Mehmet Abidin Kartal’ın yazısı
Yunus Emre’nin “Sordum sarı çiçeğe” ilahisini hepimiz severiz. İlahinin hikayesi. Tapduk Emre, dervişlerinden birer çiçek ister. Her derviş en güzel çiçeği getirmek üzere kırlara gider. Yunus da aralarındadır. Akşam olduğunda herkes en güzeli olduğunu düşündüğü çiçekle dergâha döner. Yunus’un elinde ise solgun bir sarı çiçek vardır. Şeyhi bunun sebebini sorduğunda ona şu cevabı verir: “Şeyhim, sabahtan beridir kırları dolaştım Size lâyık olabilecek güzellikte bir çiçek aradım, buldum da ancak koparmak için elimi uzattığım her çiçek öyle güzel Allah zikri çekiyordu ki onları koparmaya kıyamadım. Tam vazgeçip dönüyordum ki bu solgun çiçeğin şöyle dediğini duydum: “Benim vaktim doldu artık, soldum kuruyup gideceğim, bari beni kopar da bir dervişin elinde hayatım sona ersin.”
Yunus Emre, “Yedi gök, arz ve bunların içinde bulunanlar O’nu tesbih ederler. O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ama siz onların tesbihlerini anlamazsınız. O, Halîm’dir, çok bağışlayandır.” (İsrâ, 17/44) ayetinin tecellisine ermiş biri olarak karşımıza çıkar. Bize iman dersleri verir.
Sordum sarı çiçeğe,
Annen baban var mıdır?
Çiçek eydür derviş baba,
Annem babam topraktır.
Hak, la ilahe illallah,
Allah, la ilahe illallah…
Çiçekler, tabiatın güzide, güzel eserleridir. Bulundukları yerleri cennete çeviren çiçekler; insana huzur ve yaşama sevinci verirler. Çiçekleri sevdiklerimize, dostumuza, arkadaşımıza farklı anlamlar yükleyerek hediye olarak veriyoruz. Beyaz gül, masumiyet, kırmızı gül aşk, sevgi, sarı gül, sıcak sevgi, beyaz karanfil, temizlik, saflık, kırmızı karanfil, sevgi, menekşe alçak gönüllü gibi… anlamlar yüklüyoruz.
Altı asır üç kıtayı kucaklayan Osmanlı kültür ve medeniyeti, aile, mahalle ve şehir hayatıyla, insana saygı ve sevgi medeniyetini yaşatmıştır. Osmanlı’nın aile, mahalle ve şehir hayatı, hoş bir nostaljinin ötesinde, insana insan olmanın zevkini ve keyfini doyasıya yaşatan bir güzellikler hazinesidir.
Osmanlı sokaklarında dolaşırken o güzelim cumbalı ahşap evlerin pencerelerinde çiçekler görülürdü. Ecdadımız bizim yüklediğimiz manalardan farklı, çiçeklere çeşitli manalar yüklenmişti. Meselâ pencerenin önündeki sarı çiçek; “Bu evde bir hasta var, lütfen gürültü yapmadan mümkün olduğunca sessiz geçin” manasına gelmekteydi.
Çiçek kırmızı ise; “Bu evde evlenme çağına gelmiş genç bir kızımız var, sakın ola kötü bir söz edip de, onun kalbini ve ruhunu incitmeyin.” demekti.
Osmanlıda Lale, saflığın ve güzelin simgesiydi… Osmanlı’da halkın ve saray çevresinin, lale çiçeğine karşı beslediği sevgi, Lale Devri ile zirveye çıkar. Osmanlı’da bir dönem ‘Lale Devri’ adıyla yaşanır. Günümüzde de İstanbul’da her yıl Nisan ayında başlayan Lale Festivali Mayıs ayına kadar sürüyor.
Mimar Sinan’ın şaheseri Selimiye Camii’nde mermere işlenmiş olan ters lale için, “Allah’ı terk ederseniz batarsınız”, “Hilali düşürürseniz batarsınız” gibi farklı yorumlar yapılır.
Hayatımızda bir baharı daha yaşamaya başladık. Baharın zamanı geldi. Bahar bir davetiyedir. Devamlı bir üst modeli çıkan telefonun kamerasına, özelliklerine hayret eden insan, Yaratıcının sana hediye ettiği ve dünya kadar servetin olsa bu serveti vererek alamayacağın gözlerinle baharı temaşaya davet ediliyorsun. Gözlerini son model telefonlara bakmaktan kaldır. İbretle bahar sayfalarını seyret. Bak, ölümünden sonra bitkiler, ağaçlar, çiçekler nasıl diriliyor. Tefekkür et. Bahar mevsimi tefekkür zamanıdır.
