İnançsızlık ve deistlik akımına çocuklarını kaptıran aileler, günden güne çoğalmaktadır. Bunun tezahürlerini bana gelen vakalardan dolayı bizzat müşahede etmekteyim.
Adamcağız ağlamaklı bir halle “hocam benim ergen bir oğlum var, çok uslu ve terbiyeli bir çocuktu. Pandemi döneminde derslerinden geri kalmaması için bize tablet gönderdiler. Önceden fen lisesi kazanabilecek bir düzeyde iken şimdi sosyal medya bağımlısı oldu. Okula gitmek istemiyor. Sabahtan akşama kadar oyun oynuyor, sosyal medyaya giriyor. En son arkadaşlarına garip garip sorular sormaya başlamış. Jeoloji profesörü olan bir adamın yaratılış ile ilgili konuşmalarını izliyor. Adeta o adam oğlumu zehirledi. Ölüm sonrası hayat yok ben ne için yaşıyorum ki diyerek şimdi alkole başladı. Bize çok saygısız davranıyor. O adama karşı neden önlem almıyorlar? Alenen dini ve dindarları çağdışılıkla suçluyor, çocuğumun dinden çıkmasına o adam sebep oldu. Çocukların inancı yoksa hedefi de olmaz, Allah korkusu olmazsa kanun korkusu da olmaz, öldükten sonra hesabın olmadığına inanıyorsa her türlü eziyeti de yapar. Bizim oğlan dinden çıktıktan sonra bize kan kusturuyor. En son beni dövmeye kalktı. Ne yapacağımız bilemez haldeyiz. Hocam yardım edin” dedi.
“…Senin ve şâkirdlerinin gösterdiği yol ise; bir kere, beşer kelâmı farzedilse, yâni Arş'a bağlanan o muazzam pırlanta yere atılsa; bütün mıhların kuvvetinde ve çok bürhanların metânetinde birtek bürhan lâzım ki, O'nu yerden kaldırıp Arş-ı Mânevî'ye çaksın. Tâ küfrün zulümatından kurtulup, îmânın envarına erişsin. Halbuki buna muvaffak olmak pek güçtür. Onun için, senin desisen ile şu zamanda, bîtarafane muhakeme sureti altında, çokları îmanlarını kaybediyorlar...” (26. Mektup’tan)
Yukarıdaki ifade dikkate değerdir. Bir insan özellikle yeni nesil, imani hakikatleri, itikadi konuları hakkalyakin derecesinde ve tahkiki bir şekilde önceden ders almaz ise onunu aklına Şengör gibi müflis zevatlar şüphe ilka ederek dinden çıkmasına uğursuzca sebep olabilir. Ondan sonra 26. Mektup’ta denildiği gibi dönüşü çok zor olur. Tabiri caizse bu safi zihinlere bir yol bulup kendi düsturlarını kim önce ulaştırırsa genç onun aklıyla düşünür ve hareket eder.
Batıdaki felsefik akıma kapılan Zelil gibi zevatlar, her gerçeği tenkit ederek ve eleştirel nazarla bakarak bunu medeniyet ve ilim zannetmektedirler. Akıllarında tenkit hastalığı olan bu kişiler bilhassa medya aracılığıyla dine karşı önyargıların oluşmasına sebep olmuşlardır. Doğruyu yanlış, yanlışı doğru gösterebilecek bir ifrat-ı zekaya sahip bu kişiler eğer menfaatleri de varsa daha da ileri giderek iftira ile imtiyaz sahibi olmaya çalışabilmektedirler. Bunlara karşı maalesef Diyanet İşleri Başkanlığı’mız klasik memur zihniyeti anlayışı ve sekiz- beş mesaisi ile çalışmaktadır.
İNANÇ NEDEN ÖNEMLİDİR?
İnsanların hisleri ve ihtiyaçları ile var olan alem arasında lazım-melzum ilişkisi vardır. Midedeki açlık hissi, gıdaların varlığına delildir. Akciğerlerin oksijen ihtiyacı, havanın var olduğunu gösterir. Benzer şekilde ruhun birine sığınma ve dayanma arzusu ve manevi ihtiyacı da bir yaratıcının varlığına işaret eder. İnsanların bu his ve ihtiyaçları eğer doyurulmaz ve tatmin edilmezse zamanla o his ile ilgili sorunlar baş gösterir. Ruhun dayanma ve sığınma ihtiyacı bir yaratıcıya olan inanç ile giderilmezse ruhsal sorunlar kaçınılmaz olur. İnancını kaybedenlerin kaygı bozukluğu, depresyon ve intihar düşüncelerinin ve ailevi sorunlarının yoğunlukta olduğu bilinmektedir.
