Hız çağı, uzay çağı, bilgi çağı, bilişim çağı, dijital çağ vs...
Çağları hızlı çekim gibi aşıyoruz. Çağların resmi geçit tempoları da koşar adım geçer gibi.
Eskiden asırlar sonra bir çağ değişirken günümüzde o kadar sık periyotlarda çağ değişiyor ki sanki istasyondan tren geçiyor.
Son elli yıl şuurunda olduğum zaman zarfında Apollo ile insanın Ay’a ayak basması ile uzay çağı denilmeye başlandı.
Bilişim teknolojileri ile gelişim ve değişim periyotları hızlandı.
Evet zaman nehri hızlı akıyor. Akış hızlandıkça yeni çağ isimleri daha sık tempo ve periyotlarda gündeme geliyor. Yenilikler, icatlar, keşifler hem arda arda hem eş zamanlı olarak zuhur ediyor.
Her yenilik insanların hayatında kolaylıklara vesile olurken ihtiyaç ve beklentiler de değişim talepleri de artıyor.
Gayr-i zaruri ihtiyaçlar zaruri ihtiyaç sırasına giriyor.
İnsan için “Elde ne yok ihtiyaç ve hayal nereye gitse ihtiyaç oradadır” fıtratından.
İhtiyaç telakkisi, izafidir. Temel ihtiyaç hayatın devamı için zaruri olan şeylerdir. Yemek, barınma, emniyet, sosyallik, aidiyet şartlarıdır. İnsanın hayata bakışı, hayata dair değerleri, önem verdiği öncelikleri ihtiyaç listesini tayin eder.
İnanç, itikat, tecrübe, eğitim, kültür, örf-âdet, sosyal çevre gibi çok faktör(saik)ler ihtiyaç listesinin ehemmiyet derecesinde mühimdir.
İnsan sadece nefsini düşünürse insan olamaz. Gayrını mülahazaya, düşünmeye mecburdur. Sofrasına gelen ekmeğin kaç elden geçtiğini düşünse yalnız yaşayamayacağını anlar. Ancak batının ruhsuz, maneviyatsız paradigmaları insanı, nefsini tatmine odaklanmasını telkin ettiği için insan ihtiyaçlarını temin etmekle birlikte kalabalıklar içinde müthiş bir yalnızlık girdabına mahkum edilmiştir.
Sosyal hayatı yeniden düzenlemek, medeniyet tasavvuru ve vizyonu olarak tanımlayabilmeliyiz. Tabi ki bizim Müslüman mahallemizin böyle bir derdi varsa. Batı medeniyetinin sunduğu teknolojik fanteziye anaforu içinde gaye-i hayal, vizyon, cemiyetin dertlerini dert edinmek gibi bir derdimiz varsa.
Arabesk Müslümanlar, düşünce olarak Müslüman olup hayat tarzı olarak ise komplekslerinin tezahürü batılıyı taklit yarışındalar. Ehli dünya sefahat ehli gibi görünme hevesleri içinde dava şuuru yer bulamıyor.
Şuurlu ve sorumlu dava ehli dertlilere dökmek derdimiz.
Davası olanlar öznedir. Müteharrik-i bizzattırlar, lokomotifler.
Davası olmayanlar eşya ve figüran sınıfından nesnelerdir, vagon mesabesindedirler.
Dert edinen, “Ne yapabilirim?/Ne Yapabiliriz?” sualini hep canlı tutanlar, inisiyatif kullanan, karar veren, düşünen, dua eden, dert edinenler elinden geleni yapma gayreti içinde olanlar muhatabımız.
Beşerin önünü açan, aydınlatan, nurlandıran nurlu insanlardır, aykırı bilinen, radikal sanılanlar aslında dava insanlarıdır.
Kendini düşünmez sadece. “Milletimin imanını selamette görürsem cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Vücudum yanarken gönlüm gül gülistan olur” diyen Üstadlarının yolundan gidenlerdir.
