Ahmet Bilgi'nin haberi:
RİSALEHABER-Sosyal antropolog ve yazar Prof. Dr. Tayfun Atay, herkesin şöhret olmak istediğini, sosyal medyada gerekli gereksiz her türlü paylaşımın altında bu isteğin yattığını söyledi.
Atay'ın sözleri Bediüzzaman Said Nursi'nin şöhret duygusu ve tehlikelerine dair söylediği sözleri akla getirdi. Şöhret'i riya kavramıyla çok sık yan yana getiren Said Nursi, günümüz problemlerinin altında yatan sebeplerden birine de dikkat çekiyor.
Önce Tayfun Atay'ın sözlerini aktaralım. Atay, Yeni kitabı "Görünüyorum O Halde Varım/Meşhuriyet Çağı’nda Kültür ve İnsan" hakkında Hürriyet'ten Çınar Oskay'a konuştu. Atay'ın ilgili ifadeleri şöyle:
Hareketli, harıl harıl bir kalabalık içinde durgun bir yalnızlığa mahkûmuz
Görsel kültür hayata hâkim olunca görünmek, görünür olmak öne çıktı. İnsanlar kendini var etme yolunu tanınır, bilinir olmakta bulmaya başladı. Çünkü kitle kültürü, insanı kalabalıklarda yalnızlığa maruz bıraktı.
İletişim araçları sayesinde görünür, tanınır olmak artık herkes için mümkün. Uzaklara ulaşan ama yakınlarını göremeyen bir insanlık hali çıktı ortaya. Herkes Facebook’ta, Instagram’da, Twitter’da ama aslında hayatınızda kimse yok. Kuzenlerim beni sosyal medyada takip ediyor ama birbirimize “Nasılsın, iyi misin?” diye sorduğumuz yok. Hareketli, harıl harıl bir kalabalık içinde durgun bir yalnızlığa mahkûmuz. Bu yalnızlık duygusundan kaçmak için sürekli göz önünde olmak istiyoruz.
Meşhurluk bütün meslek grupları için kaçınılmaz
Eskiden iyi bir doktorsan, bu yeterliydi, varoluş tatmini veriyordu. Bugün yetmiyor. Şu oturduğumuz pub’da bile her yer ekran dolu. Bunun getirdiği psikolojik bir sonuç var. Bu, ekrana endeksli bir hayattır. Görünür olmak -ben ona ‘meşhurluk’ diyorum- bütün meslek grupları için kaçınılmaz oluyor. Televizyonlarda sadece bir uzman psikolog görünüyorsa, diğerleri görünememenin bahtsızlığına ve ıstırabına gömülüyor. Ekranda görünmenin büyüsüne kapılmak, insanların ilgisini çekmek... Bu hazdan uzak kalmak artık ‘var olamadığı’ kaygısı yaratıyor.
Sen şöhrete sahip olamazsın, şöhret sana sahip!
“Ekrandakileri kıskanıyorum, ben de görünmek istiyorum” diyen o kadar çok insan var ki. Selfie çekiyor, Facebook’a koyuyor; o da yetmiyor, video koyuyor. Televizyon programlarına başvuran on binlerce insan var. “‘Survivor’a katılabilsem, ‘Yetenek Sizsiniz’de görünebilsem... Bir programda görünebilirsem yırtmam mümkün” diye bakıyor. Hayalleri bu, rol modelleri de Acun Ilıcalı. Neyin temsilcisi? Görünmenin temsilcisi.
‘Meşhuriyet çağı’nda sen şöhrete sahip olamazsın, şöhret sana sahip! Senin sözünü ettiğin ağır yük, stres, baskı budur. O şöhret her an gidebilir kaygısıyla bulundukları yeri yeniden üretmek için devamlı bir çaba içindeler.
Said Nursi: Şöhret ayn-ı riyâdır ve kalbi öldüren zehirli bir baldır
Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur'un çeşitli yerlerinde şöhretin olumsuz yönlerine vurgu yapıp herkesi, özellikle de talebelerini bu tuzağa düşmemesi için uyarıyor.
Ey şan ve şerefi, nam ve şöhreti isteyen adam! Gel, o dersi benden al. Şöhret ayn-ı riyâdır (gösteriş ve ikiyüzlülüğün tâ kendisi) ve kalbi öldüren zehirli bir baldır. Ve insanı insanlara abd ve köle yapar. O belâ ve musibete düşersen, اِنَّا ِللهِ وَاِنَّاۤ اِلَيْهِ رَاجِعُونَ (“Biz Allah’ın kullarıyız; sonunda yine Ona döneceğiz.” Bakara Sûresi, 2:156.) de, o belâdan kurtul. (Mesnevi-i Nuriye)
Sakîl bir riyâ, soğuk bir hodfuruşluk, muvakkat bir sersemlik
İşte bu hâlette vaziyetime baktım ki, medar-ı ezvak olan gençlik gidiyor; menşe-i ahzân olan ihtiyarlık, yerine geliyor. Ve gayet parlak ve nuranî hayat gidiyor; zâhirî karanlıklı, dehşetli ölüm, yerine gelmeye hazırlanıyor. Ve o çok sevimli ve daimî zannedilen ve gafillerin mâşukası olan dünya, pek sür’atle zevâle kavuşuyor gördüm.
