“Tarih hiç kimsenin üzerinde ittifak etmediği bir yalanlar bütünü.” Böyle der meşhur düşünür Emerson. Ne kadar haklı veya ne kadar haksız, pek bilinmez ama cümlede saklı olan ince ironi mütecessis nazarlardan kaçmıyor. Herkesin, her toplumun, her milletin kendine göre kurduğu ve kurguladığı bir tarih telakkisi, bir tarih hafızası vardır. Tarih, umumiyetle gerçek olarak değil nasıl görmek istediğimizle alakalı bir şey. Tarihin en büyük tarihçiler tarafından bile sübjektif olarak tarif edilmesinin sebebi bu olsa gerek. Nesnelliğe en yakın tarih çeşidi kronolojik tarih. Ne ki bu da Cemil Meriç’in şahane benzetişiyle “aptalların tarihi.” Herkes kendi tarihinin mucidi. Resmi tarih, tarih tasnifleri içerisinde bünyesinde yalan ihtimali barındıranların başını çekiyor. Böyle bir tarihe inanmamak için yüzlerce makul neden sıralamak mümkün. Çünkü bu cinsten tarihin yegane vazifesi gerçeklerin üstünü süslü yalanlarla örtmek. Yakın tarihimiz bunun en canlı şahidi.
Soykırım var diyenler de belge getiriyor, yok diyenler de. Her iki cenah da belge bakımından sağlam. Anlaşılan Necip Fazıl’ın deyimiyle “arşiv fareliği” yaparak bu netameli işin içinden çıkmak mümkün gibi gözükmüyor. Mesele politik. Siyasi manevranız güçlüyse kazanırsınız, yoksa kaybedersiniz. Bize düşman olduğu müsellem olan yabancı birine kulak veriyorsun ermeni soykırımı bir efsaneden ibaret: “Ermeni iddialariyla Yahudilerin maruz kaldığı soykırım arasında herhangi bir benzerlik kurulmasına karşıyız. Yahudi soykırımına benzer bir şey olmamıştır. Ermenilerin yaşadığı olaylar bir trajedidir ama soykırım değildir." (Şimon Perez, 10 Nisan 2001 Turkish Daily News gazetesi) Amerikalı yahudi tarihçi Bernard Lewis aynı kanaatte.
Beli tarafta bize dost olduğu müsellem olan yerli birine kulak veriyorsun soykırım bal gibi gerçek: “Tarihçi değilim. Ama sözlü tarihten ve tartışmalardan anlayabildiğim kadarıyla ulaştığım şahsi kanaat ortada bir soykırımın olduğudur. Uluslararası kanunların ve kurumların bunu nasıl tanımladığından bağımsız olarak, benim anladığım hâliyle İslamiyet açısından Ermeni vatandaşlara yapılan şey bir soykırımdır. Bununla da bitmiyor Papa’nın açıklamalarına miselleme olarak Ayasofya’nın ibadete açılması teklifi “milliyetçi refleksin dinî sembolleri kullanma kıvraklığı” hazrete göre. (M.Bilici, Taraf, 18 Nisan, 2015) Kim dost kim düşman!
Büyük romancımız Orhan Pamuk o malum çıkışı yapmasaydı (Bu topraklarda 1 milyon Ermeni, 30 bin Kürt öldürüldü ve benden başka hiç kimse bunu söylemeye cesaret edemiyor, demişti) bütün o edebi kudretine rağmen nobel alır mıydı? orası meçhul. Bazıları tarihçiler çıksın konuşsun diyorlar, hangi tarihçiler, kimin tarihçileri? Mesele sade tarihi bir malzemeden ibaret değil ki. İşin içinde tarihsel bir vak’a üzerinden politik güç devşirme hesapları var. Onun için bizim cenahtan “safiyane” ve “amiyane” söylenen bu sözlerin hiçbir kıymeti harbiyesi yok. Hem tarihçi değilim diyeceksin hem de bütün yönleriyle tarihsel olduğu kuşku götürmeyen ve artık mecrasından çıkıp siyasallaşmış bir olay hakkında pervasızca “soykırım olmuştur” deyip kanaat bildireceksin. Eğer tarih bir kanaat ise doğru ya değilse? AB‘nin verdiği “soykırım” kararının siyasal olduğunu anlamamak için ancak aptal olmak lazım. Avrupa’nın tarihi bizzat Avrupalı düşünürler tarafından itiraf edildiği vechile bir katliamlar, zulümler, kıyımlar, soykırımlar tarihidir. Modern manada bütün soykırımların mimari kıt’a Avrupasıdır. Bediüzzaman merhum olsaydı Papa’nın o talihsiz açıklamaları karşısında ihtimal ki şöyle haykırırdı: “tükürün o zalimin hayasız yüzüne.” Günümüz müslümanı böyle bir celadete hasret.
Netice itibariyle olumlu manada belki umumi dairede bir parça hamiyetperverlik -hadi üstadın tabiriyle diyeyim “müspet milliyetçilik” sadece Müslümanlara değil bu topraklarda yaşayan herkese lazım.