Baharın gelmesiyle zemin yüzü sarı çiçeklerle, kımızı çiçeklerle, çeşit çeşit renkteki çiçeklerle boyanır. Ağaçlar baştan ayağa beyaz, pembe, yeşil ve eflatun rengi gelinliğini giyer ve aylarca sürecek bayramda resmi geçit yaparlar. Meyveler olgunlaşmaya başlar, Her bir ağaç, latif elleri olan dallarıyla çeşit çeşit, en tatlı, en sanatlı meyveleri bizler takdim ederler İhtiyaçlarımız bahar vagonuyla bize takdim edilir.. Kışın iskelet halindeki odun parçalarından nasıl oldu da yapraklar yeşerdi, çiçekler açtı, meyveler ortaya çıktı ve bitkiler alemi yeniden dirilmeye başladı? Bütün bu olanlar, yeniden diriliş sahneleri, halife-i zemin olan biz insanlara mesaj vermek içindir.
Mesajı öğrenmek için, baharı dinleyelim, bahar sayfalarını okuyalım, bakalım ne diyor? Ey insan, bana bak beni oku. Bak kışın şiddetli soğuğu, fırtınası, karı, yağmuru altında, çiçeklerin tebessümü saklıdır. Sana şiddetli soğuk kışın, karın, yağmurun ardından bahar gönderildi. Görmüyor musun? Rabbin hakkındaki zannını değiştirmeyecek misin? Ey insan, seni memnun etmek için dünyanın görüntüsü, çehresi değiştirildi. Kupkuru ve kapkara topraktan yemyeşil filizler, çeşit, çeşit renklerde çiçekler sevgi ile gülümsüyorlar. Ölü, şuursuz kara topraktan nimetler fışkırıyor. Bağlar bahçeler yeşeriyor. Dağlara ovalara rengarenk desenli halılar seriliyor. Kupkuru bir daldan en şık ambalajlarda, tatlı meyveler süzülüyor. Bahar sayfalarında otlar, ağaçlar, güller, papatyalar, menekşeler, laleler patlıyor.
Ey insan, hepsi senin için, sana hizmet etmek için seferber olmuşlar. Ama sen bunların farkında değilsin? Hala kalbindeki sevgi yeşermiyor, nefreti yeşertiyorsun, bu da seni bataklıklara, çıkmaz sokaklara götürüyor. Farkında değimlisin? Neden hala içinde ekilmiş sevgi tohumlarını sulamıyor ve zemin yüzünü safra-i nimet olarak sana gönderene cevap vermiyorsun? Bak bahar mevsiminde ağaçların dallarına, dilinin ve damağının istekleri konduruldu. Bahar sayfasına meyveler ve nimetler adedince sofralar kuruldu. Hepsi senin için. Ey insan, o dilinle hala Rabbine hamd etmeyecek misin? Sana bir çiçek verene teşekkür ediyorsun. Bir topu iğnenin kendiliğinden yapılamayacağını biliyorsun. O çiçeği ve bütün alemleri yaratanı görmezden mi geleceksin, bir teşekkür olsun, demeyecek misin? Bak Rabbin sana ne diyor:
“O, Kendisinden isteyebileceğiniz her şeyi size verdi. Allah’ın nimetini saymak isterseniz sayamazsınız Doğrusu insan çok zalim, çok nankördür.”( İbrahim Suresi/34)
Zalim ve nankörlükten kurtuluşun yolu, kalpte sevgi çiçeklerini yeşertmektir. Çiçeklere bakarken, ne güzel değil, ne güzel yapılmış, ne güzel yaratılmış diyebilmektir. Verilene teşekkür etmektir. Zalim ve nankörlerden olmamak için Rabbimize teşekkür edelim. Gönderdiğin sarı çiçekler için, çeşit çeşit bahar çiçekleri için, onlarla alemlere sunmuş olduğun nimetler adedince teşekkürler, Ey Rabbimiz.