“Milletin selameti hususunda ne yapabiliriz?” yüz üzerinden seksen puanlık bir sualdir.
Sosyal projeler, sosyal tasarımlar konusunda kafa yormak vazifemiz.
Haftada bir iki sohbete iştirak edip vazifesini yaptığını zanneden, hizmetin merkezini de içinde bulunduğu dört duvardan ibaret telakki eden kollektif kibir marazına maruz kaldığının da farkında değildirler.
Sahabe mesleği diye övünen bizler yüz bin sahabenin tebliğ vazifesi için Çin’e, Hinde, Anadolu’ya, Afrika’ya, İspanya’ya gidenleri ne kadar rol model alıyoruz? Söylemlerde gür eylemde nötr halimiz tevakkuf hali değil de nedir?
İman hakikatlerinin milletin her ferdine makul, meşru ve müessir her vasıta ile ulaşmak erişmek için yol ve stratejiler üretmek, seferber olmak vacip vazifedir.
Geçmişimizle iftihar ettiğimiz medeniyetlerin zikredilmesi ve bahsedilmesi mesuliyetten kurtarmaz.
Bugün teknik ve teknoloji alanında her gün dev adımlarla yenilikler oluyor. Ancak sosyal sahada yeni gelişmelerle baş başa eş zamanlı gelişmelere şahit olamıyoruz maalesef. İsrailiyatla eski kahramanlıkları köpürterek teselli oluyoruz.
“Dünle beraber gitti ne kadar söz varsa düne ait dünde kaldı cancağızım. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.” Mevlana’nın sözü bugünler için de geçerli.
Aynı mevzuda Bediüzzaman Said Nursi yenilik ve değişimin kaçınılmaz olduğunu, “Ya yeni hal ya izmihlâl “ demiş. “Her zamanın bir hükmü var. İlcaat-ı zaman, muktezay-ı hâl” i nazara almak.
Evet bugünün imkânları ile ortaya konulan hizmet ne keyfiyete ne de kemiyete muvafık seviyede değildir.
Sosyal hayata dair tecdit, yenilik, icad keşif, tarz, metot geliştirme hususunda çok düşük performans sergilenmektedir.
Sanat ve edebiyat sahasında bırakın ilerlemeyi gerileme denilebilir.
İletişim becerileri, belagat, güzel ifade adına yenilik adına yeni şeyler söyleyen birinden haberimiz oluyor mu?
Meselemiz sosyal hizmetlerin sunum tarzımızdır.
“Zaman geçtikçe Kur’an gençleşiyor.” Bunun anlamı Kur’anın mesajı sanki yeni nazil olmuş gibi tazeliğini koruyor. Yalnız Kur’anın mesajını, Peygamberimizin (asm) hadislerinde hayata aksetmesi gereken pratiği hangi yeni bir sanat eseri içinde dikkat çekici estetik içinde sunabiliyoruz?
"Ulûm ve fünunun en parlağı olan belâgat ve cezalet, bütün enva'ıyla âhirzamanda en mergub bir suret alacaktır. Hattâ insanlar, kendi fikirlerini birbirlerine kabul ettirmek ve hükümlerini birbirine icra ettirmek için, en keskin silâhını cezalet-i beyandan ve en mukavemet-sûz kuvvetini belâgat-ı edadan alacaktır." (Sözler – 264)
Diyanet teşkilatı başta olmak üzere umum gönüllü kuruluşlar ezberlerini değiştirmelidir. Hizmet tarzında zamanın gereği “ilcaat-ı zaman muktezay-ı hâl” e muvafık tarz ve metot geliştirmek içim sosyal araştırmalar birimleri kurmalı.
Gönüllü kuruluşlar siyaset ve çevre etkisinde fiziki şartlar dışında yeni bir şey, yeni bir usül ortaya koymadıkları bir acı gerçek.
Suçlu aramak değil bu satırları yazan da sorumludur.