Kısa zaman önce katıldığım bir okuma programı dünyamı alt üst etti. Akli yolda ilerlemenin kalbi ilerlemeden daha önemli olduğunu düşünüyordum. Fakat bu programda yaşadığım hissiyat, ruh çalkantıları, boğazıma takılan hıçkırıklar, tüm vücudumu heyecandan saran titreme ve gizli gözyaşları “akli” yönüme inen şiddetli bir tokat oldu.
Ne ağabeyler gördüm, heykelleri, büstleri dikilen insanlar yanlarında yeniyetme kalır. Tarihe mal olsalar az gelir. Ne dünyevi ne uhrevi hiçbir menfaat beklemeden Türkiye’nin muhtelif yerlerinden kalkıp gelen, işini, gücünü, hastalığını, cebindeki parasını düşünmeden sadece ama sadece Allah rızası niçin yollara düşen, gelen misafirlere sorgusuz sualsiz evini, sofrasını açan ve tüm bunlarla birlikte sanki hiçbir şey yapmamış gibi vakurluğunu koruyan insanlar gördüm…
Ne ağabeyler gördüm, ruhları dışarı aksa dünyayı cennete çevirecek. Güller konuşabilse onlara gıpta ettiğini söyleyecek. Toprak onlar üzerine bastığı için şereflenecek.
Bu dünyadaki en büyük çılgınlık değil de nedir? Paranın hâşâ “Rab” kabul edildiği bir devirde hiçbir maddi menfaat olmadan, üstüne masraf ederek her türlü şahsi sıkıntısını erteleyerek, ülkenin bir ucuna gitmek çılgınlık değil midir? Enaniyetlerin firavunlaştığı bir devirde farklı sosyal sınıflardan insanların diz dize oturması, maddeten ve rütbeten üstün olanların diğerlerinden ders alması, enaniyetlerin ve nefislerin aynı havuza atılması ve sıfırlanması, basit bir üstünlük elde ettiğinde bile altındakileri ezmeyi hak bilen bir neslin yaşadığı devirde çılgınlık hatta delilik değil de nedir?
Konuşamadım, anlatamadım, ağlayamadım… Konuşmak isteyince heyecandan kalbim dışarı fırlayacak gibi oldu. Hıçkırıklarım boğazıma düğümlendi. Dışım buz gibi olsa da içim de volkanlar patladı. Her ağzımı açtığımda yüreğimin köşesinden bir ses “Sus!” dedi. “Sus! Dinleyebildiğin kadar dinle!” Çünkü o dinlemek ruhumu genişlendiriyor, sanki beni farklı bir boyuta taşıyordu. Gerçek anlamda cemaat olabildikten sonra cemaat olmanın ne kadar mükemmel bir lezzet olduğunu iliklerime kadar hissettim. Öyle bir lezzet ki, dünyada eşi benzeri yok. Hayatımda geçirdiğim en güzel 3 gündü belki de…
Nefis iflas ediyor, tutunacak bir dalı kalmıyor. Enaniyet müthiş bir havuz içinde eriyor ve oradaki tüm insanlarla tek beden oluveriyorsun. Uhuvvet sırrının tam manasıyla yaşayabildiğimi düşünmüyorum açıkçası. Bir de yaşayabilsek dünya cennete dönmez mi? Ya Rabbi bu sırra bir parça da olsa ulaşmayı bize nasip et…
Öyle kollarım olsun ki, o ağabeyleri, kardeşleri, bastıkları toprağı, giydikleri ayakkabıları, büyüdükleri evleri, onları dünyaya getirmede ve yetiştirmede emeği olan herkesi, yaşadıkları şehirleri, tuttukları kalemleri sarabileyim ve öyle bir sinem olsun ki hepsini bağrıma basıp ağlayabileyim.
Cemaat olmanın aksaklıklarından, dezavantajlarından, tam cemaat sırrının yaşanmamasından sürekli şikâyet ettiğimi çevremdeki insanlar bilir. Bu yönüyle de bu okuma programı suratıma inen ikinci şiddetli tokat oldu.
Artık tek duam var: “Ya Rabbi beni böyle bir daireden ayırma, diğer her şeye kabulüm.”
“Ahir zamanda size deli denmediği sürece hakiki imanı elde etmiş olmazsınız.” Hadis-i Şerif’inin sırrına mazhar olan şu çılgın Nurcular yine sinemi derinden yaktı… Hem de çok derinden yaktı…