Etrafımıza karşı bazen ne kadar duyarsız oluyoruz. Esen rüzgârın anlattıklarına, cıvıldaşan kuşlara, böceklerin ayak seslerine kulak tıkıyoruz. Hâlbuki her şey ne mükemmel bir denge üzerine kurulu. Üzerine basıp da geçtiğimiz otun hayatımızda olmadığını bir düşünelim. Neler neler eksilirdi hayatımızdan…
Sonsuz Güzellik kendisini kâinatı var ederek gösterdi. Bunun karşısında hayret etmemek mümkün mü? Âlemdeki parçaların her biri O’na şehadet ediyor. Yabani otlar arasında halk edilmiş nazenin bir çiçek, kendi ebadından daha büyük bir taneciği yuvasına taşımaya çalışan bir karınca ya da gökyüzünü yurt edinmiş ışıl ışıl yıldızlar şüphesiz hepsi ibrete vesiledir. Görmesini bilen gözlere, hissiyatı yüksek kalplere, bakıp geçtiğimiz, küçük dediğimiz birtakım şeyler, büyük bir gerçeklikle zuhur eder. Kâinatta yerini bulmuş bütün varlıklar kudreti sonsuz Yaratıcının birer eseri olmakla beraber cemalinden birer yansımadır. Her baktığımız yer O’nun remziyle doludur. Nuru yerlere ve göklere sığmaz da gönüllerde yerini bulur. Sinesi saf olanlar her an bu eşsiz yaratılışın bir olan Yaratıcısına kavuşmanın iştiyakını duyarlar.
Bir kuşun kanadındaki tüylerin adedini ya da bir narın içindeki muazzam düzeni hiç merak ettik mi? Biz insanların bile rengini solduran zemheride dahi yeşil kalabilen ağaçların sırrını düşündük mü? Bir tek hücresi bile yokken binlerce hücreye sahip olan canlıları hasta eden virüslere ne demeli? Mükemmelliğimiz kadar acziyetimizin de farkında mıyız?
Gözünü kapatana her yer karanlıktır. Her arayış bulmak için bir adımdır. Bistami’nin de dediği gibi “ Aramakla bulunmaz fakat bulanlar arayanlardır.” Aramakla bulunmayanı aramalı hayat denen labirentte. Aramak bilinmezliğe giden kapıyı zorlamaktır belki de. Aramaya iştahı arttıkça, sormaya susar insan. Sordukça bilir, bildikçe değişir hayat çizgisi. Ruh öğrendikçe sükûn bulur. Ruh ön plana çıkarsa, evrenin kalp atışları manen hissedilebilinirse, katrede umman, zerrede güneş seyredilir.
Cihanı süsleyen isim ve sıfatlarıyla her yana aksetmiştir. Marifet bunu görüp kavramakta ve hissetmektedir. Elbette ki ‘yaratılmışların en mükemmeli’ sıfatıyla sadece soluk alıp vermek için burada değiliz.
Âlemin yaratılış gayesi aşktır. Her gönlün mayasında olan hakiki öz de aşktır. Aşk öyledir ki bazen su olur çağlar, bazen ağaç olur metaneti öğretir, bazen güneşin en kavurucu anına eşitlenir. Gönül gözüyle bakana her yerde, her şeydedir aşk. Yol olur gidilir, azık olur yenilir, tuz olur amansız yaraya ekilir.
Kalbimizin yaratılma sebebi sevmek için, aşk içindir. Kalp mabettir belki de. En içten dualarımız hep oradan ulaşır Mabuduna. Mübarek bir köprüdür sevenden sevilene. O’nun sevgisi ezelde başlamıştır ebediyen sürecektir. Hakk’ın sevdasıyla olan gönül, ta derininden etrafına sevgi pırıltıları saçar. Oysaki gözümüzle görüp de hayran kaldığımız cümle mahlûkat, dışımızdan içimize doğru süzülen bir aşktır ki çoğunlukla kalbin derinliklerine nüfuz edemez. Mecazi aşk üzerine nice şarkılar, şiirler yazılmış, nice yiğitler bir ben için aklını salmış, nicelerini dillere destan etmişse de Hakiki aşkın yanında bir zerreden öteye gidemiyor fikrimce. Bu yalnızca Hakiki aşka ulaşmada bir merhale kabul edilir. Ama mecazi aşkta da Hakiki aşkta da, aşıklar maşukları için kendilerinden geçmişler, benliklerini soyunmuşlar yıllar yılı. Öyle ya gerçek aşığın sureti aradan çıkarması gerekir. Surete meyledenlerin aşk dediği saman alevi gibidir.
Hayatımızı tekrar bir gözden geçirelim. Yaşadığımızın ne kadar farkındayız? Bir şebnemde seyrettik mi hiç kendimizi? Henüz konuşamayan bir bebeğin gözleri neler anlatır insana? Peki toprak, peki hava, peki su? Hepsinin ayrı dilleri olsa da aynı şeyi anlatıp dururlar; hiç dinledik mi? Yunus’u çiçeklerle konuşturan rikkati, gezegenleri güneş etrafında dolandıran hikmeti düşündük mü? Her nefeste kısalan hayatın ne ölçüde gerçek olduğunu havsalamıza sığdırabildik mi?
Denizi bilmeyen balıklar, sanıyorum ki, sudan çıktıklarında anlayamamış olduklarına nedamet getirirler. Fakat meşhur bir söz vardır ‘ son pişmanlık fayda vermez’. Sudan çıkmadan önce suyun varlığını yaşamaktadır hüner. Her şey elimizde… Öğrenmek için aklımız ve hissetmek için kalbimiz var ise balıklardan bir farkımız olmalı. Hayali’nin şu beyiti tefekkürüme ince bir revnak verir:
“Cihan-ara cihan içindedir arayı bilmezler
Ol mahiler ki derya içredir deryayı bilmezler”