Bediüzzaman'ın 5. Şua isimli eserindeki ‘Deccaliyet/Süfyaniyet’ analizleri gösteriyor ki arkadaşım: Deccaliyet 'inkar-ı uluhiyet' fikriyle ortaya çıkacak ve müslümanların hasımlığını daha kolay tanıyabileceği bir sûrette tezahür edecek.
Fakat Süfyaniyet böyle olmayacak. Ya? Daha fazla dikkat gerektirecek. Daha çok müslüman kandıracak. Neden? Çünkü o 'sünnet-i seniyyeyi tağyir' niyetiyle çalışacak ve teşhisi güç bir şekilde icra-i faaliyette bulunacak. Hatırlarsan yine bazı yazılarımda Deccaliyet-Süfyaniyet arasında bir tür neden-sonuç ilişkisi olduğunu da göstermeye çalışmıştım. Şimdiyse mevzuun farklı bir yönüne nazarları celbetmek istiyorum.
İzleyenler anımsayacaklar. 5. Dalga isminde bir bilimkurgu filmi var. Konusu şöyle: Uzaylılar insanlara/dünyaya saldırıyorlar. Fakat bu saldırılarını aşamalarla yapıyorlar. Her aşamada yöntem de değişiyor. Bir dalgada büyük depremler oluşturuyorlar. Bir dalgada dev tsunamiler tetikliyorlar. Bir dalgada virüs salgını başlatıyorlar. Her bir dalganın şekli başka. Her saldırının şekli ayrı. Fakat her defasında insanlardan bir kısmı kurtulmayı başarabiliyor. Sonra kalanların çocuklarını ordu topluyor. Ve onları 'beyinleri uzaylılarca elegeçirilmiş insanlarla savaşmak üzere' eğitiyorlar. 5. Dalga'nın da bu olduğunu söylüyorlar. Filmin sürprizli yanı şu: İlerleyen kısımlarda bu çocuklar anlıyorlar ki aslında uzaylılar tarafında çarpışanlar kendileri.
Sahi. Bugün ortak yanları 'Ehl-i Sünnet düşmanlığı' olan kimselerin hali de bir parça o çocuklara benzemiyor mu arkadaşım? Hatta yetiştirilmeleri açısından dahi durumları böyle. Seküler eğitim sistemlerinin mahsulü hepsi. Oradan aldıkları aydınlanmayla kurtarmaya(!) çalışıyorlar kendi dindar topraklarını. Hatta okuduysan bilirsin: Christian Kracht'ın, August Engelhardt'ın gerçek yaşam öyküsünden esinlenerek yazdığı Imperium romanında, çevresinden ayrılmayan bir yerli çocuk vardır. Engelhardt, adada yaşadıkları süre boyunca, bu çocuğa o kadar çok Alman klasiği okur ki, adaya gelen başka bir Alman (Slütter), çocuğun sömürgecilik konusunda kendi halkını değil de Almanları savunması karşısında şaşkınlık içinde kalır.
Ehl-i Sünnet olarak dururumuz da bu yerli çocuğun kabilesinden farklı değil belki. Kemalist-seküler istibdadın baskısı, korkusu ve uygulamalarıyla beyinleri yıkanılan çocukların köklerine 'iyi amaçlar için' düşmanlık beslediği bir zamanda yaşıyoruz. Bin yıldır okuduğumuz-yazdığımız harfleri okuyamaz hale getirilişimiz bizi geçmişin kitabî irfanından mahrum bıraktığı gibi; medreselerden/tekkelerden koparılışımız da Ehl-i Sünnet mirasının yaşatıldığı hayatî irfandan uzaklaşmamıza neden oluyor.
Evet, işte, Kemalizmin-sekülerizmin başardığı bu 'mahrum bırakışlar'dır ki, bugün 'sünnet-i seniyye düşmanlığı' veya 'hadis inkarcılığı' dediğimiz şeyin tarlalığını yapıyor. Bed mahsuller yetiştiriyor.
Dalgalar farklı. Sûretler değişik. Süfyan Deccal’e benzemiyor. Ama illa görmelisin: Saldırıda bütünlük var. Şer ademîdir. Hayır vücudîdir. Elhak. Öyledir: Oluşturulan boşluğun/yokluğun şiddetidir ki kendi özbir evlatlarımızı dahi düşman askeri gibi başımıza bela eder. Kendi kimliğine kurşun sıktırır. Kendi 5. Dalga'mızla boğuşturur.
Sünuhat’ta mürşidim de bu makamda der: "Şu zamanın medenî engizisyonu müthiş bir vesileyle, bazı ezhanı telkih ile, bir kısım nâmeşru evlâdını vücuda getirip, İslâmiyete karşı kinini ve hiss-i intikamını icra eder. Diyanetsizliğe veya laubaliliğe veya hıristiyanlığa temayüle veya İslâmiyetten şüpheyle soğutmaya bir kapı açmak ister..."
O halde devamız da bu çarkın tersine çevrilmesinden başka yerde değildir. Çocuklarımızla savaşmak istemiyorsak onları sekülerizmin askeri haline getiren yokluk tarlalarını yok etmeliyiz. Çünkü "Yok, yok ise, o vardır. Yok, yok olsa, varolur..."
Bu çocuklar irfanlarına özgüvenle sarılabilmeyi öğrenirlerse ancak endoktrinasyona karşı dururlar. Ancak bu şekilde direnirler. Kazanırlar. Cenab-ı Hak, en başta başımızdaki başlara, sonra hepimize hidayetini bahşeylesin. Rüşdümüzü yeniden ilham buyursun. Âmin. Âmin. Âmin.