Eğer inanç yoksa bir gaye-i hayal olamaz. Olsa bile sathi bir hedef olur. Yaşamın sadece bu dünyadan ibaret olduğunu düşünen bir insanın bütün emelleri inkita’a uğrar. Devamında karamsarlıktan neş’et eden depresif bulgular hayatına hakim olur. Öldükten sona ahiretin olmadığına ve hesap görmeyeceğine dair inançsızlık düşüncesi ve cezasızlık algısı ile yaşayan bir genç, her türlü girdabın ve melanetin için girer. Aile içinde dinin emrettiği valideyne hürmet ve aile bağı, inançsız genç için sadece ayak bağı olarak görülür. İnançsızlığın şahsi ve ailesel sorunlara yol açtığının yüzlerce örneğini psikiyatri kliniklerinde görüyoruz.
İnanç mes’elesi sadece şahsı ve ailesini ilgilendirmez. Tüm toplumla ilgili bir durumdur.
“Hem herbir şehir kendi ahâlisine geniş bir hanedir. Eğer iman-ı âhiret o büyük aile efradında hükmetmezse; güzel ahlâkın esasları olan ihlâs, samimiyet, fazilet, hamiyet, fedakârlık, rıza-yı İlâhî, sevab-ı uhrevî yerine; garaz, menfaat, sahtekârlık, hodgâmlık, tasannu, riya, rüşvet, aldatmak gibi haller meydan alır. Zâhirî âsâyiş ve insaniyet altında anarşistlik ve vahşet mânaları hükmeder; o hayat-ı şehriye zehirlenir. Çocuklar haylazlığa, gençler sarhoşluğa, kaviler zulme, ihtiyarlar ağlamağa başlarlar.
Buna kıyasen, memleket dahi bir hanedir ve vatan dahi bir millî ailenin hanesidir. Eğer iman-ı âhiret bu geniş hanelerde hükmetse, birden samimi hürmet ve ciddi merhamet ve rüşvetsiz muhabbet ve muâvenet ve hilesiz hizmet ve muaşeret ve riyâsız ihsan ve fazilet ve enâniyetsiz büyüklük ve meziyet o hayatta inkişafa başlarlar.
Çocuklara der: "Cennet var, haylazlığı bırak!" Kur'ân dersiyle temkin verir.
Gençlere der: "Cehennem var, sarhoşluğu bırak!" Aklı başlarına getirir.
Zâlime der: "Şiddetli azab var, tokat yiyeceksin!" Adâlete başını eğdirir.
İhtiyarlara der: "Senin elinden çıkmış bütün saadetlerinden çok yüksek ve daimî bir uhrevî saadet ve taze, bâki bir gençlik seni bekliyorlar. Onları kazanmağa çalış!" Ağlamasını gülmeye çevirir.
Bunlara kıyasen cüz'î ve küllî herbir tâifede hüsn-ü tesirini gösterir, ışıklandırır. Nev-i beşerin hayat-ı içtimaiyesiyle alâkadar olan içtimaiyyun ve ahlâkıyyûnların kulakları çınlasın! İşte iman-ı âhiretin binler faidelerinden işaret ettiğimiz beş-altı nümunelerine sâirleri kıyas edilse kat'î anlaşılır ki; iki cihanın ve iki hayatın medâr-ı saadeti yalnız imandır.” (Şua’lar)
Yukarıda saydığımız saiklerle devlet olarak, millet olarak deistlik akımına ve onun öncülerine karşı gerekli tedbirler alınmalıdır. Yoksa halimiz, neslimiz, ülkemiz harap olacaktır. Bu milli bir mes’eledir. Milli eğitim müfredatının da acil değiştirilmesi ve imani hakikatleri içeren Risale-i Nur’ların ders kitabı olarak okutulması zarureti artık hasıl olmuştur.