Sempozyumda dokuz ayrı konu başlığı altında paneller yapıldı. Birbirinden güzel tebliğler sunuldu. Bu tebliğleri inşaallah hem Risale Akademi web sitemizde, hem de kitap halinde yayımlanacak.
Takip edebildiğim kadarıyla aldığım notları sizlerle paylaşmaya çalışacağım.
Prof. Dr. Bilal Sambur: “Bu bölge insanlık medeniyetinin başlangıcı olmasına rağmen son 200-300 yıl her açıdan dipte olmuştur. Bediüzzaman hayatının büyük bölümünü burada geçiriyor, bölgenin beşeri, fiziksel ve sosyal gelişmemişliğinden ızdırap duyuyor. İlk Kürtçe makalesinde ısrarla "okuyun, okuyun, okuyun" tavsiyesinde bulunuyor. Okuma olmadan bu yolun takip edilemeyeceğinden kaynaklanan bir endişesi var. Bu nedenle Medresetüzzehra projesini geliştiriyor. Bir projeyle payitahta giden Bediüzzaman tımarhaneye layık görülüyor. İnsanı geliştiren, kalkındıran fikre önem verilmiyor, projeye karşı projeyle çıkmak yerine fikir çürütülmeye çalışılıyor. Bu insanı çürüten bir zihniyettir. Bediüzzaman tımarhanede çürütülmüş olsaydı bugün bu konuyu konuşuyor olmayacaktık ve büyük bir fikir birikiminden mahrum kalacaktık. Marifet, sanat ve ittifak kalkınmanın her yerinde insanın merkeze alınması ve insanla doldurulması gerektiğini gösteriyor. Bu üçü bize sırat-ı müstakimde nasıl ilerleyebileceğimize rehberlik ediyor. Bizim Allah’la kâinatla doğru bir ilişki kurmamız gerekiyor. Topyekün çöküşün ana kaynakları cehalet, fakirlik ve ihtilaftır. Buna karşılık insani kalkınmanın referansı da sanat, marifet ve ittifaktır. Modern dönemde kalkınma ve gelişimde çok şey başardık ama insani kalkınmayı adalet ve barış içerisinde başaramadık. İnsanlığın yeniden sahih olarak inşa edilmesi gerekiyor.”
Risale Akademi Kurucu Üyesi Dr. İsmail Benek: “İnsan fıtratının ism-i azamını yaşaması lazım. Kur’an üzerinden insanın tanımını en iyi yapan Bediüzzaman’dır. Ona göre gerçek insani bağ nurani bağdır. Biyolojik, memleket, hemşehri vb. bağlar değildir. Gerçek nurani bağların bilinmemesi ittifakı önlüyor. İnsanlar nasıl beraber olacaktır? Rahmetlik Ayhan Songar: “Önemli olan aynı yastığa baş koymak değil, aynı rüyayı görmektir.” Diyor. Said Nursi'de rüyanın anlamı, "bir rüyam vardır"ın karşılığı gaye-i hayaldir. 1899’da bunu söylüyor. İnsana dair projeksiyonunu bu tarihte yapıyor. Kendine özgü literatürü var. Kavramları kendine hastır. Entellektüel dünyanın Said Nursi'nin kavramlarını anlamaya ihtiyacı var. Daha sonraki yıllarda sosyal problemlere pratik çözümleri ile 1998 Nobel Ödülüne layık görülen Hintli ekonomist Amartya Sen bence Bediüzzaman’dan ilham almıştır. Bediüzzaman, insan merkezli gelişimde şefkati öne çıkarıyor. Devletten şefkat bekleyemeyiz, eşitlik bekleriz. İnsandan da şefkat bekleriz. Bediüzzaman'ın sosyal kalkınma sepetinde geniş sosyal faydalar var. Sosyal kalkınma bir sonuçtur, öncesinde motorize güç, temel imandır. Mekke’nin imanı olmadan Medine medeniyeti oluşmaz. İman merkezli olmadıkça yapacağınız birçok sosyal faaliyet meşruiyetten uzaklaşır. Hutbe-i Şamiye’deki altı esas imana dayanan ahlaki bir hastalıktır. Bediüzzaman bunlara isyan etmiştir, karşı çıkmıştır. Bu nedenle işe iman merkezli başlamıştır. Emniyeti sağlamak imanla başlar. Yoksa sosyal ağları nasıl kuracaksınız? Kibrin dili ben merkezlidir. Büyüklüğün gereği tevazudur. Sosyal pencereler açmadan sosyal kalkınmayı başaramayız. Bediüzzaman bize sosyal hayatla siyasi hayatın dengelerini veriyor. Cumhuriyet çocukları Bediüzzaman’a yapılanlara karşı duruşunu çözerse sosyal kalkınmayı başaracaktır. İnsan yapamasa da düşünmeli, hayal etmeli. Bunlar ilerisi için sosyal taleptir. Onurlu bir hayat için taksimü’l-amal olmalı. Teşrik-i mesai yapılmalı. Bunları beceremedik. Fikr-i hürriyet, teşebbüs-i şahsi olmalı. Peygamber Efendimizde dikey yapılanma yok. Said Nursi’de de yok. “Arkadaşlarım, kardeşlerim” diyorlar. Bu nedenle hakiki kardeşlik iman merkezli kardeşliktir. Said Nursi cumhuriyet çocuklarına iman esaslı bir hizmet tesis etmiştir. Dolayısıyla güç merkezi olmak, etkin olmak, iktidar olmak, gücün ve sözün sahibi olduğunu zannetmek onun anlayışına uymaz. Said Nursi mana-yı harfi kavramını geliştiriyor. Her şeye Allah'ın hesabına bakmak gerektiğini ifade ediyor. Said Nursi pramidi ters çevirmiş, “ben, Allah ve kainat özgürlüğü” demiştir.”
