Bu yazı bir özeleştiridir. Katlanamayan okumasın!
02.06.2016 tarihinde Almanya Meclisi Soykırım Tasarısını kabul etti. Ardından Almanya´da yaşayan yaklaşık 3 milyon türk kökenli vatandaşlar ve STK´lar farklı tepkiler gösterdiler.
Kimileri “kendi siyasi partimizi“ kuralım diyorlar. Almanya´da yaklaşık 3 milyon Türk kökenli insan var. Bunların yarısı Alman vatandaşı. Seçme hakkı olanlar da yaklaşık 700 bin kişi. Yani oran yüksek değil. Kaldıki zaten Türkler ve müslümanlar tarafından kurulan bir siyasi parti, BİG partisi mevcut. Üstelik Haluk Yıldız´ın kurduğu bu parti sadece Türk ve müslümanlara hitap etmiyor, içinde başka milletten ve dinden insanları da barındırıyor. Olması gereken de bu zaten. Yoksa gereksiz bir bölücülük olurdu. “BİG partisi ne kadar oy alıyor?“ denmemeli. Bazı meseleler prensip meselesidir. Güçlünün veya çoğunluğun yanında değil, haklının yanında olmak gerekir. Biz zaten yaptıklarımız ve yapmadıklarımızla mesul değil miyiz? Bunun dışında tüm Alman partilerini taşlamak yerine içinde bulunan vicdan sahibi ve müslüman dostlarıyla beraber çalışmak gerekir. Demokrasi, fikir özgürlüğü ve siyaset budur.
Kimisi sosyal paylaşım sitelerinde bir oraya bir buraya vuruyor. Kimisi oylamada evet diyen Türk kökenli milletvekillerini hain ilan ediyor. Kimisi oylamada hayır diyen Alman milletvekilini kahraman ilan ediyor. Bu duygusal yaklaşımların pek faydalı olmadığını düşünüyorum.
Kimisi oylamadan iki gün önce bir çok kurum ile beraber Berlin'de miting düzenliyor, bu mitingin başını çekiyor ve kendi kurumundan birileri konuşmacı olarak sahne alıyor.
Oylamadan 4 gün sonra aynı kurumun yerel bir derneğinde kurumun merkezindekiler bu yerel kurum adına “Tasarı bizi ilgilendirmiyor, biz siyasi kurum değiliz“ diyor. Yine aynı kurum başka bir şehirde oylamadan 5 gün sonra iftar yemeği düzenlemek istiyor ve oylamada evet oyu kullanan iki Türk kökenli ve bir Alman siyasetçiyi iftara çağırıyor. Almanya´daki Türk kökenlilerinin yoğun tepkisi sebebiyle tüm iftar iptal ediliyor. Yerel dernek “Biz oylamadan sonra oylama sebebiyle iptal ettik“ diyor. Tam millet bu davranışı tebrik ederken kurumun merkezi “Hayır, tehditler sebebiyle iptal ettik“ diyor. Burada tabiki çok fazla soru işareti var. Madem siyasi bir kurum değil, neden tamamen siyasi olan bir mitingin başı çekiliyor ve konuşmacı olarak sahne alınıyor? Madem miting yapılıyor, neden 4 gün sonra “Bizi ilgilendirmez“ açıklaması yapılıyor? Madem “Sizi ilgilendirmez“ neden daha sonra iftar programında yerel dernek “Oylamadan hemen sonra iptal ettik“ diyor? Madem “Oylamadan sonra iptal ettik“ deniliyor, neden bunun arkasında durmak yerine “Yok, yok, oylamadan dolayı iptal etmedik“ deniliyor?
Peki hangi açıklama doğru? Neden iftar tümden iptal ediliyor, sadece o 3 siyasetçi çağırılmayabilinirdi? Vatandaş niye mağdur oluyor? Kimler tehdit etti? Böyle bir açıklamayla müslümanlar töhmet ve zan altında kalmıyor mu? Eleştirileri kamuoyuna tehdit olarak lanse etmek ne kadar hakperest? Kimse bu siyasetçilerle konuşulmasına karşı değil, fakat oylamadan sadece 5 gün sonra, herkesin tepkisi ortadayken, iftara çağırmak yerine, bir kaç hafta geçtikten sonra, ciddi bir konuşmaya, toplantıya çağırmak çok, çok daha mantıklı ve faydalı olmaz mıydı? Sorular… Sorular….
Kesin olan şu ki, bu dönem iyi yönetilemedi. Kriz yönetimi iyi işlemedi. Kimse balıklama yukarıda yazdıklarımıza atlamaması için söyleyelim, bu başkalarını eleştirmek değil, özeleştiridir. Yukarıdaki sayılanlar bizim hatalarımızdır. Yukarıda soruların soruların cevabını ancak hep beraber verebiliriz. Kendi içimize dönüp, kin ve nefretten uzak, suçlamadan, özeleştiriyle cevaplamamız gereken sorular bunlar. Ki bu kurum ve kurumlar hepimizin.
Bundan dolayı yapılması gereken ilk şey sağduyulu ve mantıklı hareket etmek. Duygusallığı bir kenara bırakalım. Ve yazıda defalarca yazdığım gibi özeleştiri yapalım. Bunu sosyal paylaşım sitelerinde yapmamıza gerek yok. Özeleştiriden korkmamak gerekir. Enaniyetleri ve egoları bir yana bırakalım.
