Bediüzzaman Hazretleri Müslümanların affedici yönü ile ilgili olarak çok veciz bir ifade kullanıyor.
“Bu asırdaki ehl-i İslamın fevkalade safderunluğu ve dehşetli cânileri de âlicenâbâne affetmesi ve bir tek haseneyi, binler seyyiatı işleyen ve binler manevi ve maddî hukuk-u ibâdı mahveden adamdan görse, ona bir nevi taraftar çıkmasıdır.” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi sh. 166)
Müminler bu “safderunluğu” yaptığı halde, iş Müslüman kardeşini affetmeye gelince maalesef tam tersi bir tavır aldığı görülüyor. Bunu da şu ifadeler açıklıyor.
“Adalet-i mahzâyı ifade eden ("Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez." En’âm Sûresi, 6:164.) sırrına göre, bir mü’minde bulunan câni bir sıfat yüzünden, sair mâsum sıfatlarını mahkûm etmek hükmünde olan adâvet ve kin bağlamak, ne derece hadsiz bir zulüm olduğunu ve bahusus bir mü’minin fena bir sıfatından darılıp, küsüp, o mü’minin akrabasına adâvetini teşmil etmek, ("Muhakkak ki insan çok zalimdir." İbrahim Sûresi, 14:34.) sîga-i mübalâğa ile gayet azîm bir zulüm ettiğini, hakikat ve şeriat ve hikmet-i İslâmiye sana ihtar ettiği hâlde” (Mektubat sh. 255)
Doğrusu bu tezadı izah etmek çok zor... Özellikle bu ikinci ikaza örnek olacak olayları sürekli yaşıyoruz.
Örneğin Risale Haber’de çıkan bazı yazılar ve haberler için zaman zaman çok ağır eleştiriler alabiliyoruz.
Mesela, bir Müslüman kardeşimiz vakti zamanında bir günah işlemiş ve bir kardeşimizde onun o günahına müttali olmuş, bizimse bundan haberimiz yok (olsa da fark etmeyecek ya) onun güzel bir yazısı veya güzel bir mevkide söylediği güzel bir sözü oluyor onu yayınlıyoruz.
Bakıyorsunuz o kişiyi tanıyan ve onun geçmişte bazı günahlarını bilen o okurumuz, yani mümin kardeşimiz hemen kaleme sarılıp “bu adamın yazısını nasıl koyarsınız? O önce gitsin geçmişte yaptığı günahlarını temizlesin” şeklinde okkalı bir ikaz yazıp gönderiyor.
Bir insan bir konuda yanlış yapmış olabilir. Hatta büyük günah da işlemiş olabilir. Hepimiz günah işliyoruz. Peygamberler dışında günahsız insan var mı?
Bilerek veya bilmeyerek bir günah işledi diye onu her konuda mahkum etmek hangi düstura sığar. Hangi hukuk kuralına dahil edilebilir.
Hele yukarıdaki ayet-i kerime varken. Ve Cenab-ı Allah bu konuda kati emir vermişken bu hataya düşmek akıl karımıdır.
“Suçların şasiliği prensibi” nerede kaldı.
Hatta, göze göz dişe diş prensibini düşündüğümüzde “gözün” işlediği günahın cezasını diş, “diş”in işlediği günahın cezasını ise göz çekmemeli.
Bu nasıl gerçekleşir? Bilemem ama bunu gerçekleştirdiğimizde gerçek adalet yerini bulacaktır.
Bu hakikatin gerçek anlamda uygulaması ahrette hakkıyla gerçekleşecek sadece günahı işleyen azamız, cezasını çekecek. Göz günah işlemişse görme kabiliyeti azaltılacak veya hastalanacak, kulak işlemişse kulak yaptığı günahın cezasını çekecek. Vücut bütünüyle o cezaya çarptırılmayacaktır.
Madem bu kural İlahi adaletin bir tecellisidir ve bugün insanlık bu noktaya gelmiş, birinin hatasıyla başkasını mesul tutmuyor. O halde yapılacak şey bellidir. Bir arkadaşımızın geçmişte bir günahı varsa o arkadaşı ademe mahkum etmemeliyiz.
Bir insanın kötü bir vasfı varsa buna mukabil bir çok iyi ve güzel vasfı da vardır. Her şeyden evvel Müslüman ise Allah’a inanıyor olması büyük bir haslettir. Resulullah’ı (asv) kendine rehber edinmesi ise gayet yüksek bir vasıftır.
Bunlar gibi onlarca güzel vasıfları olan bir kişiyi günahlardan birini işledi diye hemen kara listeye almak gerçek anlamda bir zulümdür. Bu zulmü irtikap etmemek gerekir.