Gazeteci Yusuf Kaplan: “İman, hayatın ve hakikatin var oluşuyla ilgilidir. Vücut, vicdan ve vecd hakikatin hayat olmasının süreçleridir. Hayat iki eksen üzerinde teşekkül ediyor. Bizim hakikatle ve Risalelerle ilişkimizde, bunların hayatımızdaki rolü ile insanın hayattaki rolü üzerinde bir yörünge sorunumuz var. Bediüzzaman'ın iman meselesine yoğunlaşması tesadüfi değildir. Risalelerin 3 K diye formüle ettiğim "kurucu, konumlandırıcı, koruyucu" özelliği olduğunu görüyoruz. Bunlar insanın hakikati kavramasında kilit rolü oynayan kavramlardır. Bizim Risalelerle ilişkimiz kurucu mu, konumlandırıcı mı, yoksa koruyucu mudur? Öncü kuşaklar baştır. Peygamberler öncülerin öncüleridir. Omurga konumlandırıcıdır. Baş yoksa, omurga da yoktur. Omurga hayatı konumlandırandır. Koruyucu da vücuttur, kitledir. Biz Risaleleri kurucu ve konumlandırıcı bir şekilde anlayamıyoruz. Maalesef koruyucu bir ilişkimiz var. Biz sadece Müslüman toplumun durumunu koruyoruz. Toplumu şekillendirecek şekilde anlayamıyoruz. Emn, emanet, varlığın güvenliği imanla sağlanır. Ontoloji amaçtır. Epistemoloji araçtır. İnsanlar amaçları araç haline getirdiler. İnsanı tanrılaştırdılar. Dünyayı yaşanmaz hale getirdiler. Niche kendinden önceki dönemi yıkmış, yeniyi de inşa etmiştir. Batı’da bütün yollar Niche’ye çıkar. Bu bir milattır. Bediüzzaman bizde milattır. Onu konumlandırıcı bir şekilde anlayamıyoruz. Onu kendi adalarımıza hapsetmiş durumdayız ki, o adalar da bizim değil. Bizim bir yörünge sorunumuz olduğu için Bediüzzaman bize açılmıyor. Mekke kurucu, Medine konumlandırıcı, medeniyet de koruyucu konumdadır. Medeniyet zahirle batını harekete geçiren bir med-cezirdir. Hayalleri, hakikatleri olmayan insanlar başkalarının hayalleri ve hakikatlerinde yok olmaya mahkûmdurlar. Kendi benliğimizi yitirmemizle birlikte savunma psikolojisine geçtik. İlim ve teknolojinin Batı’dan alınması, “yenildik” denmesi, yani yamama psikolojisi var. Risale bu toplumun gövdesini korudu. Risale aynı zamanda kurucu rolündedir. Dolayısı ile “Neyi, niçin koruyoruz?” bilmemiz lazım. Hakikatle buluşabilmemiz için yörüngemizi belirlememiz lazım. Ancak Bediüzzaman’ın yörüngesinde yol katedebiliriz.”
Bilal Sambur, insanların ve fikirlerin çürütülmesine, İsmail Benek, nurani bağlara, Bediüzzaman’ın yeni geliştirdiği kavramlara, iman merkezli yatay bir kardeşlik ilişkisine, Yusuf Kaplan da yörünge sorunumuza, durumu korumak yerine kurucu ve konumlandırıcı pozisyona geçerek hakikatle buluşulması gerektiğine vurgu yapmıştır.
Kur’an’ın ilk emri “oku” olmasına rağmen okumuyoruz. Bediüzzaman da ısrarla bunu söylüyor. Okumadığımız için sanat ve marifet bize açılmıyor. Mana-yı harfiyle yani “Allah’ın adıyla oku”madığımız için hakikatler, hayaller, ferasetler de açılmıyor. Hepsi birer kapalı kutu halinde önümüzde duruyor. Okumazsak nurani bağlarımızı nereden öğreneceğiz? Kardeşlik ilişkilerimizi nasıl tesis edeceğiz? Arada kardeşlik ve dostluk yoksa, korku, endişe, güvensizlik ve düşmanlık peyda eder. Bu da sosyal hayatı zindana çevirir. Korkan, endişe ve iman zaafiyeti içerisinde olan insanların dengesinden de yörüngesinden de bahsedilemez. Zaten kimsenin öyle bir derdi olmaz. İdeal sahibinin, düşünenin, hayal kuranın, rüya görenin derdi olur. Temel değerlerimizi hayatımızda kalıcı ve yaşanabilir hale getirebilirsek yörüngemiz de konumumuz da yerini bulacaktır.
İmanımız bize başkalarının ızıdrabıyla ızdıraplandırmıyorsa, başkalarına şefkatle baktırmıyorsa, mümin kardeşimizi bize sevdirmiyorsa, onlarla birlikte olma cazibesini vermiyorsa, kendimizi iyi bir çek etmemiz lazım. Bu durumda kendimizi ve davamızı korumaktan aciz kalacağız. Birbirimizi bir türlü anlayamayacağız. Başkalarının hayali hayalimiz, başkalarının davası davamız olacaktır. Bu da yok olmakla aynı anlama gelecektir.