Söylemin ele geçirilmesi (I)
Irkçılık kötü, milliyetçilik iyi midir?
Risale-i Nur müellifinin milliyetçiliğe dair düşüncelerini merak eden kişiyi, Risale-i Nur’un neredeyse tamamını okumasını gerektiren uzun bir yolculuk bekler.
En başta Sözler’in içinde, Onikinci, Yirmibeşinci, Otuzuncu, Otuzikinci Söz’lerde milliyetçiliğe dair doğrudan atıflar vardır. Yanısıra, Küçük Sözler’in, Onuncu ve Onbirinci Söz’ün, Ondokuzuncu ve Yirminci Söz’ün, Yirmiüçüncü ve Yirmidördüncü Söz’ün, Yirmialtıncı ve Yirmiyedinci Söz’ün... bir de bu açıdan okunması gerekmektedir.
Mektubat ise, milliyetçiliğe dair daha açık ve daha keskin ifadeler yüklüdür: “Onüçüncü Mektub,” “Yirmialtıncı Mektub,” “Yirmidokuzuncu Mektub...” Onüçüncü Mektub’un Ehl-i Beyt-Emevî gerilimini ‘din ile milliyet muharebesi’ olarak açıklaması bir başka yazıda etraflıca tahlilini gerektirecek kadar manidardır. “Yirmidokuzuncu Mektub”un ‘desise-i şeytaniye’ bahsinde milliyetçi bir refleksle kendisine ilişenlere Bediüzzaman’ın verdiği cevap dikkat çekici olduğu gibi, ‘Risale-i Nur’un birinci talebesi’ Hulusi’nin altı desiseyi imanın altı şartına karşıtlık temelinde yorumlarken ‘menfi fikr-i milliyet’i ‘nübüvvet’in alternatifi olarak kurgulandığını tesbit etmiş olması da dikkat çekicidir.
Mektubat’ın milliyetçilik sözkonusu olduğunda en çok konuşulan ve okunan bahsini ise, “Yirmialtıncı Mektub”un “Üçüncü Mebhas”ı oluşturur. Bu bahsin daha en başında yer alan “Fikr-i milliyette bir zevk-i nefsanî var; gafletkârâne bir lezzet var; şeametli bir kuvvet var” ifadesi başlıbaşına dikkat çekicidir. Bediüzzaman, bu tesbitin devamında bu sebebe binaen ‘fikr-i milliyet’e sahip olanlara doğrudan ‘Fikr-i milliyeti bırakınız’ üslubuyla yaklaşıldığında sonuç almanın zorluğuna işaret eder. Böylelere yaklaşım, ‘menfî fikr-i milliyet’i ‘müsbet fikr-i milliyet’e kanalize etmektir. Bu ise, ona ait olduğu milliyeti yüceltmeyi, başkalarını ise aşağılamayı ve ötekileştirmeyi bırakmakla; bütün mü’minleri kardeş gören bir anlayışın eşliğinde ‘kudsî İslâmiyet milliyeti’nin hâdimi ve hizmetkârı olmakla mümkün olacaktır.
Bu bahsin, bu çerçevede gelişen yaklaşımına rağmen, hâkim anlayış tarafından neredeyse yarım asırdan beri ‘milliyetçiliği’ meşrulaştırmaya izin veren bir bahis olarak yorumlandığı bir vâkıadır. “Otuzuncu Söz”ün, “Yirmibeşinci Söz”ün, Ehl-i Beyt’in Emevîlerin Arapları önde, diğer Müslümanları geride gören anlayışına karşı mücadelesini ‘din ile milliyetin muharebesi’ olarak gören “Onüçüncü Mektub”un rağmına; dahası, bu bahislerin bu açık ve berrak tahlilleri neredeyse gözardı edilerek gerçekleşen bir durumdur bu. Dahası, Mesnevî-i Nuriye’de yer alan “Asabiyet-i cahiliye gaflet, dalâlet, riya ve zulmetten mürekkep bir macundur. Bunun için milliyetçiler milliyeti mabud ittihaz ediyorlar” tesbitini neredeyse büsbütün görmezden gelen bir yaklaşımla gerçekleşen bir durumdur.
