir an kalkışma noktasının haklı olduğunu farz edelim; lakin başarılı olsaydı Kemalizm’in ikizini doğuracaktı. Kemalizm çizgisine uygun bir sonuç elde etmiş olacaktı. İslam için yola çıkmış lakin ulus devlete ulaşmış olacaktı. Belki Türkiye’nin güneyinde bazı bölgelerde Mahabad Kürt Cumhuriyetine benzer bir yapı kurmuş olacaktı. Lakin akıbeti maalesef Kadı Muhammed’e benzemiştir. Kürtler dindarlıklarını muhafaza etmiş olsalardı belki de aralarında yeni bir Salahaddin namzedi çıkabilirdi. Elbette son iki müceddidin Kürtler arasında çıkması kaderin bir cilvesidir. Zira tecdide en ihtiyaçlı bölge Kütlerin yaşadıkları bölgedir. Elbette ilaveten hilafetin yıkıldığı bölgedir. Bugün Kürtçüler laiklik ile milliyetçiliğin terkibi haline gelmiş bulunuyorlar. İslam dünyası İslam’a avdet ederken Kürtler anakronik ve gecikmiş bir ulus devleti damarı taşıyorlar. Halbuki, Bekir Sıdkı’nın isabetle kaydettiği gibi, Kürtçülüğü azdıran Kemalizm ve onun Arap dünyasındaki ikizi Baasçılık ideolojisi şimdi sönme aşamasına girmiş ve zeval ve guruba doğru yol almaktadır.
Kemalizm sönerken ve solarken hem Irak Baası hem de Suriye Baası geriliyor ve tarihe karışıyor. Buna mukabil, Kürtler adı konmamış bir Baas süreci yaşıyorlar. PKK, Arap Baas’ını geride bırakmış, Marksizme kulaç açmış bir partidir. Buna mukabil, Irak’ta Arap Baas hareketi İzzet İbrahim Duri’nin komutasında Nakşibendilik hareketi olarak dirilmiştir. Kürt bölgesi Nakşibendistan (Nakşibendilik yurdu) olarak anılırken Nakşibendiler sıfatlarını eski Baasçılara kaptırmışlardır. Bu kaderin garip ve ağır bir cilvesidir. Batılda zafer kazanmaktansa hakta sebat etmek evladır. İtidal yolu geç de olsa daime kazandırır. İfrat ve tefrit ise kaybettirir. Bediüzzaman bu hususta şöyle bir mukayese yapar: Sevâd-ı âzama ittibâ edilmeli. Ekseriyete ve sevâd-ı âzama dayandığı zaman, lâkayt Emevîlik, en nihayet Ehl-i Sünnet cemaatine girdi. Adetçe ekalliyette kalan salâbetli Alevîlik, en nihayet az bir kısmı Râfızîliğe dayandı.
Irak’ta da eski Baasçılar ve Saddam’ın kalıntıları Nakşibendi ordusu kurarken (uysa da uymasa da) Nakşibendiler Kürt Baasçısı oldular.
Burada Bediüzzaman çizgisi farklı bir açıya tekabül ediyor. Said Piran’ın hilafına Kürtler açısından ulus devlete gidecek modele kapı aralamamıştır. Aksine Çerkezlerin, Araplara hizmet ettiğini düşündükleri Arap Napolyon’u olarak anılan Kafkas asıllı Çerkez Komutan Aziz Ali al Mısri gibi hareket etmiştir. Dar havuz içinde milliyetçilikveya ulus devlet modeli yerine geniş havuz içinde ittihad-ı İslam’ı savunmuştur. Sonra siyasi halka ve bağ kopsa bile kopmaz sosyal bağlar daime Kütlerle Türkleri birbirine bağlamıştır. Müslümanların müşterekleri siyasi bağdan ibaret değildir. İmani ve içtimai bağlar sarsılmadan devam eder gider. Elbette siyasi ortak bağ ile diğer bağlar tahkim olursa nurun ala nur olur.
* Suud el İlmaniyye el Kavmiyye el Kürdiyye mukabile el fevretü’l İslamiyye fi muhutiha/ Bekir Sıdki, El Hayat gazetesi.