Eğer bana verilenlerden razı değilsem, memnun değilsem altında şu sebepler olabilir; ya kendimi daha iyisine ve fazlasına layık görüyorumdur ya da bana lazım olanın başka şeyler olduğunu düşünüyorumdur.
Peki verilenleri bana veren kimdir? Beni benden daha iyi bilen Rabbim değil midir? Acaba benim, bana lazım olanları Allah’tan daha iyi bilme ihtimalim var mıdır?
Böyle köktenci bir tarzda meseleye yaklaşınca insanın kaçacak yeri kalmıyor doğrusu.
Madem iki daire vardır biri Rububiyyet diğeri ubudiyyet dairesi ve madem ben ubudiyyet dairesindeyim öyle ise verileni fark etmek, verilenden verene intikal etmek ve vereni bulmuşluğun tatminini yaşamak değil midir bana düşen?
Sanatla yaratılan harikaları seyr edip tenezzüh etmek ve Sanatkarına hayran olup muhabbet etmek benim asıl vazifem.
İnsanın razı olması, memnun ve müteşekkir olması haddini bilmesine bağlı belki de. Eğer haddimi bilmezsem “neden bana bunu verdi veya neden şunu vermedi” gibi kulluk edebine uymayan bir hal içinde kendimi bulabilirim.
Öncelikle kemal zatında sevildiğinden ve Allah Kamil-i Mutlak olduğundan sevilmek için bir sebebe ihtiyacı yoktur ve sevilmesi, zatından başka bir şeyle de değildir. Yani Allah’a olan muhabbet O’nun bize verdikleri sebebiyle değildir. Rızkımızı genişlettiğinde sevip, imtihan için rızkımızı daralttığında daha az sevmek söz konusu değildir. Sebepsiz ve bizzat sevilir.
Bize verdikleri ise O’nu tanımak için birer vasıtadır. Marifetullah için kullanılacaklar yani. Bunların başında da vücut (var olmak) nimeti geliyor. Ademdem vücuda çıkartılmanın ne büyük bir nimet olduğunu fark etmek ve hissetmek ve zevketmek ise bunu peşine ciddi düşenlerin ulaşabilecekleri şeyler. Ademin ne olduğunu anlayamadığımızdan vücut nimetinin ulviyetini de derk edemiyoruz. Allah rametinden bize ademi, yokluğu hissettirecek bazı haller veriyor. Hastalık, gurbet ve ihtiyarlık bu hallerden bazıları. Gurbette dost ve ahbapların ve munis memleketin yokluğu var. Hastalıkta sağlığın yokluğu, ihtiyarlıkta ise gençliğin yokluğu. Bunlar elbette nispi yokluklar. Adem-i mutlak ise zaten yok çünkü muhit ilim var.
Ademden vücuda çıkartıldığımı ve bunu hak etmediğim halde bu nimete mazhar kılındığımı tefekkür etmek çok lezzetlidir. Hiç düşündünüz mü Allah ellerinizi sizin için yarattı ve sizin tasarrufunuza verdi. Gözlerinizi sizin için yarattı ve size onda tasarruf hakkı verdi. Güya benim imiş gibi bütün bunları kullanmama müsaade etti. Ve onlarla işlediğim sevaplar da benim amel defterime yazılıyor. Ne kadar acaib ve harika değil mi? hem beni yaratıyor, hem bana kendisini Zat-i Vahid-i Ehad olarak tanımam için bir benlik duygusu veriyor. Hem türlü türlü cihazlar ve onların lezzetleneceği sofralar veriyor. İnsaniyet, İslamiyet gibi mideler veriyor. Kendi Esma ve sıfatının da bulunduğu sofralar önüme koyuyor.
Bana verdiği cihazları da karşılığında Cennet vererek benden satın almak istiyor. Güya benim imişler gibi.
Nimet üzerine nimet, lezzet üzerine lezzet bu hellerin içinde razı olmamak veya memnun, mesrur olmamak için galiba ciddi çaba harcıyorum. Veya cismani lezzetlere öyle müptela olmuşum ki onların zarara uğraması halini razı olunamayacak bir hal hâline getirmişim kendim için.
Hem beni yaratsın, hem türlü cihazlarla süslü bir vücut versin, nihayetsiz istidatlar versin, hem ebedi Cenneti vaad etsin hem türlü nimetlere mazhar kılsın ve bunlardan memnun ve razı olmayım da cüz’i bazı nimetlere ulaşamamış olmamdan dert yanayım. Yorumunu size bırakıyorum.
İnsanın öyle cami bir ayinedarlığı var ki bir an Cenab-ı Hakkın nazarında görünüp kaybolması bile Zat-ı Hayy-ı Kayyum’a ait neticelerin tahakkuku için kafi. Sadece insan olarak yaratılmış olmak ve iman ile şereflendirilmek öyle bir nimet ki, değil bir ömür şükredip rıza göstermek belki binler ömür şükredilse yine kafi gelmez.Tahmidiye’de de geçtiği gibi belki esma ve sıfatın tecelliyatı adedince şükür lazım.
Doğrusu razı olmama durumunun altından bu kadar derin ve çok mesele çıkacağını düşünmemiştim. Demek razı olmamamın altında, Allah’a aidiyetime şuurum olmaması, kendimi kendime ait ve yaratılıp şimdiye kadar verilen nimetlerin verilmesine müstehak olduğumu zan etmek ve Allah canibinden kendime bakmayıp nefsim cihetinden nazar etmek gibi manalar var.
Eğer Allah’a ait olduğumu tam kabul edip teslim olabilirsem kendimi dışarıdan seyr eder gibi Allah’ın kuluna olan muamelesini ve nimetlendirmesini seyredip hayran kalabilirim Allah’ın tasarrufuna. Bunun için nefsimin çıkarları cihetinden kendime ve Rabbime bakmayı terk etmem gerekir.
İman gibi şürkün de çok dereceleri var demek ki. Eğer derinden ve dış etkenlere bağlı olmadan şükretmek istiyorsam imanımın kuvvetlenmesine gayret etmeli ve Allah’ı tanımak için çaba göstermeliyim.
Şükreden kullar arasına dahil edilmek duasıyla.