“Yokluğa” vücud libası giydirerek onu görünür kılan Halık-ı Kâinatı isimleri ve sıfatları ile tanımak, yaratılış gayesine münasip yaşamak, ilim ve marifetten nasibini arttırmak adına hilkate, hakikate ve hadisata dair sorular sorabilmek insan için mühim bir meziyet olarak görünmektedir. Çünkü soru sormak düşünmeyi tevlid etmektedir. Düşünmek ise, insan ile hayvanı birbirinden ayıran en esaslı bir fark olduğu bilinmektedir. Hayvanlar soru soramamakta, dolayısıyla düşünememektedir...
Evet insanın varlık gayesini tam anlaması, ilim silsilesinde üzerine düşen vazifelerini tamamlaması, tefekkürde terakki edip yol alması için hilkate ve hakikate dair sorular sorması gerekmektedir. Bu manada düşünmeyi derinleştiren sorular soramamak; “talim-i esma” vazifesinde ağır mükellefiyetlerin bilinmediğini, merak hissinin lüzumsuz işlerle meşgul edildiğini göstermektedir...
Soru sorabilmek; hayata getirilmenin manasını sorgulamak, aidiyetini ve mensubiyetini anlamak, gaye-i hilkatine münasip vazifelerini şuuri olarak yapabilmek içindir. Bu ise mana kapılarının tefekkürle açılmasını, anlam yolculuğunun başlamasını netice vermektedir. Hayata getirilmenin derin manalarını anlama gayreti, zihinlerin marifetullah ile nurlanmasını, kalplerin muhabbetullah ile manen hayatlanmasını intaç etmektedir...
İnsanın nihayetsiz aczi için dayanak aramasına, fakiri olduğu hadsiz ihtiyaçlarını karşılayan Zatı tanımasına hizmet eden soru sormak; varlığın yaratılma gayesini aramayı, marifetullahta mesafe almayı, yani esma-i ilahiyeye vakıf olmayı, esmanın mevsufu Rahman’ın kudsi muhabbetinden hissesini arttırmayı netice veren ehemmiyetli bir hususiyet olarak kabul edilmektedir...
Soru sorabilmek; gafleti tevlid eden yeknesaklıktan kurtulmayı, Cenab-ı Hakka ulaşma adına bir yol bulmayı, hakikati örten esbab perdelerini aralamayı, a’sar pencerelerinden esma-i ilahiyeye bakmayı, huzur-u daimîden nasibini arttırmayı intaç etmektedir...
Soru sorabilmek; mevcudatın evveli, ahiri, zahiri ve batını ile alakalanmayı, Sani-i Ezelinin kâinat çarşısında vazifedar bir memur olduğunu anlamayı, misafiri olduğu Zatın mülkünü tanımada vukufiyetini arttırmayı, itaat ve teslimiyetini memnuniyet ile yapmayı tevlide sebebiyet vermektedir...
Soru sorabilmek; ehl-i kelamın hudus ve imkân gibi hilkate dair delillerine ulaşmayı, sofiye dergâhlarında keşfedilen manalarla alaka kurmayı, hükema mesleğinin şübehat alûd hezeyanlarından kurtulmayı, kemalât arşına uzanan nurlu yolda istikamet üzere olmayı intaç etmektedir...
Yokluk karanlıklarından ziyadar bir âleme çıkarılan, akıl nimeti ile donatılan, eşref-i mevcudat insanın “nereden, niye geldim ve nereye gidiyorum” gibi zihinleri meşgul eden soruları soramaması, yaratan ve yaşatan zatı bulamaması, varlık gayesine uygun bir hayat tasavvurundan uzak durması apaçık bir hüsran olarak nitelendirilmektedir...
Derin mahfiller menfaat çarklarını döndürmek, beşeri şerli ideolojilerine yönlendirmek, yaratılış gayesine ulaştıracak soruları düşündürmemek için bir kısım oyuncaklar ile akılları oyalamakta, mutlak hakikatleri unutturmakta, merak duygusunu lüzumsuz şeyler ile meşgul ederek huzur kaynağı İslam ile insanların buluşmalarını engellemektedir...
Evet soru sorabilmek; sorumluluk almak, soru sormamak bir yönüyle sorumluluktan kaçmaktır. Soru sormadan, yani düşünmeden yaşamak, nefsin arzularına uymak, basit zevkler ile oyalanmak, tutkuları ve zanları arasında yaşamaya mahkûm olmaktır. Sorumluluk almak istemeyen modern insanların yaratılış gayesine dair sorular sormaktan kaçındıkları, akılsız hayvanlar gibi ‘anı’ yaşadıkları, cismani bir hayat için ömürlerini harcadıkları görülmektedir...
Öğrenme silsilesinde soru sormayı unutmak, doğruluğuna inanılan şeylere düşünmeden tutunmak taklitçiliği tevlid etmektedir. Düşünmeyi unutmak, lafzına aşinâ olduğu Kur’an hakikatlerini anladığını sanmak veya manasını anlayıp maksadından habersiz yaşamak, istihsal, istinbat ve istihraç gibi külli neticelerden mahrumiyete sebebiyet vermektedir...
Evet Evet! Hakikati kitap olarak bulan bir kısım insanlar mana ve maksad olarak da bulduklarını sanıyorlar. Hakikatin siretini aramayı bırakıyorlar, derya-yı tefekkürde kulaç atamıyorlar. Atalet boşluğunda, rehavet koltuğunda hoşça sallanıyorlar veya uhrevi sorumluluktan habersiz malâyânîyat ile meşgul oluyorlar...
Elhasıl; eserlerdeki harikuladeliği görmeye, varlığı var edeni övmeye, mahiyeti itibarıyla meçhul Müteâl Zatın isim ve ünvanlarını bilmeye, Sani-i Ezeliyi sevmeye hizmet eden en esaslı vesile düşünmektir. Düşünmek ise, hilkate ve hakikate dair soruların istihsalini gerektirmektedir...
Tahkik mesleğinde ilerlemek, düşüncede süreklilik ve derinlik istemektedir. Düşüncede derinlik ise sorularda zenginliği iktiza etmektedir. Düşüncede istikrar olmazsa, fani bir dünyaya aldanmamak, yaratılış gayesine münasip yaşamak, sefahat ve dalalet dalgalarına kapılmamak müşkülleşmektedir...