Her an içinde yaşadığımız, nimetlerinden faydalandığımız ve alışkanlıktan dolayı bize sıradan gelen bu muhteşem kainat hakkında yeterince tefekkür ediyor muyuz? Sorusuna doğru cevap verebilmek, bütün insanların birinci görevi olsa gerek…
Sarı bir çiçekte bir bahar kadar güzellik görüp bir cennet kadar mana okuyan Bediüzzaman’nın tefekkürüne kulak verelim:
“Bir bahar mevsiminde, garibâne, mütefekkirâne, seyahate gidiyordum. Bir tepeciğin eteğinden geçerken parlak bir sarı çiçek nazarıma ilişti. Eskiden vatanımda ve sâir memleketlerde gördüğüm o cins sarı çiçekleri derhatır ettirdi. Şöyle bir mana kalbe geldi ki: Bu çiçek kimin turrası ise, kimin sikkesi ise ve kimin mührü ise ve kimin nakşı ise, elbette bütün zemin yüzündeki o nevi çiçekler onun mühürleridir, sikkeleridir. Şu mühür tahayyülünden sonra, şöyle bir tasavvur geldi ki: Nasıl bir mühür ile mühürlenmiş bir mektub, o mühür, o mektubun sahibini gösterir; öyle de, şu çiçek, bir mühr-ü Rahmânîdir. Şu enva-ı nakışlarla ve manidar nebatat satırlarıyla yazılan şu tepecik dahi bu çiçek Sâniinin mektubudur. Hem, şu tepecik dahi bir mühürdür. Şu sahra ve ova bir mektub-u Rahmânî hey’âtını aldı. İşbu tasavvurdan şöyle bir hakikat zihne geldi ki: Her bir şey, bir mühr-ü Rabbânî hükmünde, bütün eşyayı kendi Hàlıkına isnad eder, kendi kâtibinin mektubu olduğunu ispat eder.” (Sözler)
Bediüzzaman, sarı çiçeğin istediği cevabı vermektedir. Sarı çiçek bir mektup, mektubu okumak, mektubu göndereni tanımak, teşekkür etmek gerek. Sarı çiçek mektubunu okuyarak, sarı çiçeğe cevap verenleri ebediyet bahçelerinin sarı çiçekleri bekliyor.
Her bir çiçek çeşidi, her bir ağaç bir kelimedir. Çiçeklerin üzerinde yeşerdiği tepeler, ovalar satırlardır. Su, toprak ve diğer unsurlar kelimelerin, üzerine yazıldığı sayfalardır. Bu kainat bir kitaptır. Okunması için bir Katip tarafından yazılmıştır. Dinin ilk emri de oku değil midir? Ancak biz bu okumayı yalnız matbu kitap okumakla sınırlı sanmışız.
Yeryüzü, kainat kitabının bir tek sayfası, bahar mevsimi ise bir formasıdır. Her baharda üç yüz bin ayrı ayrı kitaplar halinde bitkiler ve hayvanlar birbiri içinde hatasız, yanlışsız, karıştırmadan, şaşırmadan mükemmel ve muntazam bir tarzda yazılır. Bazen ağaç gibi bir kelimede bir kaside, çekirdek gibi bir noktada kitabın tam fihristesini yazan bir kalem olduğunu gözümüzle görürüz. İşte bu kainat kitabı çok anlamlı ve her kelimesi hikmetli büyük bir kitap olarak yazılmıştır. Kainat kitabının yazarı, ağaçların programlarını çekirdeklerinde ve insanların geçmişini hafızalarında yanlış yapmadan yazmıştır. O’nun ilmi sonsuz olup her yazılmış varlığa çok hikmetler koymuştur.
Hafta sonları kırlara, tarlalara, dağlara çıkalım, şehirlerde parkları gezelim. Kainat kitabının bahar sayfasını okuyalım. Bizim için çiçeklere nice parfümlerin döküldüğünü görelim. Bahar sayfasını, çiçekleri okurken baktıklarımızı görelim…“Şimdi Allah’ın rahmet eserlerine bak! Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl hayata kavuşturuyor (diriltiyor). Şüphe yok ki, O, ölüleri elbette ihya edicidir (diriltecektir). Ve O, her şeye (her şey üzerine ziyadesiyle) kadirdir.” (Rum Sûresi, 30/50) ” Kainatın Efendisi, Efendimiz (s.a.v)’in şu hadisini de hatırlayalım: “Baharı gördüğünüz vakit, insanların kabirlerinden çıkıp mahşere geleceğini hatırlayın.”