Geriye değil, ileriye bakmamız gerekiyor. Bundan sonra da onlarca mesele karşımıza çıkacak. Bizler Almanyalı Türkler olarak kendi meselelerimizi kendimiz halletmemiz gerekiyor. Yanlış anlaşılmasın ama Almanya´daki sorunlar için Türkiye´den destek beklememek gerekir. Evet özellikle Mustafa Yeneroğlu gibi Almanya´yı çok iyi bilen, hatta Almanyalı olan birisi, sürekli burada ve partisini ister beğenin, ister beğenmeyin çok verimli hizmetlerde bulunuyor. Alman televizyon kanallarındaki tartışma programlarında kendisini çok iyi ifade ediyor ve bir çok kişinin sesi olabiliyor. Buna rağmen herşey Türk devletinden beklenilmemeli. Madem Almanya´da yaşıyoruz, Alman vatandaşıyız ve Alman hükümetini biz seçiyoruz, o zaman gerçek manada lobicilik yapılması gerekiyor. Maalesef çoğu zaman bizlerin lobicilikten anladığı sadece hotel lobilerinde milletvekilleriyle resim çekip sosyal paylaşım sitelerinde paylaşmak veya mitingler düzenlemek oluyor. Bunları da artık acilen bırakmamız gerekiyor. Her insan fanidir, kimseyi gereksiz yüceltmeye gerek yok.
STK´larımız etkili ve kaliteli elemanlar yetiştirmeli ve bunlara görev vermeli. Görev dağılımı da “tanışıklığa“ veya torpile göre değil, kabiliyete ve yeteneğe göre olmalı.
Yeri gelmişken çok az kişinin bildiği ve duyduğu bir başarı örneğinden bahsetmek istiyorum. Almanya´da en çok Ermeni Kreis Gütersloh bölgesinde yaşıyor. Tam iki senedir burada Almanya´da ilk soykırım anıtı dikilmeye çalışılıyor. Fakat buradaki tüm Türk dernekleri elbirliğiyle, ideolojilerini bir kenara atarak, mücadele ettiler, onlarca görüşme ve yazışma yapıldı ve sonuçta sessiz ve gürültüsüz etkin bir lobi faaliyetiyle anıt engellendi. Anıtı destekleyenler her partide bulunmasına rağmen, siyasilerin neredeyse hepsi anıtı kabul etmediler. Burada tüm dernekler ve başta Cem Özel büyük çaba gösterdiler. İsimlerini sayamadıklarım haklarını helal etsinler.
En önemli mesele ise dik duruş gösterebilmek. Maalesef çoğu zaman balık zekalıyız. Çok çabuk unutuyoruz. “Türk toplumu olarak balık zekalıyız, bugün eleştirdiğimiz siyasetçilerin hepsini yarın camide iftar sofrasında göreceksiniz“ mesajını sosyal paylaşım sitelerinden paylaştığımdan sadece beş gün sonra iftarda bu siyasetçilerin isimlerini görür olduk.
Bu nedenle dik duruş önemli. Ağır başlı olmamız gerekiyor. Vakar sahibi olalım. Ne olursa olsun, davamızdan vazgeçmeyelim. Kesinlikle Allah´ın rızasından başka rıza aramayalım. İnsanların alkışları bizi bir yere götüremez. “Benim âyetlerimi, az bir dünya menfaatiyle değiştirmeyin.“ (Bakara, 2/41) ayetini hatırlayarak hareket edelim.
Merhum Muhsin Yazıcıoğlu´nun “Bir saniyesine bile hakim olamadığımız, hükmedemediğimiz bir hayat için, bir dünya için bu kadar fırıldak olmanın anlamı yok. Düz yaşayacağız, dik duracağız, doğru gideceğiz“ sözü kulaklarımızda çınlasın. Herkes bize karşı gelse dahi, gerçeği haykırmaktan vazgeçmeyelim. Birilerine yaranmak için taviz vermeyelim, takiyyecilik yapmayalım. Varsın eleştirsinler bizi. Beğenmesinler bizi. Birazcık cesaretli, ilkeli, ağırbaşlı, vakar sahibi olalım. Birazcık Malcolm X, birazcık Muhammed Ali olalım. Birazcık davamıza sahip çıkalım. Başkalarının bize verebileceği hürmet ve saygı fanidir, geçicidir, hiç bir kıymeti yok!
Hikem-i Atâiye´nin dediği gibi “Cenâb-ı Hakkı bulan neyi kaybeder? Ve O‘nu kaybedenneyi kazanır?“ Bu bağlamda kardeşlerimize sahip çıkalım. Herhangi bir yerde bir kardeş derneğimize iftira atılıyorsa, onun yanında olalım. “Bize dokunmayan yılan bin yaşasın“ mantığı tamamen kardeşliğe ve İslam´a aykırıdır. O yılan birgün sana da dokunacak, sana da iftiralar atacak. BIG, DITIB, IGMG, UETD, VIKZ, ATIB, KRM, Islamrat, ZMD, ERNA ve daha sayamadığım nice kurumlar bizimdir ve buna göre hareket etmemiz gerekir.
http://twitter.com/Cemil_Sahinoez