Bazı zamanlarda, din ve âdetlerde "kurunun yanında yaş" yani suçlunun, kusurlunun yanında masum olan bazı kimseler (eş, evlat, bazı yakınlar, köleler...) de cezalandırılmış, kurban edilmişlerdir. İlahi dinlerde ve ileri uygarlıklarda ise suçun ve cezanın şahsiliği (kim işlemiş ise sorumluluk ve cezanın da yalnızca ona ait olacağı) esası kabul edilmiştir. İyi bir insanın evladı veya başka bir yakını kötü olabilir; bu takdirde o iyi insanı suçlamak, ayıplamak, kötü sonuçtan ona da pay çıkarmak her zaman doğru olmaz. İyi insan elinden geleni yaptığı halde başka eğitim veya saptırma çevresi/güçleri baskın gelebilir, her şeye rağmen kişinin şahsi sorumluluğu da –irade ve akıl bulunduğu müddetçe- ortadan kalkmaz. Peygamberlerin bile eşlerinin ve çocuklarının onları dinlemedikleri, şeytana ve kötülere uymayı tercih ettikleri olmuştur. Alemlere Rahmet Efendimizin (s.a.) hitabına mazhar oldukları halde ona uymayanlar olduğu gibi ona uyanların da iman, ahlak, sadakat, fedakârlık bakımından dereceleri aynı olmamıştır.
Bu gerçekler tartışma götürmez olduğuna göre kılığı, kıyafeti, bazı ibadetleri, okuduğu okul (İmam Hatip, İlahiyat), mensup olduğu aile veya topluluk bakımından "İslam'ı temsil ettiği" kabul edilen/söylenen kimselerde görülen kusurları, ayıpları, günahları şahıslarının ötesine taşırmak, içinde bulundukları topluluğu sorumlu tutmak, itham etmek zulümdür, günahtır. Bir kere kimse İslam'ı temsil edemez; çünkü peygamberlerden başka herkes yanılabilir, günah da işleyebilir; yanılan, günaha girebilen bir kimseye "sen İslam'ı temsil ediyorsun" derseniz onun hatası ve günahı da İslam olur. Herkes ancak kendini temsil eder, günahı da, iyiliği de kendine racidir. Bir (birkaç) imam, İmam Hatip öğrencisi, İlahiyat talebesi, sakallı cüppeli insan yakışıksız davranışlarda bulundu diye bütün o nitelikte olanları ayıplamak, suçlamak ve camiayı mahkum etmek haksızlıktır.
Bu millet ibadetlerin de, din okullarının da kıymetini bilmiş, onlara değer vermiştir, vermektedir. Din okullarında okuyan, buralardan mezun olduktan sonra çeşitli iş ve hizmetler ile topluma karışan insanlarımız dindarlaşma amacına yönelik önemli ve müspet tesirler bırakmışlardır. Bir genç hem din eğitimi veren okulda okuyor hem de yakışıksız davranışlarda bulunuyorsa elbette daha fazla ayıplanır; çünkü ondan bu davranış daha az beklenir. Ama bu durum diğer okullarda okuyan veya okumayan insanların yakışıksız, günah, suç teşkil eden fiil ve davranışlarını mazur görmemiz, onlara tepki göstermede gevşek davranmamız için mazeret olmaz.
Beklentimiz topyekün bir ahlak hareketi olmalıdır. Bu harekette iyi olanlar kötü olanlara şiddet ve nefretle değil, merhamet ve şefkatle yaklaşmalı, iyiye yönelmelerine yardımcı olmaya çalışmalıdırlar. Hiçbir kimse mutlak (bir bütün olarak) ne iyidir, ne de kötüdür; herkeste iyi ve kötü olan taraflar vardır; iyiye iyi demek, takdir ve teşvik etmek, kötüye kötü demek ve ıslaha çalışmak dini, ahlaki, ictimai ve insani bir vazifedir.
Yeni Şafak