Bu durumda, ‘müsbet milliyet’ olarak ‘kudsî İslâmiyet milliyeti’ni tarif eden Bediüzzaman’ın mü’minler arasında milliyetçi ayrımlara girmeden Allah’ın dinine hizmetkârlığı esas alan ‘müsbet fikr-i milliyet’ tarifinden ‘müsbet milliyetçilik’ yorumu çıkaran sözkonusu anlayış, ‘menfi milliyetçilik’in tarifini de bulmuş durumdadır: ırkçılık.
Özetle, bu yaklaşıma göre, Bediüzzaman’ın ‘menfi fikr-i milliyet’ dediği şey, ırkçılıktır. Irkçı olmayan milliyetçilikler ise, ‘müsbet milliyetçilik’ sınıfına girmektedir!
Halbuki, Mesnevî-i Nuriye’deki bahsin, böyle bir özelleştirmeye gitmeden ‘milliyetçiler’in ‘milliyeti mabud ittihaz ettiği’nden söz ettiği; Yirmialtıncı Mektubun ilgili bahsinin ise, tam da bu tahlili hatırlatır şekilde ‘fikr-i milliyet’teki ‘zevk-i nefsanî’den, ‘gafletkârâne lezzet’ten ve ‘şeametli kuvvet’ten bahsettiği aşikârdır. ‘Desise-i Şeytaniye’ bahsinde ise, ‘fikr-i milliyetle İslâm’ı aşılama ve kuvvetlendirme iddiası güdenlerin ‘tahribatçı ehl-i bid’a’ olarak, ‘sâdık ahmak’ olarak, ‘ulemâu’s-sû’ olarak veya ‘meczub, akılsız, cahil’ olarak tarif edildiği; teşebbüslerinin ise ‘ahmakâne, tahribkârâne, bid’akârâne’ olarak tanımlandığı da aşikârdır. Bediüzzaman’ın ‘ırkçı’ olmayan Emevîlerin “Araplar İslâm’a daha fazla hizmet ediyor” yaklaşımını ‘din’e karşı ‘milliyet’in safında görmesi ise, başlıbaşına ibret vericidir.
Bu kadar bahsin gözden ırak tutularak, ‘milliyetçiliği’ temize çıkarmak üzere geliştirilen bu el çabukluğu ve bu dil oyunu doğrusu benim kanımı donduruyor.
Hayır; Bediüzzaman’ın nazarında sadece ırkçılık kötü, diğer milliyetçilikler iyi değildir. Milliyetçiliğin bütün türleri problemlidir; çünkü özünde ‘Hüve’ye teslim olamamış ‘ene’nin, Kur’ân’a hadim olamamış felsefenin ürünüdür. Irkçılık ise, hepsi de ‘gafletli, nefsanî, şeametli’ milliyetçi yaklaşımların en hoyratı olarak durmaktadır.
Kaldı ki, ‘ırkçılığı’ kötü, diğer milliyetçilikleri ‘iyi’ gören bir yaklaşımın, Bediüzzaman’a ilgili bahisleri yazdırtan toplumsal gerçeklikle bir alâkası yoktur. Zira Türkiye, az sayıda kişi ve grup hariç, ‘ırkçılığın’ güçlü bir zemininin olmadığı, ama ırkçı olmayan milliyetçiliğin Risale-i Nur’un yorumunu dahi saptıracak derecede güçlü olduğu bir ülke durumundadır.
Bu lâfazanlık son bulmalı artık. Bediüzzaman’ın ‘menfi fikr-i milliyet’ analizi ‘yani ırkçılık’ diye paranteze alınmamalı; açıkça ‘yani milliyetçilik’ diye okunmalı...