Kendi kendimi aldatmak ve yine başımı gaflete sokmak için, İstanbul’da haddimden çok fazla gördüğüm makam-ı içtimaînin ezvâkına baktım, hiçbir faidesi olmadı. Bütün onların teveccühü, iltifatı, tesellileri, yakınımda olan kabir kapısına kadar gelebilir, orada söner.
Ve şöhretperestlerin bir gaye-i hayali olan şan ve şerefin süslü perdesi altında sakîl (ağır, kaba) bir riyâ, soğuk bir hodfuruşluk (kendini beğenme), muvakkat bir sersemlik suretinde gördüğümden, anladım ki, beni şimdiye kadar aldatan bu işler, hiçbir teselli veremez ve onlarda hiçbir nur yok. Yine tam uyanmak için, Kur’ân’ın semâvî dersini işitmek üzere, yine Bayezid Camiindeki hafızları dinlemeye başladım. (Lem'alar, Yirmi Altıncı Lem'a)
Acip bir riyakârlık olan şöhretperestlik
Aziz, dikkatli kardeşim; Biz, insanların hürmet ve ihtiramından ve şahsımıza ait hüsn-ü zan ve ikram ve tahsinlerinden mesleğimiz itibarıyla cidden kaçıyoruz. Hususan acip bir riyakârlık olan şöhretperestlik ve câzibedar bir hodfuruşluk olan tarihlere şâşaalı geçmek ve insanlara iyi görünmek ise, Nurun bir esası ve mesleği olan ihlâsa zıttır ve münafidir. Onu arzulamak değil, bilâkis şahsımız itibarıyla ondan ürküyoruz. (Emirdağ Lâhikası-1)
En mühim bir maraz-ı ruhî ve şirk-i hafî
İHLÂSI KIRAN İKİNCİ MÂNİ: Hubb-u cahtan gelen şöhretperestlik saikasıyla ve şan ve şeref perdesi altında teveccüh-ü âmmeyi kazanmak, nazar-ı dikkati kendine celb etmekle enâniyeti okşamak ve nefs-i emmâreye bir makam vermektir ki, en mühim bir maraz-ı ruhî olduğu gibi, “şirk-i hafî” tabir edilen riyâkârlığa, hodfuruşluğa kapı açar, ihlâsı zedeler. (Lem'alar | Yirmi Birinci Lem'a)
Bizim gibilere tam zarardır
Fakat tarihe geçmek ve bu asır âlimlerinin içinde kendi âdi şahsımı nesl-i âtiye göstermek, bildirmek ne isterim ve ne de liyakatim var. Cenâb-ı Hakka hadsiz şükrederim ki; beni, bana beğendirmemiş, dehşetli kusurlarımı bana göstermiş. Hem insanlara kendini bildirmek bir şöhretperestlik olmasından, bir enaniyet, bir hodfüruşluk, bir riyakârlık ihtimali var. Bu ise, bizim gibilere tam zarardır. (Emirdağ Lâhikası-1)
Şöhret bir müstebittir
Şöhret zalimedir
Şöhret bir müstebittir (diktatör); sahibine mal eder başkasının malını. Meşhur Hoca Nasreddin letâifi içinde, zekâtı, asıl malı. (Yani ondan biri)
Rüstem-i Sistanî, onun hayal-i şanı garet etti (gasbetmek) bir asır mefâhir-i İran’ı. Gasb ve garetle şişti o namdar hayali, hurâfâta karıştı, attı nev-i insanı. (Sözler, Lemeât)
Uhdesinden gelmediğim çok vazifeyi bana yükletiyor
Birşey kaldı, o da şöhret-i kâzibedir. İşte ben ondan usandım, kaçıyorum. Zira uhdesinden gelmediğim çok vazifeyi bana yükletiyor. (Münâzarat)
Kabir kapısında söner, beş para etmez
Evvelâ rıza-yı İlâhî ve iltifat-ı Rahmânî ve kabul-ü Rabbânî öyle bir makamdır ki, insanların teveccühü ve istihsânı, ona nisbeten bir zerre hükmündedir. Eğer teveccüh-ü rahmet varsa, yeter. İnsanların teveccühü, o teveccüh-ü rahmetin in'ikâsı ve gölgesi olmak cihetiyle makbuldür; yoksa arzu edilecek bir şey değildir. Çünkü kabir kapısında söner, beş para etmez. (Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup)
Yapmacık hareketler
Hırs-ı şöhret, hubb-u cah, makam sahibi olmak, emsaline tefevvuk etmek gibi hisler ve insanlara iyi görünmek, tasannukârâne (yapmacık) (haddinden fazla kendine ehemmiyet verdirmek) ve tekellüfkârâne (lâyık olmadığı yüksek makamlarda görünmek) tarzını takınmakla riya eder. (Kastamonu Lâhikası