“İnsanın ‘nazik-nâzeninliği’ ve sosyal medya ilişkisine, -biraz da- sosyal medya üslubuyla bir bakış”
İnsana hayatın anlamını tarife çalışan hemen her kaynağın, bizzat insanı konu edinmiş bir tarifi de vardır genellikle. Ki, insana yönelik bu tarifleri, ait oldukları düşüncedeki genel karakteristiği ele veren ipuçları şeklinde de gördüğümden olsa gerek, ayriyeten dikkate değer bulmuşumdur hep.
(Tıpkı Aristo’nun, insanı ‘akla sahip bir hayvan’ diye tarif etmesiyle maddede saplanmış olan bazı fikirlerini, veya kadını adeta insandışı ve edilgen bir varlık görmesiyle de kimi arızalı düşüncelerini ele vermesi gibi. Ya da insanı sadece tabiatla alakalı kıyaslamalarla anlatmaya çalışan fikirlerin, zihinlerindeki “tabiata bağlı-tabiatla malul” bir çevrilmişliği de açığa vurmaları gibi.)
Bu açıdan bakıldığında, insana hayatı ve varlığı Kur’ândan aldığı dersle, hayatın ve varlığın içinden izah eden Risale-i Nur’un insan tarifi ise oldukça anlamlı ve güzel bir içeriğin habercisi olarak belirir hep.
Ama bununla birlikte, söz konusu kaynakların pek çoğuna nispetle Risale-i Nur’un sahip olduğu en önemli özelliklerinden birisi de; “yüzyılların ve modernitenin yıpratıcı etkilerine maruz kalmış kimi kavramları sahih kaynaklarıyla yeniden buluşturma” gayretine bağlı olarak, o kavramların ahir zamana yönelik bazı izdüşümlerini (hikmet ve feraset nümunesi atıflarla/nitelemelerle) gözler önüne sermesindeki dirayetidir diyebiliriz.
O’nun, “tecdid” vazifesinin de bir gereği olarak, anlam kaymalarına uğra(tıl)mış bazı kelime ve kavramları tekrar Kur’ân mihengine yaklaştırma çabasıyla anlaşılabilecek işte bu tutumu; kullandığı kavramların muazzam bir anlam denizinden süzülerek, gayet bilinçli ve sahih anlamlandırmalarla telaffuz edildiklerini hep hatırda tutmamızı da zorunlu kılar.
İşte Risale-i Nur’daki söz konusu anlamlandırmaya/atfa/ferasete verilebilecek en güzel örneklerden biri ise, yapmış olduğu kendi tarifinde insanın "nazik ve nazenin" bir mahluk olduğuna yönelik şu tekrarlı ve güzel vurgudur herhalde:
Örneğin Onuncu Söz’deki: “ve beşeri, şecere-i kâinatın en cami’ ve en nazik ve en nazenin, en nazdar, en niyazdar bir meyvesi yaratıp..” cümlesi; veya Yirmi Üçüncü Söz’de geçen: “İşte insan, Cenâb-ı Hakk’ın böyle antika bir sanatıdır ve en nazik ve nâzenin bir mu’cize-i kudretidir” ifadeleri; ya da benzer ifadelerin değişik bahislerdeki tekrarları gibi..
Ne var ki, -tıpkı gayet sade ve anlaşılır bulduğumuz hemen her ibare, terim veya cümlenin de başına geldiği üzere-, söz konusu tariflerdeki işte bu “nazik ve nazenin” ifadeleri de, meğer uzunca bir zaman en çok da ilk ve dar anlamıyla okunup-geçilme tehlikesiyle malüllermiş zihnimce.
Malüllermiş, çünkü bu kelimeler insanın 'en çok da bedenen' ne kadar nazik ve zayıf olduğunu "anlatmıyorlarmış" aslında!.
İşte bu durumu biraz da hiç ummadığım bir vesileyle, ('tekerlekten sonraki en önemli icat': sosyal medya aracılığıyla) fark etmiş oldum ki; aslında Risale-i Nur'daki bu tabirler, insanı diğer mahlukat karşısında kasıtlı ve özellikli bir kıyasa tabi tutmaktalarmış öncelikle.
Sözgelimi, tekrarla kullanılan o naziklik vurgusunda insanın fizikî nazikliğinden çok, hâdisat karşısında diğer mahlukata oranla ne derece hissî-manevî bir nazikliğe sahip olduğunu aktaran bir tonlama söz konusuymuş esas olarak.
Örnek vermek gerekirse; kuşlar âleminin bedenen en nazik bir üyesi bile, twitter kuşunun kötü ‘cıvıldamalarından’ taşan nefrete bakarak, asla “manen” ne kadar da nazik bir mahiyette olduğuyla yüzleşmek zorunda kalmazmış mesela!.
Ancak, ama, fakat, oysa.. gerektiğinde fizikî nazikliklerine ve zayıflıklarına gayet sıkı çareler bulabilen insanda da öyle midir durum?
Ne gezer!.
Tam aksine, insanı hissiyatındaki nazikliğine “kendince çareler” bulma işinde, ‘bir serçe kuşunun dahi düşmediği’ çaresizlikler bekler hep.
Zira “ne geçmiş zamanın elemleri ile incinen, ne de gelecek zamanın korkuları onu ürkütemeyen” herhangi bir hayvanın aksine, her ikisi de “şu an olmayan” geçmiş ve gelecek zamanlarla bile oldukça alakalı bir varlık olan insanın “şu hazır zaman” karşısında duyarlı olmaması düşünülebilir mi hiç?
Bilakis, insan geçmiş, gelecek ve şimdiki zamanların hepsinde de “nazik, nazenin ve hassas bir teçhizatla” var edilmiş durumdadır tam olarak.
Ve ah o insan yüreği, sanal âlemin pek de sanal kalmayan nefret dolu güncel paylaşımları karşısında dahi “mengeneye girebilen” bir yapıdadır ‘maalesef’!.
Demem o ki, benim için söz konusu “nazik-nazenin” tarifindeki bu tonlamayı daha yakînle görebilmek, (belki en pozitif bir zorlamayla "negatif" diye tarif edebileceğimiz) kimi insanların "nefretlerini akıttıkları" sosyal medya paylaşımları vasıtasıyla mümkün oldu bu yakınlarda. Çünkü yansıttıkları negatif hissiyattan ötürü bu tip paylaşımlara yönelik kısacık ve 'sanal' bir muhatabiyet dahi, insana (diğer mahlukata oranla) manen ne kadar da nazik-nazenin bir mevcud olduğunu gayet iyi hatırlatabiliyor gerçekten de.
Kısacası, insafsızca söylenmiş bir söz, vicdansızca atılmış bir tweet veya nefretle yazılmış bir cümle de, -sanal olduğuna bakmaksızın- bir hançer gibi ‘iş görebiliyor’ icabında..
O halde, bu durum karşısında “aman dikkat!” demeli galiba!.
Aman, tahrip ve tamir mücadelesi ‘sanal âlemde’ de alabildiğine devam ederken, bize düşen, öncelikle paylaşımlarımızın "hakiki âlem" olan ahiret yurdu için de kayda alındığından gaflete düşmemek olmalı kesinlikle.
Ve de o paylaşımlardaki muhatapların "nazik ve nazenin" bir yapıyla yaratılmış olduklarını unutmamak belki ‘biraz’ da.
Son söz; “kesin bilgi, yayalım: Varsın, sanal âleme de kin taşı(r)sın başkaları, duamız o ki: #yasasinyüküGülolanlar ”