Kainat hem çeşitleniyor hem de zenginleşiyor. Bununla birlikte dış zenginliğin devamı ve devamlılığı iç zenginliğe yani şükre bağlıdır. Dış zenginliği yok eden ise iç fakirliği ve bencilliktir. Yunus Suresinin 24’üncü ayetinde mütrifler veya konfor düşkünleri veya konforperestler hakkında şu uyarı yapılır: Yeryüzünün süslenip bezendiği ve yerin sahiplerinin bütün bunlara malik olduklarını sandıkları sırada, gece veya gündüz buyruğumuz (afet emrimiz) o yere erişir de; orasını sanki dün yerinde yokmuş gibi kökünden koparılarak biçilmiş bir hale getiririz. Karun da zenginliğini kendinden bilmiş ve bu nedenle hazineleriyle birlikte toprağa batırılmıştır. Malıyla birlikte gömülmüştür. Nazi hazineleri gibi hala da kimi maceraperestler veya defineciler bu kayıp altınların peşinden koşturuyorlar. Karun servetini bilgisi ve becerisi sayesinde kazandığını düşünüyordu. Şeytanın yoluna sapmıştı. Şeytan da Adem (Aleyhisselam) ile karşılaştırıldığında üstün bir cevher veya elementten yaratıldığını düşünüyordu. Halbuki, bu bir fazilet olsa bile dad-ı hak, Allahdade idi. Kazanılmış ve müktesep bir hak değildi. Böylece Allah vergisi suistimal edilmiş oluyordu. Karun bu nedenle helak olmuştur. Karunlaşan toplumlar da helak yolundadır. Karun sonuçta bir fert olsa bile bu psikolojik durum zamanla sosyalleşme arz etmektedir. Bu da toplu helakı hatıra, gündeme getirir. Nitekim ayette de yerin sahiplerinin tek başlarına muktedir olduklarını düşündükleri anda Allah’ın emrinin yetişeceği ve geleceği haber veriliyor. Karun’un içinde bulunduğu durum psikolojik bir fakirlik halidir. Bencillikten ileri gelmektedir. Devası tevazu ve paylaşmaktır.
*
Son dönemlerde bir sosyal fakirleşme içindeyiz. İçtima-i rabıtalar giderek gevşiyor. Bunun nedeni de psikolojik ve içtimai düzeyde dini rabıtaların gevşemesidir. Günümüzde sürekli olarak sosyalleşmeden bahsedilse de anti sosyalleşme kıskacındayız. Bu içimizdeki duygusal fakirlik ortamı afaka da yayılıyor ve sosyal fakirleşmeye yol açıyor. Bunun sonucunda insanlar kalabalıklar arasında yapayalnız kalıyorlar. Bunun bir tek nedeni ve birçok tezahürü var. Bu tek neden bencilliktir. Lakin bencilliğin türevleri arasında da ahlaksızlık yatıyor. İnsanlar konforlarını bozmamak için çevreleriyle ilgilenmiyorlar. Bununla birlikte ilgilenmek isteyenler de toplum içinde ahlaki değerlerin aşınması sonucunda istismara uğruyor ve sosyal ilişkiler nedeniyle zarar görüyorlar. Bu da içe çekilmeyi beraberinde getiriyor. Sonuç olarak sosyal fakirleşme zemini büyümekte ve fıtrata yabancılaşma artmaktadır. Mustafa Kutlu bu içimizdeki psikolojik fakirliği bir hikayesinde dile getirmiştir: Fakirlik içimizde! Evet! Fakirlik içimizde. Bunun sosyal yansımaları ve arazları da dışımızda yani afakta yaşanmaktadır. Kur’an bize, ‘kim cimrilik dürtüsüne direnirse o ve onlar felahe ererler’ buyurmaktadır. İnsanın iç fakirliğiyle mücadele etmesi felaha ermesine vesile oluyor. Enfüsi daire ya da psikolojik daire içtimai ve sosyolojik daireye yansıdığında saadet dairesi genişleşecek ve yaşam kalitesi artacaktır.
İnsanın kimyası bozulduğunda Babilleşme süreci de başlıyor. Babilleşme sürecine yabancılaşma süreci de diyebiliriz. Toplum çözülüyor, dökülüyor ve birbirinden kopuyor. Birbirinden bağımsız adacıklar haline geliyor. Toplumun çözülmesi ferdin yalnızlaşmasını da beraberinde getiriyor. Dünya sevgisi felaketlerin anası ise bencillik de toplumun gevşemesidir. Sonuçta bencil toplum, rabıtasız ve bağsız kalmaktadır. İç fakirliği sosyal fakirliği yani dış fakirliği de beraberinde getirmektedir. Ferdin bağımsızlığı aynı zamanda bağsız kalması anlamına geliyor. Bu nedenle dünya sevgisi bütün kötülüklerin anası ise Allah korkusu da hikmetin başıdır. Kısaca dünya sevgisi insana yar olmuyor.
Kainat üç daire ile birbirine bağlıdır. Kurbiyet ile Allah’a ve karabet ile insanlığa ve fıtrat ile de tabiata bağlıdır. Fıtrat ve hilkat, tabiat ile kardeştir. Son sıralarda modernizm ile birlikte insan ile Allah arasındaki ilişki körelmiş insan kurbiyet dairesinin dışına çıkmıştır. İçtimai fakirleşme ile de karabet ilişkileri daralmış ve insanlık yalnızlık adasının mahkumu haline gelmiştir. Bu ilişkileri tamir etmek yine Allah ile sılayı keşfetmekle mümkündür. Sıla ile visal aynı kökenden gelmektedir. Sıla-i rahim de içtimai zenginliğin en önemli göstergeleri arasındadır. Lakin bugün gerek ehl-i iman arasında değer bağıyla kurulu rahimiyet gerekse kan bağı üzerinden kurulu sıla-ı rahim ilişkileri gerilemiş ve körelmiştir. Şer-i şerif antolojik yapımızın yani varlığımızın teminatıdır. Buna kayyumiyet sırrı da denilmektedir. Kayyumiyet olmadan ontolojik yapı korunamaz.
İç içe dairelerden oluşan içtimai yapımız dini daireden uzaklaştıkça giderek fakirleşmekte ve çoraklaşmaktadır. Bugün çokluk içinde yokluk ve çokluk içinde yalnızlık çekiyorsak bu enaniyet dairesinin başkalarıyla ilişkilerde araya kalın bir çizgi çekmesindedir. Nefsimizi terbiye etmeden ve ahlakımızı kuşanmadan içtimai fakirlikten kurtulamayacağız ve saadeti yakalayamayacağız. Zenginlik cep zenginliği değil, gönül zenginliğidir. Paylaşarak çoğalır. İçtimai zenginliğin gölgesinde yaşamak ve gönül zenginliğiyle geçinmek mümkünse de tek başına maddi zenginlikle payidar olmak imkan dairesi dışındadır.